- 871 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
S U L T A N N A V R U Z- 3
S.N- 13
S U L T A N N A V R U Z
B Ö L Ü M : I I I
Her zaman olduğu üzere dağda yayılan keçi sürüleri, çobanları tarafından İkindi na - mazı vaktinden sonra Samanlık Taşı mevkisin de bulunan obasına götürülür. Çobanlar sürü yü dağda daha fazla bekletmezler. Zira, hava kararınca dağda kalan keçi sürüsüne yabani hayvanlar, kurtlar saldırıp telef edebilir. Sürüyü kurda kırdırmak bir çoban için olumsuz bir davranıştır. Ayrıca sürü, obaya geç vakitte varınca sürüyü sağmak için bekleyen sağıcı ka dın, erkek ve çocukların süt sağma işlerini karanlıkta yapmaları zorlaşır ve bu işi vaktinde bitiremez ve köye dönmek isteyenler dönemezler. Mağdur olurlar.
Komşu obaların keçi sürüleri vaktinde obaya gelir. Ancak Çoban Mehmet’in sürüsü vakit geçtiği halde bir türlü obaya gelmez. Obanın karşı yamacında bulunan “Kara İn” tepe sinden bir türlü anaç keçinin boynunda asılı çanın sesi duyulmaz. Çanın sesi her kesin kula- ğında küpe olup aşinadır. Bu sesi duyunca, çoluk çocuk ile tüm oba içinde bir hareketlilik başlar. Böylece çoban çanı sesi, sitilin ve bakraçların sesine karışırdı. Amma bu gün her şey boşunaydı. Çoban mehmet’in sürüsü ne meliyor, ne de çanı ötüyor, bir türlü ses vermiyor ve sitillerin sesi tınlamıyordu.
Bunun üzerine obada bekleşenleri inceden inceye bir telaş sarar. Bu vakitte anaların- dan süt emmeye alışmış yavru oğlaklar meleşmeye başlar. Çoban Mehmet ve sürüsünden hayır ve şer bir haber alınamamış ve yanında bulunan köpekleri yaralı, bereli vaziyette olsa dahi obaya gelmemiştir. Demek ki çok olağan üstü bir durum olduğu anlaşılır. Hemen kom- şu obada bulunan çobanlara Mehmet ile sürüsünün akıbeti sorulur. Fakat Mehmet’i gün bo yu obadan çıkıp sürüsünü Koca dağın yamacına doğru sürdükten sonra gören çoban yoktur.
Öncelikle komşu obalarda bulunan çalışanlardan yardım istenir. Bu arada vakit geçir- meden, acele Muharrem Ağa ile avanelerine, çobanın ailesine ve diğer köylülere haber sa- lınır. Et taşı mevkisinde buluşup toplanılması bildirilir. İnsanların içinde korkuyla karışık bir telaş başlar.
Köyden haberi duyan ve eli-ayağı tutan genç ve yaşlı insanlar binek hayvanını semer - leyip, tekli av tüfeğini omzuna asan, asasını alıp eline meşalesini yakan genç, ihtiyar herkes Koca Dağa doğru topluca Çoban Mehmet’i arama ya çıkarlar.
Mehmet’i aramak için toplanan insan seli, “Mehmet Hu” diye bağırarak zifiri karan . ../…
S.N-14-
lıkta ve çamurlu patıka yollarda taş ve çalılar içinden düşe, kalka yürüyerek “Kütük ardı” mevkisinde bulunan “Et Taşına” varırlar. Esasında Et taşı çobanların ve avcıların buluşma ve sığınak yeri olduğu için insanlar burada buluşur. Böylece obadan gelenler ile köyden ge lenler bildik yerde gecenin geç vaktinde buluşurlar. Dağın, Saya Önü, Ulu Boğaz ve Koca İn mevkisin de sürüsünü otlatan çobanlardan bilgi alındıktan sonra Mehmet’in mutlaka Koca Dağ’a gittiğine kesin kanaat getirilir.
