CELAL OĞLAN HİKAYESİ
2. BÖLÜM
TÜRK EDEBİYATINDA AĞIT
Ağıt, genellikle bir ölümün yâda acı, üzüntülü bir olayın arkasından söylenen halk türküsüdür. Doğal afetler, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısında korku, isyan, heyecan gibi duyguları ifade eden ezgili sözlerdir. Ağıt söylemeye ‘ağıt yakma’ , ağıt söyleyene de ‘ağıtçı’ denmektedir.
Sözlüklerde ise ağıt; ‘’Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarını veya büyük felaketlerin acı etkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı, sagu, mersiye, ağlama, gelin olan bir kızın arkasından meziyetlerini dökerek ağlama’’ (Türkçe Sözlük 1, 1988: 23-24) biçiminde tanımlanan ağıt, anonim olarak nitelendirilen diğer halk kültürü ürünlerinde görüldüğü gibi; ölüm, felaket ve ayrılık olayını gören, duyan, yaşayan sanatçı kişi veya kişilerce dile getirilerek ilk söyleyene sahip olmuş, zamanla ağızdan ağza, yöreden yöreye değişip gelişerek o kültürü yaşayan halkın kabulleri arasında yerini alarak anonimleşmiştir.
Yaşı ve cinsiyeti ne olursa olsun yeteneği ve ilgisi olan, Türkçe konuşabilen her insan, bir ölümün, ayrılığın veya acı bir olayın ardından ağıt söyleyebilmiştir. Bu durum, zamanla Türk kültürü içinde sistemli bir ağıt söyleme geleneği oluşturmuş ve ağıt söyleyiciler yetiştirmiştir. ‘Ağıt söyleme’ deyimi bu gelenek içinde ağıtın söylendiği topluluğa ve coğrafyaya göre ‘ağıt yakma’, ‘ağıt düzme’, ‘ağıt tutturma’ vb deyimlerle karşılık bulmuştur.
Türk kültür tarihinde ağıt söylemenin önemli bir yeri vardır. Türklerin ritüelleri olarak kabul edilen ve sığır(av), şölen(kurban) ve yuğ(yas) adı verilen üç törenden biri yani yuğ töreni ağıt söyleme töreni olarak bilinmektedir.
“Adına ilk kez Orhun Yazıtları’nda rastlanılan yuğlar, ölüler için yapılan genel dinî törenlerdir. Ziya Gökalp bu törenin “yüce adamların ölümlerinde yapıldığını bildirmekte ise de, Fuat Köprülü’nün çeşitli kaynaklardan derlediği bilgiler yalnız büyük adamların ölümlerinde değil, ölen her kişi için yuğ yapıldığını göstermektedir.” (Dizdaroğlu 1968: 190)
Yuğ adı verilen bu matem ya da yas törenlerinde “Ölen vücut bir çadıra konur, önce yakın akrabası türlü kurbanlar keserek bir çadırın önüne dizerlerdi. Sonra ağlayıcılar, matemcilerle birlikte atlara biner ve çadırın çevresinde yedi defa dönerlerdi. Beğler, atlarını yorarlar, kaygı onları zayıflatır, yüzleri safran sürülmüş gibi sararırdı. Kurtlar gibi ağlaşır, yakalarını yırtar, ağlamaktan sesleri kısılır, gözleri yaşlarla örtülürdü.”(Banarlı’dan; Şimşek 1993: 2)
Türklerde şu an için bilinen ilk ağıt örneklerine Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Milattan önce 2. yüzyılda Hunlar, bir kısım topraklarını Çinlilere kaptırınca üzüntülerini ağıtlarla dile getirmiştir. Bu ağıtın bir dörtlüğünün günümüz Türkçesiyle söylenişi şöyledir:
Yen-çi-şan dağını yitirdik
Kadınlarımızın güzelliğini aldılar
Si-lan-şan yaylasını yitirdik
Hayvanlarımızı üretecek yeri aldılar(Banarlı 1971: 45)
Hun Hakanı Attila’nın ölümü üzerine de ağıtlar söylenmiştir. Fuat Köprülü, Attila’nın ölüm merasiminde de ozanların önemli bir yerinin olduğunu belirterek, tören için tertiplenen cenk oyunlarında ağıtçıların Hun diliyle ağıtlar okuduklarını belirtmektedir.(Köprülü 1986:158) Ayrıca Hun Hükümdarı Attila’nın nezdindeki Bizans heyetinden Priscus’un tespit ederek intikal ettirdiği bilgi, Türklerde asırlardır ağıt söyleme geleneğinin var olduğunun bir başka göstergesi olarak kabul edilmektedir.(Bali 1997: 19) Özel Bizans sefirinin arkadaşı olan Priscus’un, Attila’nın ölümü üzerine ozanların ağıtlar yaktığını belirtmesi de ayrıca bu durumu güçlendirmektedir.(İnan 1954:177) Zhirmunsky, Zarifov ve arkadaşları tarafından 1947 yılında Moskova’da yayınlanan Epos adlı kitapta, Attila’nın ölümü üzerine söylenen ağıtlarla ilgili şu bilgilere yer verilmektedir:
“Kampın ortasında bir tepenin üstüne ölünün cesedini yatırdılar. Topluluğun arasından en iyi at binicilerini seçtiler. Atlılar Attila’yı metheden ağıtlar okuyarak tepenin etrafını dolaştılar.”(Bali 1997:19) Aynı kitapta, Attila için söylenen ağıt metinleri de yer almaktadır. Göktürklerde de yuğ törenleri ve ağıtın önemli bir yerinin olduğu belirtilmektedir. Orhun Abidelerinden gerek Kül Tigin, gerekse Bilge Kağan Âbidesi’nin değişik cephelerinde görülen “yasçı”, “ağlayıcı”, “matem” ve “yas töreni” gibi sözlerle yas merasimlerinin yapıldığı, bu törene değişik bölgelerden birçok insanın ve ağıtçının geldiği belirtilmektedir.(Şimşek 1993: 2-3) Ağıt, ilk şiir türleri içinde “sagu” olarak ifade edilmiştir. Günümüz kaynaklarında yer alan en eski sagu metni ise, Milat öncesi asırlarda yaşamış olan Saka(İskit) kahramanı Alp Er Tonga’ya aittir. İlk dörtlüğü günümüzde;
Alp Er Tonga öldü mü?
Isız acun kaldı mı?
Ödlek öcün aldı mı?
İmdi yürek yırtılır’ biçiminde söylenen bu ağıt metni Kaşgarlı Mahmut’un Divanı Lügati’t-Türk’ünde yer almaktadır. Ayrıca, aynı yüzyılın diğer önemli eseri Kutadgu Bilig’de de ağıt geleneğinden söz edildiği görülmektedir.(Arat 1979: 459)
Türklerin yaşadığı diğer dönem ve coğrafyalarda da bu geleneğin güçlenerek devam ettiği bilinmektedir. Ağıt geleneği Türkiye sahasında da öneminden bir şey kaybetmeden devam etmiştir. Sözlü geleneğin önemli ürünleri olan bu ağıtlar zaman zaman yazıya aktarılarak edebi kaynaklarda da yerini almıştır.
Yüzlerce yıldır Türk insanı tarafından aralıksız söylenen ağıtlarla ilgili bu güne kadar istenilen boyutta bir derleme, tarama ve araştırma faaliyeti yapılamamıştır. Türkiye sahasında ağıtların bir haritası yapılamamıştır. 20. yüzyılın başlarından itibaren zaman zaman gerçekleştirilen kimi derleme çalışmaları, üniversitelerin Türkiye’nin sosyal ve kültürel alanda etkisini göstermeye başlamasıyla yeni yeni bilimsel çalışmalara dönüşmüştür.
20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren öğrenci tezlerinde ve bilimsel bildiri ve makalelerde ağıtların işlenen konular arasında yer aldığı görülmektedir. Bu dönemde ağıtlar üzerine çeşitli derleme ve inceleme kitapları da yayınlanmıştır. Bu konuda Esma Şimşek ve Muhan Bali’nin yayınları, son yıllarda yapılan çalışmalara örnek olarak verilebilir.
Ağıtlar Türk halk şiirini, yani Türk edebiyatını olduğu kadar Türk müziğini de ilgilendiren önemli bir kültür alanıdır. Ağıtların metin özelliği yanı sıra, zaman zaman daha da önemli olarak karşımıza çıkan bir ezgi, beste ve makam özelliği bulunmaktadır. Ağıtlar üzerinde bizim söylediklerimiz bir halk şiiri türü olarak metinlerle sınırlı kalmaktadır.
Sonuç olarak ağıtlar; kişilerin özgeçmişleri olduğu gibi, bir bakıma toplumlarında özgeçmişidir. Zira bir milletin özgeçmişini ağıtlardan izleyebilir ve görebiliriz. Bu bakımdan ağıtlar
CELAL OĞLAN HİKÂYESİ ve AĞITI
1) HİKÂYEYE GİRERKEN
Hikâye Sivas’ın Altınyayla ilçesinin Deliilyas kasabasında yaşanmıştır. Hikâyede Celal ile Döndü arasında geçen aşk hikâyesinin hazin bir şekilde neticelenmesi, bunu takiben Celal’in ölümünün toplum üzerindeki etkisi ve o günün şartları çerçevesinde ele alınıp işlenmiştir. Çünkü Celal’in en mutlu gününde amansız ölümü gerek o yörede, gerekse farklı yörelerde etkisini göstermiştir. Nitekim hikâye yazıya geçirilip derlendikten sonra Malatya Arguvan halkı da bu hikâyeye sahip çıkmış, kendi yörelerine ait bir hikâye olarak kabul etmişlerdir. Ayrıca Yozgat yöresinde Celal Oğlan adlı birinin yaşadığı söylenir. Bu hikâyeye göre’’ Celal oğlan askerlik dönüşü sevdiği kız Elif ile nişanlanır. Ancak Elif’in talipleri çoktur ve her erkek onu kıskanır. Bu nedenle düşmanları Celal’i düğün gecesi vururlar. Elif’te ortada kalmış ve o da bu hikâyede olduğu gibi düğün gecesi sevdiğini kaybetmiştir.’’ Bu hususa daha sonra değinilecektir. Şurası aşikâr ki Celal Oğlan hikâyesine birden çok yörenin sahip çıktığı ve sözlü ürünlerin ve kişilerin doğruluğunu daha iyi ortaya koyabilmek için o dönemin coğrafi, ekonomik, sosyal ve tarihi hakkında bilgi sahibi olmamız bizi asıl metne ulaştıracaktır.