Koca Dağı ve sürünün otlayacağı yerleri avucunun içi gibi bilen orta yaşlı ve yaşlı, tec rübeli kişiler ile gözü pek ve budaktan esirgemeyen, çevik, dağa çıkış yolunu ve dağı çok iyi bilen çobanlar ile silahlı gençlerden oluşan üç ekip kurulur. Ekipler dağın doğusundan, batı sından ve kuzeyinden çıkış yollarını kontrol ederek dağın zirvesine ulaşacaklar ve orada bu luşacaklardır. Böylece çobanı ve sürüyü yabani hayvanlardan korumak için gereken önlem leri bir an evvel almakla birlikte Mehmet’e tez elden ulaşmak üzere ayrılırlar.
Et taşında kalan köylüler büyük kayanın dibine kocaman bir çoban ateşi yakarlar. Ço ban ateşinin başında hem ısınıp, hem de kalbi dilinden duasını eksik etmeden endişeli göz ve sözlerle sohbet eden kişiler, birbirine olayla ilgili değişik hikayeler, varsayımlar anlatır:
Büyük sürü sahibi yaşlı Ali Ağa; * “Çobanının; geçen gün yirmi kadar aç, azılı kurt’un gündüz vakti sürüsüne saldırdığını, her gün acılı yalla beslediği beş tane çoban köpeği olmasa aç kurtların tüm keçi sürüsünü te lef edeceklerini söylediğini, bu kurt sürüsünün muhtemelen Mehmet’in sürüsüne cebelleş olabileceğini” söyler.
Bir başkası Tat Omar ise; * “Bu dağların yırtıcı ve aç hayvanlar ile dolu olduğunu ve Koca İnde ayıların yaşadığı, a yının çobanı parçalamış olabileceğini, Çünkü kış uykusundan uyanan ayılar, açlık çektiği i - çin gördüğü her canlıya saldıra bileceğini” anlatır.
Çoban Mehmet’in dayısı yaşlı Kadir ise; * “Bu alemde ve kainatta her canlının rızkını veren, verdiği canı alan, bu nizam ve intiza mı kuran, yöneten Yüce Mevlam her şeye Kadir’dir. Duanızı ve umudunuzu kesmeyin, dua - yı dilden ve gönülden bırakmamalıyız. Mevlam her şeyi güzelce yoluna koymuştur”der.
Amma uzaktan da olsa gece vakti uluyan kurt, tilki ve çakal.. gibi hayvanların sesleri kulakta çınlar. Ses, sese karışır. Böylece gecenin gizemi, hadisenin vahameti, dağa giden e kipten henüz sevindirici bir haber gelmeyince daha çok korkutan bir hal alır. Bu endişe ve korkulu bekleyiş, zaman su gibi akıp geçtikçe ve dağdan haber gelmesi geciktikçe katlana - rak artar ve insanların konuşması ve yüz çizğileri ile haleti ruhuyelerine yansır. Koyu sohbet ler yerini sessizliğe terk eder. Gecenin karanlığında ateşte yanan ardıç gövdeleri ile yaş çam dallarının çıkardığı ıs lık ve çatırtıdan başka insan sesi duyulmaz olur. . ../…
S.N-15-
Ancak gecenin ilerleyen fecir vaktinde insanlar sabah namazını eda ederken Koca Dağdan beş el silah sesi duyulur. Bu bir şeylerin iyi gittiğinin haberi olup bu ses Et taşında bekleşen insanları sevince boğar. Çatık kaşlar düzelir, uykusuzluk ve yorğunluktan cayır ca yır yanan gözlerin içi ferlenir. Ölü toprağı serpilmiş insanların bedenine can gelir. Üşüyenin üşümesi kesilir. Çoban ateşi başında bekleşen herkesin gözünden ve vücudundan pekmez o cağının başında ateşten kavrulan adam gibi her yanından ateş fışkırır. Uyuklayanların gözü fal taşı, bal kabağı çiçeği gibi açılır. Dizleri tutmayanın inciği ise avcının önünden kaçan cey lan gibi açılarak daha hareketli hale gelir. Herkesin içine sabah güneşi gibi umut dolar. Tüm üzüntüler yok olup yerine neşe gelir. Birbirine sarılıp ağlaşan ve bir köşeye çekilip sessizce Rabbine kalben dua eden insanlarla doludur”.