2)DELİİLYAS BELEDİYESİ
a)Tarihçe
Deliilyas ismi, Şam Bayadı Türkmen aşiretine mensup bir oba ismidir. Türkmen aşiretleri Halep ve Şam Bölgesinden baharın gelmesiyle birlikte göç ederek, Deliilyas’ın bugünkü topraklarına geliyorlar ve bu toprakları yaylak olarak kullanıyorlardı. Bu göçebe yaşam yüzyıllardır devam etmekteydi. 1548 tarihinde Sivas’ın güneyinde Gürün, Kangal ve Tonus Nahiyelerini kapsayan bölgede Yeni il Sancağı adı altında bir sancak kurularak burası Halep ve Şamdan otlak ve yaylak amacıyla bu bölgeye gelen Türkmen aşiretlerinin iskân sahası olarak belirlendi. Osmanlı Devleti İdari teşkilatlanmasına göre Sivas Vilayetinin Yeni il Sancağına bağlı Kara Tonus(Altınyayla) Nahiyesinin bir köyü olarak görünen Deliilyas arye-i Karaca şehir nam-ı diğer Deliilyas olarak kayıtlara geçmiştir. Bu belgelerden anlıyoruz ki Deliilyas’ın kurulu olduğu köyün asıl adı; Karaca şehirdir. Deliilyas isimli Türkmen obası buraya iskân edildiği için daha sonra Deliilyas Köyü olarak isim almıştır. Genelde yaylak bir yer üzerine kurulu olan bu yerde konargöçer insanlar yaşamıştır. Köyün ilk kurucusu olan İlyas adında bir çoban, köye gelerek suyun ve bataklığın bol olduğu bir yere çadırını kurmuştur. Çevresindeki diğer konargöçerler onun uçsuz bucaksız bir yere konduğunu görünce ona ‘deli’ lakabını vermişlerdir. Zamanla da diğer insanlar suyun bol olmasından dolayı buraya gelip yerleşmişlerdir. Deliilyas adı da buradan gelmektedir. Köy üç sülalenin birleşiminden oluşmaktadır. Bu nedenle sülale içinde evlilikler sıkça görülmektedir.
b)Coğrafi Yapı
Deliilyas Belediyesi Sivas’ın güneyinde yer alan Altınyayla ilçesine bağlı mütevazı bir beldedir. Etrafı dağlarla çevrili olup, ova alanına kurulmuş bir yerdir.1965 yılında köy statüsünden belde konumuna geçen Deliilyas, bununla birlikte altyapı, sağlık, kamu gibi alanlarda da hızla gelişme göstermiştir. Su kaynağı bakımından oldukça zengin bir yer olup, yazları sıcak ve kurak, kışları da soğuk ve kar şeklinde geçer. Eskiden, kışın bir yere gidileceği zaman arabalar olmadığı için genelde kızaklarla ya da atlarla gidilip gelinirmiş. Baharda beldeye başka bir güzellik veren kavak ağaçların yapraklanması görülmeye değerdir. Beldeye en yakın yer Altınyayla’dır.
c)Ekonomi
Beldenin temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Son yıllarda sulama imkânının artmasından dolayı pancar ekimi beldenin temel uğraş alanı olmuştur. Bölge dışına oldukça göç veren beldenin az kısmı özel sektörlerde çalışmaktadır. Küçük ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde yem olarak ekilen yonca, eski önemini bugün kaybetmiştir.
d)Sosyal Yapı
Genellikle Alevi kesimden insanların yaşadığı bir yer olan Deliilyas Beldesi’nin, oldukça sıcakkanlı, yardımsever, misafirperver insanları bulunmaktadır. Eski gelenek ve göreneklerin bir kısmını bugünde muhafaza etmektedirler. Özellikle düğünleri başka bir güzellik verdiğini anlatılanlardan hareketle söyleyebilirim. Deliilyas’ta düğünler başka bir güzelliktir. Bütün sülaleler, aileler bu düğünlerde bir araya gelirler. Bu yörenin düğünleri beş gün sürmektedir. Her düğünde evin çatısına kırmızı bayrak dikilir, ölüm gibi durumlarda da siyah bayrak çekilirmiş. Eskiden düğün için erkek tarafı kız tarafına başlık parası verir, kız da damadın takımlığını(mendil) dikermiş. Bu bugün muhafaza edilmese de düğün yemekleri, giyim kuşamlar, düğünlerde oynanan oyunlar bugün her düğünde mevcuttur. Özellikle köfte ve tandır hala yapılmaktadır. Yine evlenmeden önce, önceleri en yakın sağlık kuruluşuna muayene için gidilir, muayene olduktan sonra 15 gün evlilik askıya alınır, ondan sonra evlilik gerçekleşirdi. Eskiden birbirini seven âşıklar, baskın toplum yapısından dolayı kayalıklarda, yonca aralarında buluşurlarken, bugün değişen şartlar gereği bu anlayış azalmıştır. Yine düğünlerde ve bahar aylarında oynanan cirit ve ata sporu olan güreş eskiden bu yörede mevcut iken bugün yoktur.
2)CELAL OĞLAN (KULMAÇ)
a)Hayatı
Fakir bir ailenin çocuğu olan Celal,1920 yılında Sivas’ın Altınyayla ilçesinin Deliilyas köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Hacı, 1.Dünya Savaşı’nda Doğu cephesine gönderilmiş, ancak bir daha kendisinden haber alınamamıştır. Annesi Medine, kocası Hacı’nın akıbetinin belli olmaması ve öldü izlenimi neticesinde Celal’in amcası olan Sarı Mithat ile evlendirilir. Tahminen Celal 13-14 yaşlarında annesini de kaybetmiştir. Celal’i ablası Döne yetiştirmiş ve ona bir anne şefkatiyle yaklaşmıştır. Çocukluğu ve gençliği hakkında fazla bilgi sahibi olamadığım Celal’in hayatı oldukça maddi ve manevi anlamda sıkıntılı geçmiştir. Oldukça yakışıklı, uzun boylu, esmer, yardımsever, babacan, alnı açık biri olduğu söylenir. Zeynep DURAK ,oğlu İbrahim DURAK için alnının açıklığından dolayı Celal’e benzediğini söyler. Celal, askerden döndükten sonra âşık olduğu Döndü’süne kavuşmak için çalışmak zorundadır. Nihayetinde aileler arası söz kesildikten sonra Celal, Sivas çimento fabrikasına amcasının oğlu Sefer ve köyden birkaç kişiyle çalışmaya gider.(1943) Fidan DEMİR KOPARAN ,onun İzmir’e de çalışmaya kısa bir süreliğine gittiğini söylese de diğer kaynak kişiler bunu doğrulamış değildir. O zamanlar yörede düğün ve nişanlar beş gün içerisinde bir arada yapılır, Celal’in ailesi de masraflar az olsun diye dört düğünü aynı anda yapmayı isterler. Celal’in ailesi maddi yetersizlikten dolayı başlık parası olarak Ahmet DEMİREL ’e inek vermişti. Sivas’ta dört yıla yakın çalışan Celal, düğünü yaklaştığı için köye gider. Köye geldikten sonra evlenebilmek için muayene olması gereken Celal Şarkışla’ya gider. Nitekim Celal Şarkışla’da muayene olduktan sonra, köye hasta olarak gelir. Bazı kaynak kişiler Celal’in hastalığını kimseye söylemediği, sadece ablası Döneye durumunu anlattığı ancak Döndü’nün ailesinin hastalığını duyma ve Döndüyü vermekten vazgeçme endişesi nedeniyle kimseye söylememesini tembih ettiği ve ablasına düğün bittikten sonra doktora gideceğini söylediği rivayet edilir. Ancak Celal günden güne kötüleşmiş, yatağa mahkûm olmuştur. 1947 yılında tahminen Kasım ya da Aralık ayında Celal, düğünü olamadan hakkın rahmetine kavuşur. Mezarlığı Deliilyastadır.
B)Celal’in Ölümünden Sonraki Çevre
Daha gencecik yaşta trajik bir şekilde Celal’in ölümü ailesini, sülalesini, yakınlarını çevre köy ve kazalarda yaşayan birçok kesimi yasa boğmuştur. Çünkü Celal her kesim tarafından sevilen, sayılan kalender bir insandı. Özellikle Döndü ve ablası Döne Celal’in ölümüyle kendinden geçmişler ve uzun süre bu hazin sonu unutamamışlardır. Bir yanda sevdiği, gözbebeği günlerce yolunu gözlediği Döndü, diğer yanda bir abla sıcaklığının getirdiği dostluğun, paylaşımcılığın simgesi Döne. Bu nedenle de Celal üzerine yakılan ağıtın birçoğunu bu iki kişi söylemiştir. Yine o yörede yaşayan diğer kadınlar da bu ölümden derin müteessir olmuşlar ve onlarda Celal’e ağıt yakmışlardır. Bu kişilere bu yörede ‘giyo’ adı verilmektedir. Celal’in sülalesi Celal’in ölümünden o kadar derin etkilenmişlerdir ki, Celal’den dört yıl sonra doğan abisi Yusuf’un oğluna Celal Kulaç adını vermişlerdir. Bu isim daha sonra çevre yerlerde yaşayan birçok insan tarafından her doğan erkek çocuğa verildiği görülmektedir. Celal’in ölümünden sonra diğer bir husus ise Döndü ‘nün halası Makbule ve amcası Hacı’nın kendinden geçmeleri ve akli vasıflarının bir kısmını kaybetmeleri sonucu kendilerine ‘deli’ lakabının yakıştırılmasıdır. Bu da Celal’in ölünün toplum üzerinde ne kadar tesir etmesi bakımından önemli bir husustur.
c)Döndü ‘nün Hayatı
Ahmet Demirel ve Elif Demirel ilk çocukları olan Döndü’nün kaç yılında doğduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Fidan Demir koparan, özgeçmişini anlatırken Döndü’nün kendisinden büyük olduğunu söyler. Celal ve Fidan teyzenin doğum yıllarından hareketle Döndü nün Celalden iki üç yaş küçük olduğu(1922-1923) anlaşılmaktadır. Babası baş çavuş olan Döndü, köyde annesi ve iki kardeşi (Mehpare – Dürdane) ile yaşamaktadır. Gençliği hakkında fazla bilgi sahibi olamadığım Döndü’nün oldukça cana yakın, güzel, çok türkü yakan, biri olduğu söylenmektedir.