Buraya kadar anlatılanları soluk almadan, kıpırdamadan, Hasan’ın ağzının içine baka rak, endişeli şekilde ve sessizce dinleyen Sultan Navruz, sabırsızlanıp hemen aklına takılan soruyu sormak için Hasan Ağa: * “Lamos antik kenti halen varmıdır.? * İnsanlar buralarda ne zaman yaşamıştır.? * Benim ile aynı ismi taşıyan Sultan Navruz çiçeğini nerede, nasıl bulurum.? * Eren ve Evliyalar darda kalan insanlara nasıl yardım eder.? ” diye sorar.
Çoban Mehmet, sorulan soruya cevaben;
“Lamos Antik şehri, Türk’ler Anadolu’ya gelmeden öncesi çağlarda Koca Dağ’da kuru- lur. Bu şehir konumu gereği Romalılar, Selçuklular, Karamanoğulları, Osmanlılar devrinde Konya-Karaman Karadağ- Ermanak, Lamos Kocadağ ve Alanya hattında duman ateşiyle ha berleşme kalesi olarak hizmet verir. Sanki stratecik bir üs bölgesi görevi yapar”.
“Türklerden önce bu topraklarda ve dağlarda Taşeli’de Romalılar yaşar. Haçlı seferle rinden ve Türkmen boylarının Anadolu’ya girişiyle birlikte sınır boylarına yaptıkları akınlar - dan sonra Bizans İmparatorluğu hakimiyeti, otoritesi azalınca bölgede başına buyruk dere - beyleri türer. Taşeli’ndeki bu derebeylerinin en güçlüsü Ermanak’ta dır. Onun da otoritesi iç çekişmeler sonucu azalınca yörede güçlenen Lamos Derebeyi, Ermanak Hülgası olur ve bölgede hakimiyeti ele geçirir. Taşeli’ni Ermanak’tan yönetmeye başlar”.
“Ancak Türkmen boylarından Karamanoğulları, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Taşeli’nin Dekeçatı, Erik Deresi, Balgusan, Navağı Koyağı, İndebol, Lamos ve Çu kurbağ yöresine yoğun şekilde yerleştirilir. Taşeli’nde genelde göçebe olarak yaşayan Türk men aşiretleri, zamanla Taşeli Toroslarında hakimiyeti tamamen eline geçirir”.
“ Nihayetinde Türkmenler, kuşatma altına aldıkları Ermanak kalesini fed edip Lamos Hülgasını ortadan kaldırınca 1256 yılında Karamanoğulları Beyliğini Ermanak’ta ilan eder. Böylece Taşeli toroslarında Müslümanlık yayğın şekilde kabul edilip benimsenmeye başlar. Yaylaklar ve su başları Türkmen çadırlarıyla dolup taşar. Türkmen Obaların ve ya yerleşik . ../…
S.N-16-
düzene geçen mütedeyyin Türkmenlerin ihtiyacına binaen yerleşim yerlerinde cami ve medreseler yaptırılır. Yörede coğrafi konumu ile mütedeyyin Türkmenlerin nüfus yoğun luğuna uygun olarak Lamos’a da Emir Musa Paşa Camisi yapılır”.
“Bu dergâhtan, ocaktan gelip, geçen Allah dostu Eren ve Evliya kişiler, Mürşidi Kamil- ler hal ve hareketleri, islami yaşam biçimleri, adalet ve yardım severlikleriyle bölgedeki gay ri müslimlere örnek birer Müslüman olurlar. Mütedeyyin kişi her ahvalde, ortamda; “Allah’ım” diye seslenince hemen yetmiş bin melek ve Allah’ın izniyle bir o kadar da Mürşi- di Kamil Allah dostu kişiler; “Buyur”diye emre hazır bekler”.
“Allah; zatına dost olabilmek için takva içinde yaşayan kullarının nidalarını, darda ka - lan kullarının kalbi dualarını, Peygamber Efendimizin bu alemde bulunan varisleri olan Eren lerin, Evliyaların ve Mürşidi Kamil kullarının yüzü, suyu hürmetine kabul eyler. Bu dualara a nında karşılık verir” der. Navruzun başını okşayarak “Anlatabildim mi koçum?” diye sorar.
Sultan Navruz’dan bir cevap alamayınca kaldığı yerden usul usul anlatmaya başlar.