Kendisi hakkında ki bilgilere daha çok Celal’in ölümünden sonra ulaşabildiğim Döndü, Celal’in ölümünden sonra bambaşka hüviyete büründüğü söylenir. Celal’in ölümüyle birlikte Döndü ortada kalmıştır. Döndü’nün yabacı bir yere gelin olmasını istemeyen aile Döndüyü Celal’in abisi Yusuf’a almak isteseler de, Yusuf bu ilişkiye razı olmamıştır. Daha sonra yine Celal’in kardeşi olan Hacı’ya almak istemişler, onun da yaşı (14) ufak olduğu için Döndü bir türlü Kara Mustafalara gelin olamamıştır. Aradan bir yıl geçmiştir. Döndü Celal’in amcazadesi aynı zamanda enişteleri olan Neşet’in oğlu Yusuf Beceren ile evlenmiştir. Yusuf, nüfus dairesine müracaat ederek Döndü nün adını ‘Şükran’olarak değiştirmiştir. Döndü nün bu evlilikten Abdulbaki adlı bir çocuğu olmuştur.(1952) Ancak Abdülbakinin 10 yaşında çiçek hastalığından ölümü Döndü üzerinde ikinci bir felaket olmuştur. Bu olaydan sonra bir daha çocuğu olmayan Döndü artık hayatla ilgisini kısmen de olsa kesmiştir. Özellikle de sandıkta muhafaza ettiği Celal’in fotoğrafını kocası Yusuf’un yırtması onu derin bir üzüntüye boğmuş Celal den kalan son hatırada yok olup gitmiştir. Bir rivayete göre Döndü, doktora gittiğinde doktorlar ona : ‘Kızım senin bu halin nedir, senin için ezilmiş, niçin bu kadar üzüntülüsün’ dediklerinde, Döndü koynunda sakladığı Celal’in resmini çıkarıp onlara göstererek ‘Bu yiğit yaktı içimi, ben gerisini neyleyim’ demiştir. Fidan teyzenin anlattığı bir anıda Döndü yine başka bir doktora gittiğinde doktorlar ona masaya yatmasını söylediklerinde Döndü masaya yatmamış ve doktorlar neden diye sorunca, Döndü onlara:
‘’Beni doktora götürdüler
Ben masanın dolusuyum
Doktorlar dokunman bana
Ben Celal’in delisiyim’’ diye karşılık vermiş ve muayene olmamıştır. Bu sözleri duyan doktorların hüngür hüngür ağladıklarını söyler Fidan teyze. Celal ve Abdulbaki’nin ölümleri Döndü’nün ruh dünyasını büyük oranda etkilemiştir. Büyük ihtimalle ölümüne kadar psikolojik bunalımlar yaşayan Döndü,1985 yılında bir akrabasının düğününden dönerken bir trafik kazası geçirir ve bir tarafı felç kalır.1999 da kocası Yusuf’un da ölümüyle iyice yalnızlaşan Döndü,2001 yılında yaşlılığının da getirdiği şartlarla yeğeni Mesut Beceren’in yanında kalmaya başlar. Mesut, Döndü’nün iki yıl bakım ve masraflarını karşılar.2003 yılında Döndü vefat eder. Mezarlığı Kayseri üçüncü kapı mezarlığındadır.
d)Celal ile Döndü’nün Aşkları
Bu konuyu o günün şartları çerçevesinde ele almak gerekir. Celal ile Döndü’ye ne zaman söz kesildiği, ne zaman nişanlandıkları hususunda hem fikir yoktur. O günün şartlarında düğün ve nişanlar aynı anda yapıldığı göz önüne alınırsa Celal ve Döndü’ye ihtimalle 1942-1943 yılları arasında söz kesildiği, Celal’in düğün masraflarını karşılamak için Sivas çimento fabrikasına girişi ve burada 4 yıla yakın çalışması bu hususiyeti doğrular niteliktedir. Celal ile Döndü, o dönemin toplum yapısı ve insanların bakışı noktasında, kayalık yerlerde, yoncalar arasında gizlice buluştukları aşikârdır.
Celal çimento fabrikasında çalışırken bir gün mektup alır. Mektupta düğün gününün yaklaştığı ve köye gelmesi istenir. Celal, amcasının oğlu Seferle birlikte köye döner. Sefer ile Fidan’ın da düğünü olacaktır. Bir rivayete göre, o dönemde 4 düğün, masrafları az olsun diye bir arada yapılacaktır. Buna göre Celal’in ağabeyleri olan Atem( Etem) ile Nuriye, Tayyar Mehmet ile Naciye, amcasının oğlu Sefer ile Fidan ve Celal ile Döndü bir arada yapılacak düğünlerdir. Ağıtta geçen bir dörtlükte:
‘’Bağdat Teyze Bağdat Teyze
Yine oldum derdim taze
Beş kızınan davet gezdim
Bizim düğün kaldı güze ‘’ bu rivayeti doğrular niteliktedir.
Şarkışla’dan geleli 17 gün olmuştur. Döndü, Celal’in damatlığını hazırlamış, ona kavuşma hayali içindedir. Ancak Celal köye dönünce hastalanmıştır. Söylenenlere göre ikinci düğün Celal’in düğünü imiş. İlk düğün Etem ile Nuriye’nin düğünüdür. Onlar evlenince Celal ile Döndü’nün düğünü olacaktır. Ancak Celal, hastalığının geçici olduğunu, iyileşeceği umuduyla Tayyar Mehmet ile Naciye’nin düğününün de olmasını istemiştir. Onların da düğünü olunca Celal’in hastalığı hala düzelmez. Hastalığını kimseye söylemediği söylenen Celal, Döndü süne kavuşma hayali noktasında Fidan ile Sefer’in de evlenmelerini ister. Fidan ile Sefer’in düğünü biteceği akşam Celal ile Döndü’nün kırmızı bayrağı çekilir. Ertesi gün ikisinin düğünü olacaktır. Nitekim Celal, tahminen geceleyin vefat eder. Celal ölünce kırmızı bayrak yerine eve kara bayrak çekilir. Fidan teyze şöyle anlatır: ‘’Celal’i yoklamaya gelmiştim, Döndü de oradaydı. Celal’in başucunda üzgün üzgün oturuyordu. Celal’in ayağında çorap yoktu, bende yatağın ayakucuna yanaşarak bir yastık alıp iki ayağının altına kattım. Sonra Döndü gitti, aradan fazla vakit geçmeden Celal öldü’’ şeklinde Celal’in son anlarını anlatır. Döndü’nün Celal’in ölümünü Tayyar Mehmet’in başlık ineğini salıvermesinden anladığı söylenmektedir.
e)Celal’in Hastalığı
1943 lü yıllar. O zamanlarda Sivas ta yeni çimento fabrikası açılmıştır ve işçi alınmaktadır. Celal de fakir bir ailenin çocuğudur. Döndü’süne kavuşmak ve düğün masraflarını biraz olsun hafifletmek amacıyla amcasının oğlu Sefer ve köyden birkaç kişiyle beraber Sivas’a gider ve çimento fabrikasında çalışmaya başlar. İlk zamanlarda Celal burada canla başla çalışmıştır. O dönemin şartları,sağlık hizmetleri,yeme içme, barınma gibi faktörler düşünülürse Celal burada 4 yıl mutlu mu, sıkıntılı mı bir yaşam geçirdiği net olarak ortaya çıkar. Celal burada bekâr odası denilen yerde birkaç arkadaşıyla birlikte kaldığı söylenir. Ancak bazı söylentiler de Celal’in otel parası vermemek için dışarılarda, çimento kâğıtlarını yere sererek yattığı söylenmektedir. Ağıtta geçen bir dörtlükte de şu şekilde ifade edilir:
‘’Bizde Şarkışla’ya gittik
Çamurlara bata bata
Celal bana ayıp etmiş
Kuru yerde yata yata’’
Celal’in hastalığı tahminen çimento fabrikasında çalışırken oranın ağır şartları, rutubetli ortamı ve çimento tozlarının ciğeri etkilemesi neticesinde hastalığı peyda oluyor. Celal Sivas’ta üç dört yıl çalıştıktan sonra köye dönmeye hazırlanır. Döneceği günün akşamında rüyasında hamamcı olduğu söylenir. Bunu diğer şahıslar da doğrulamıştır. Fidan Demirkoparan, bu durumu şöyle özetler: ‘’Celal, rüyasında artık ne görmüşse sabah uyanınca abdest alması gerektiğini söyler. Arkadaşları bu kışta, buz gibi havada nasıl yıkanacağını, köye varınca abdest alması gerektiğini söyleseler de Celal onları dinlemez. ‘’Fabrikanın yanından Kızılırmak nehri akmaktadır. Celal nehre giderek buzu kırıp orada abdestini aldığını söylenir. Bu olayı Fidan teyze, Talip Demirkoparan ve Hacı Demirkoparan doğrularlar. Karabağ Kulmaç , Şarkışla’dan dönerken hamamcı olduğunu, Hanlı Köyü’nde ihtiyacını karşıladığını ve bu olay neticesinde üşüttüğünü söyler. İbrahim Durak, Celal’in muayene olmak için Şarkışla ya gittiğinde dönüşte yorgunluk almak için buzlu havada bir taşın üstüne oturup, çeşmeden su içtiğini bu da hastalığını etkilediğini söyler. Yine Talip Demirkoparan, Celal’in tifo hastalığına yakalandığı dile getirir.