“Sabah namazından sonra gün ağarmaya, yaşam yeniden hareketlenmeye ve şekillen meye başlayınca Kocadağ’dan inen sürünün çan sesleri orta yeri çınlatır. Bu ses öyle bir ses ki, kulağa bir bozlak türkünün tınısı gibi gelir. Uyuyan gözleri, gönülleri açar, yaralı kalplere zemzem serper. Herkes yönünü Koca Dağa doğru çevirir, gözlerini kısarak uzaklardaki sürü yü ve başındaki çobanları görmeye çalışır çalışır”.
“Muharrem Ağanın keçi sürüsünü iki çoban Et taşına zayiatsız getirir. Fakat, sürünün çobanı Mehmet ve köpekleri olmayınca herkes yeniden telaşlanır. Hemen çobanların başı na toplanıp vereceği haberi, bilgileri sabırsızlıkla dinlemeye başlar”.
Çobanlar; “ Kocaman sürüyü dağın zirvesinde bulunan antik su sarnıcı içinde bulduk larını, Mehmet’in köpeği Ayaz’ın sabaha kadar sarnıcın kapısında sürüyü beklediğini ve biz leri görür, görmez Kocadağ’dan aşağı gün batımı havlayarak yıldırım gibi gittiğini, diğer ço ban arkadaşların da Ayazı takip ettiklerini, Mehmet’in yerini köpeklerin daha iyi bildiğini, inşallah Mehmet’den en kısa zamanda hayırlı bir haber alınacağını, atılan silah sesinden kanyonun içinin bayram yerine ve düğün alayına döndüğünü, Mehmet’in mutlaka ve Alla- h’ın izniyle sağ salim olduğunu hissettiklerini” üzgün şekilde ancak etrafında toplaşan yara lı gönüllere umut vari anlatırlar”.
“Çobanların, dağdan havlayarak yıldırım gibi giden Ayaza yetişmeleri mümkün olma sada O’nu kendi köpekleri takip eder. Ayaz, Karabaşın gittiği yolu kokusundan takip edip bazen kayaların altından ve kovuğundan geçerek, bazen de kayadan kayaya zıplayarak da ğın güney cephesinde bulunan sekinin, yanına varır. Biraz ileriden de Karabaşın sesi duyu- lur. Arkadan gelen köpekler yetişince havlayan köpek sesinden vadinin içi çın çın çınlar ”. . ../…
S.N-17-
“Köpeklerin havlamasına dağın yamacında barınan yabani tüm hayvanlar karşılık ve - rince ses, sese karışır. Hayvanların havlaması, sanki nehirin uğultusunu bastırır. Ayaz, onu bulduğuna göre sahiplerinin de en kısa sürede onları bulacağını hisseder Karabaş. Bunun için son derece keyiflidir ”.
“Nitekim köpekleri sesinden takip eden çobanlar, Mehmet’in dağdan düştüğü ve ya ralı vaziyette yattığı yere bin bir çeşit güçlük içinde zar, zor ulaşırlar. Mehmet’in baş ucuna varıncaya kadar hepsi yaşamasından ümidi kesmiştir. Bu dağdan insan düşer de ölmezmi ? Şayet yaşarsa, Allah’ın bir mucizesi olduğuna inanırlar. Bunda da en önemli etkenin Meh - met’in insanlara, diğer canlılara yaptığı iyiliğin, aldığı hayır duaları ile Allah’ın kulu olarak Yaradan’a dost olabilmek, ameli salih kullar arasında yer alabil mek için gösterdiği çabanın, inancın büyük etkisi olduğunu düşünürler ve inanırlar”.
“Fakat bu yara ve bereyle yaşayacağına zerre kadar ümit taşımazlar. Çobanlar Meh - met’in yanına varınca inilti içinde zor da olsa nefes, alıp- veren, ölmeyip hayata tutunmaya çalışan, her tarafı yara bere içinde olan ve elini-kolunu, ayaklarını oynatamayan, baygın va ziyette olduğunu görünce oldukça şaşırırlar. Karabaşın da < İmdat, biran evvel sahibimi kur tarın, acele edin> dercesine bakışına ve içten içe ağladığına şahit olurlar”.
“Babadan mahrum büyüyen zıpkın gibi delikanlının haline acılı gözlerle baksalar da yi nede yaşamasına çok sevinirler. Buruk sevinçleri nişanesi olarak havaya tabanca ve tüfekle çokça ateş ederler. Vadi bu sefer düğün evine bayrak diker gibi silah sesinden “Çın,çın” çın lamaya başlar. Sanki vadide yabani bir hayvanın sürek avı yapılıyor da önüne gelen ateş edi yordur. İki dağın arasın da barınan yabani hayvanlar, kuşlar panikleyip, korkularını sese yansıtırak tepki koyup sığınaklarına gizlenirler”.
“ Çobanlar vakit geçirmeden Mehmet’i taşımak için ağaç dalı keser ve pratik şekilde saldan taşıma yatağı yapar. Sal için iki uzun ağacın arasını bellerinde bulunan urğan iple ör dükten sonra, üzerine ardıç pürü sererler ve bunun üzerine yaydıkları peşğirlerin üstüne Mehmet’i yavaşça yatırırlar ve üzerini örterler”.
“Kayaların arasından, kovuğundan zor şartlarda geçerken veya önlerine çıkan deva sa ağaçların yanından manevra yapa yapa giderken salın içinden Mehmet’in kaymaması ve acı çekmemesi için bir birine ulanmış peşğirle Mehmet’i sala iyice bağlarlar. Bazen omuzda ve bazen de eller hizasında taşıdıkları salı, sağa-sola savurmamak ve çok fazla oynatarak ya ralıyı daha fazla rahatsız etmeden, acı çektirmemek için bastıkları yeri incitmeden, karınca vari, ağır adımlarla yürüyerek Et taşına doğru yol alırlar”.
“Et taşında toplanan kalabalık öğleye doğru iyice artmıştır. Mehmet’in dağda kay –bolduğunu duyan çoluk, çocuk ve kız, kızan kim varsa sabah erkenden oraya gelmiştir. . ../…
S.N-18-
Fakat geçen süre esnasında sevindirici bir haber alamadıkları için herkes de umutlu ve ses siz bir bekleyiş hüküm sürmektedir. Dillerden dualar eksik olmadığı gibi kadınların yürekle ri yaralayan ağıtları ve yasları ortama matem havası vermekte ve böylece yanık yürekler iyi ce burkulup, ezilmektedir”.
“Öğle vakti Et taşına ulaşan çobanları kalabalık bir insan seli karşılar. Zaten çobanlar Mehmet’in düştüğü yeri bulup, yaralıda olsa yaşadığını öğrenince Et taşında bekleyenlere muşdu habercisi gönderirler. Mehmet’in yaşamasından çok memnun olan köylüler çobanla rın omuzlarında taşıdığı Sal gelince bazıları sevinçten birbirine sarılıp ağlarlar. Bu arada ken dini yerlere atan, sevinçten havaya ateş açan ve bir kenara çekilip Yaradan’a “Şükür” duası eden, parmaklarının ucuyla olsa bile sala dokunabilmek için heyecan içinde birbirini ezerce sine koşuşturan insanlar şaşkın olsa da son derece mutludur. Mutluluk duygusu insanların gözünden, sözünden ve dizinden taşkın su gibi çağlayıp, coşmakta ve bu durum bahar güne şi ile ısınan doğaya da sirayet etmektedir. Et taşı bu bahar gününde sevinci ve üzüntüyü bir arada yaşayarak bir başka ısınmış ve konuklarını ısıtmıştır”.
“Küçüklüğünden beri yanında çalışan, evinin bir ferdi olup torunu kadar sevdiği çoba nı Mehmet’in yaşadığı talihsiz kazaya çok üzülen ancak, Yaradan Yüce Mevla’nın canını ba ğışlamasına bir o kadar sevinen Muharrem Ağa,< Mehmet’in sağ olduğu> muştusunu veren çobana hemen on adet teke bağışlar”.
“Muharrem Ağa, çobanının başına gelen görünmez ve bilinmez müessif kaza için tazi yeye gelen misafirlerini ağırlamak ve ikramda bulunmak için Et taşına adına yaraşır şekilde kıl çadırdan oba ve yemek kazanları kurdurur. Gelen bütün comaata önce yemek sofrası açı lır. Kazanlar dolusu keçi eti kavurması ve et sulu bulgur pilavı sahan sahan ikram edilir. Ye - mekle birlikte keçi tuluğunda yayılmış bol köpüklü ayran tas tas servis edilir”.