Görülüyor ki Celal’in hastalığı çimento fabrikasında peyda olmuş, rüyasında hamamcı olması ve bu ihtiyacını karşılaması onun hastalığını tetikleyen etken olarak gözükmektedir. Celal, yukarıda da bahsettiğim üzere köye hasta olarak gelir. Ancak bunu kimseye belli etmez. Fidan Demirkoparan, Şarkışla’dan döndükten on yedi gün sonra Celal’in vefat ettiğini söyler. Celal’in doktora hastalığı hususunda gidip gitmediği önemli bir husustur. O dönemde düğünlerin on beş gün tahlil sonucuna göre askıya alınması ve Celal’e doktorların herhangi bir teşhis koymaması, bütün bu olayların köye dönerken yaşandığını gösterir. Döndü’nün söylediği bir dörtlükte:
‘’Kurban olam Döne bacı
Ne zorumuş keskin acı
Bunun işi bitmiş diye
Doktor vermemiş ilacı’’diye sitem dolu söylemi, ya Celal’in doktora muayene olmaması ya da o dönem tıp ilminin yeteri düzeyde ilerlememiş olmasından kaynaklandığı söylenilebilir.
f)Celal Oğlan Festivali
Celal Oğlan hikâyesine ve sözlü ürünlerine birden çok bölgenin sahip çıktığını yukarıda bahsetmiştim. Bunlardan ilki Malatya Arguvan bölgesidir. Bu bölgenin bu hikâyeyi hangi hususta sahiplendiği kesin olarak belli değildir. Celal Oğlan adına çekilen filmin bu yöreye has karakterler çerçevesinde anlatılması, senaristlerin yanlış kaynak ve eksik bilgi edinmelerinden olsa gerekir. Çünkü film yanlış yerde çekildiği gibi Celal Oğlan hikâyesi ile ilgili bir özellikte bulunmamaktadır.
Celal Oğlan ile ilgili ikinci husus Yozgat yöresine ait Celal oğlan hikâyesidir. Bu hikâyede Celal ile Elif hikâyesi ve Elif’in Celale yaktığı ağıt, Döndü’nün ağıtıyla örtüşmektedir:
Elif Döndü
Aşağıdan guş geliyo Aşağıdan kuş geliyor
Sesi bana hoş geliyo Sesi banga hoş geliyor
Celal’i götüren motor Celal’i götüren taksi
Geri dönmüş boş geliyo Dolu gitti boş geliyor
Celal oy oy eşim oy oy
Kesillecce başım oy oy
Evimizin önü yonca Evlerinin önü yonca
Yonca gahmış dam boyunca Yonca kalkmış dam boyunca
Bu yoncayı kim biçecek Bu yoncayı kim biçecek
Celal oğlan olmayınca Celal oğlan olmayınca
İki ağıtı karşılaştırdığımızda birbirinin aynısı olduğu gözüküyor. Ancak hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu ayırt edebilmek için kaynak kişilerin yardımı gerekecektir. İkinci dörtlükten başlayacak olursak bu dörtlüğün Deliilyas’taki Celal oğlana ait olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü konuştuğum kişilerin tamamı eskiden yoncanın bu bölgede çok yetiştirildiğini, Celalgilin evinin önünde yonca bahçesinin bulunduğunu söylemektedirler. Hatta şiirde geçen başka bir dörtlükte:
‘’Yaz gelince biter yonca
Celal’in gülleri gonca
Beşikte bebek ağladı
Karadan bayrak kalkınca’’bu yargıyı doğrulamaktadır.
İlk dörtlükte bu dörtlüğün büyük ihtimalle Elif tarafından söylendiği kaynak kişiler tarafından doğrulanmıştır. Fidan Demirkoparan, Hacı Demirkoparan bu yargıyı doğrulayan kişilerdir. Onlara göre bu dörtlük Döndü tarafından değil başka kişiler tarafından söylendiğini söylerler. Çünkü o dönemde köyde araba, taksi, kamyon türü araçlar yoktur. İhtiyaçlarını genelde atlarla giderdiklerini ifade ederler. Bu da gösteriyor ki iki metnin birbirine karışmış olabileceğini ancak Yozgat yöresinde yaşayan Celal Oğlan hikâyesinin Deliilyas’ta yaşayan Celal Oğlan hikâyesinden etkilendiğini gösteriyor. Ağıda zamanla farklı çevreden insanların da katkıları kabul edilirse gıyoların da bu dörtlüğü söylemiş olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Celal Oğlan hakkında diğer önemli bir buluntu ise Ardahan vilayetinin Göle kazasıdır. Bu yörede de Celal Oğlan adında bir şahsiyetin yaşadığı, hikâye için diğer bir husustur. Ancak bu yörede yaşayan Celal Oğlan’ın hikâyesi ve sözlü ürünleri konusunda Deliilyas’taki Celal Oğlanla benzerliği mevcut değildir.