“Muharrem Ağa, vakit geçirmeden köyünün meşhur kırık ve çıkık ustası olarak bili nen namı değer sıhhiye Topuz Usta’yı ve Ebe Zeliha kadınana’yı çağırır. Bunları bir kenara çekerek kararlı bir ses tonuyla; “Mehmet’i önce Allah’a, sonra size emanet ediyorum. Elinizden gelen bütün şifa imkanları kullanmanızı istiyorum. Bütün hünerinizi, maharetinizi gösterin. Bu yavrucaktan herhangi bir şifayı esirgemeyiniz. İyileşmesi ve bir an evvel sağlığına kavuşması için ihtiyacı olan her şeyi biran önce bana bildiriniz. Çekinmeyiniz ve vakit kaybetmeden bana ulaşınız. Benim ka ra koçum Mehmet’in eski sağlığına kavuşması için elinizden geleni yapınız ve Allah rızası i çin iyileşmesine yardımcı olunuz ” der.
“Bunun üzerine Topuz Usta ve ebe Zeliha Kadın, Mehmet’in sağlına kavuşması, vücu- dunda ki kırıkların kısa sürede iyileşmesi için ilk müdahaleyi Et taşında yaparlar. Yaralarının üzerine özel karışım doğal ve kendi imalatları merhemler sürerler. Sonra Onu güzelce ballı . ../…
S.N-19-
sargılar ile sarıp, sarmalarlar. Mehmet’e ilk müdahale bitince bir katırın semerinin bir tara- fına yerleştirilen uzun mahmel sandık içine yatırılarak köye doğru sal üzerinde gönderilir” .
Et taşı yabani dağ keçilerinin yaylaklarına çok yakındır. Önünden gürül gürül kaynak suyu akar. Avcılar günlerce süren av partileri sonunda avladıkları dağ keçisi ve geyik.. gibi hayvanları akşamları buraya getirirler. Burası merkezi bir uğrak ve barınma yeridir.
“Ormanlık alanın tam orta yerinde yer alan büyük ve yüksek bir kaya olan et Taşının altında doğal mağara in vardır. Kayanın yanı başından cıgıl, cıgıl yer altı suyu akmaktadır. Avcılar avdan sonra kayanın en üstünde bulunan doğal teraslı inde gece istirahatlerini gü venli şekilde yaparlar. Avlaklarını en altta bulunan inde yemek yapıp yerler. Et taşı avcıların hayale bile sığmayan çok farklı av hikayelerine sessizce tanıklık eder. Bu sefer bu mekan, avcılardan ziyade genç ve ihtiyar tüm gönüllerin acıyla yanan yüreklerini misafir eder”.
Sultan Navruz, bazen uykulu, mahmur ve bazen de heyecandan nazar boncuğu gibi parlayan gözlerle dinlediği Çoban Mehmet’in hikayesine çok üzülür. Amma boğazı düğüm, düğüm olsa da üzüntüsünü ifade edemez. Fakat yüreğinde sevinç ve endişe ile korkuyu bir arada barındıran bir duygu damlacığı olduğunu hisseder.
Ayrıca bu güne kadar adını çok duymadığı Koca Dağ’ı çok merak etmekten kendini en gelleyemez. Bu dağlarda ve doğada Allah’ın yarattığı ve kendi adını taşıyan güzel bir çiçek olmasına ziyadesiyle sevinir ve bir an evvel ona kavuşmak ister.
Sultan Navruz, Ağasının hayatı bu dağlarda geçdiği için; “Onun da böyle bir tehlikeyle karşılaşmasından hem endişelenir hem korkar. Acaba keçileri otlatırken böyle tehlikeli yer lere sürüyü götürüp de başına benzer olaylar gelmesin diye dua eder.”
Duyduklarını ince ince düşünürken ve doluya koyunca almayan, boşa koyunca dolma yan ikilem içinde kıvranırken bu sefer çok derin bir uykuya odaklanıp mışıl, mışıl uyumaya başlar. ../…
Süleyman YILDIZ
Lemos 5303
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.