Erzincan yöresinde ağıt’ın asıl versiyonunun bazı kısımlarının değiştirildiği ve Celal hakkında yeni ağıtların yakıldığı gözükmektedir:
“Dokuz geyim çorap ördüm
Dokuz gaynım giysin diye
El bağladım divan durdum
Celal Oğlan görsün diye
Ayvalıktan çıktım yayan
Dayan dizlerim dayan
Kız geldim kız gidiyorum
Uyan celal oğlan uyan
Evlerinin önü yonca
Yonca çıkmış diz boyunca
Bu yoncayı kim biçecek
Celal Oğlan olmayınca
Evlerinin önü arpa
Arpa değil soğan imiş
Celal gilde bir düğün var
Düğün değil şivan imiş
Bel bağımı çözeceğim
Yoncalıkta gezeceğim
İzin verir kayınlarım
Ben gelinliğimi bozacağım
Arı gelir peteğine
Koyun gelir yatağına
Celal Oğlan çadır kurmuş
Şu dağın eteğine
Üç atım var biri binek
Mezarlıkta inek
Celal Oğlan ölmüş derler
Odasına yasa gidek
Kazan kurdum kapısına
Meyil verdim yapısına
Celal Oğlan ölmüş derler
Kilit vurdum kapısına
Elma attım yuvarlandı
Değdi yastık ılgalandı
Sandım Celal uyandı
Uyan Celal sabah oldu’
Bu anlaşılmazlıkları, paylaşımcılığı sona erdirmek için, 2008 yılında ilk kez Deliilyas kasabasında Hacı Demirkoparan öncülüğünde Celal Oğlanı Anma Törenleri düzenlenmeye başlanmıştır. Her yıl Temmuz ayının ikinci haftasında düzenlenen bu festivaller, son yıllarda sekmeye uğramış ve düzenlemez olmuştur. Yapılan ilk festivallerde Celal Oğlanı anma ve hatırlama ekseninde tanıtıcı konuşma yapılır, ardından yörenin kültürel özellikleri tanıtılır. Daha sonra şenlikler, yemekler gelen misafirlere doyumsuz bir zevk verir. Bu ve bunun gibi çalışmalar Celal Oğlan’ın asıl menşeinin perçinleşmesini ve gelecek nesillere doğru bir şekilde aktarılmasına katkı sağlayacaktır.
g)Celal Oğlan Adına Yapılan Çalışmalar
Celal Oğlan hakkında ilk çalışmalar 1980’li yılların başlarında gerçekleşmiştir. Baharözü Köyü’nden Âşık Feryadi ilk çalışmayı yapan kişidir. Daha sonraki yıllarda Nurettin Dadaloğlu derleme çalışması yapmıştır. Muzaffer Sarısözen tarafından ‘İpek Mendil’ olarak derlenerek TRT repertuarında çeşitli sanatçılar tarafından seslendirilmiştir.1990’lı yıllarda ise Ali Şahin Canozan ve Kadir Pürlü tarafından belgesel olarak SRT ‘de yayınlanmıştır.2007 yılında da hikâyeyi, tam olarak yansıtmasa da Celal Oğlan adına film çekilmiştir.
3)CELAL OĞLAN AĞITI
Tamamı yüz kıtanın üzerinde olduğu varsayılan ve 63 tanesine nail olduğum ağıtın ne kadar olduğu konusunda kesin yargı vermek güçtür. Hacı Demirkoparan ağıtın 60-70 arasında olduğunu söylemektedir. Hamit Beceren 200-300 arasında olduğunu, ancak zamanla unutularak azaldığını söyler. Ağıt üç kişi tarafından söylenmiştir. Çoğunluğunu Döndü söylemekle beraber, Celal’in ablası Döne ve ‘’GIYO’’ adı verilen ağıt yakan kadınlar da ağıta katkıda bulunmuşlardır. Ağıtın 62 tanesi Celal’in ölümünden sonra söylenmiştir. Diğer tek dörtlük Döndü’nün kına gecesinde Döndü tarafından söylenmiştir.
‘’Aha kınacım geliyor
Hacı kaynım düşmüş öne
Hoca namazı kılınca
Celal’e buyurmuş dua’’ dörtlüğü ağıtın ilk dörtlüğüdür. Ağıtta, irticalen söylenen ve Celal’in ölümünden sonra yine Döndü tarafından söylenen dörtlük ise:
‘’Açın kapıyı kapıyı
Duyanlar gelsin sesime
Pullu keten haram olsun
Soyha kalasıca fesime’’ dörtlüğüdür. Diğer dörtlükler ise zamanla Celal’in ölümünün toplum üzerindeki yansıması sonucu ortaya çıkmıştır.
AĞIT
İpek mendil dane dane
Yudular serdiler güne
Ana Celalimi yudular
Baş ucunda döne döne Kurban olayım Döne bacı
Celal ordan savuştu mu?
Dünkü giden ağca bebek
Dayısına kavuştu mu?
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Evlerinin önü yonca
Yonca kalkmış dam boyunca
Bu yoncayı kim biçecek
Celal Oğlan olmayınca İğde bitmiş dal atıyor
Celal odada yatıyor
Ne yatıyon soysuz Celal
Nişanlını el satıyor
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Evlerinin önü kare
Selam söylen Celal yâre
Nişanlısın eller almış
Bulunmaz mı buna çare? Kurban olam Döne bacı
Ne zorumuş keskin acı
Bunun işi bitmiş diye
Doktor vermemiş ilacı
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Sivas’taki büyük ordu
Babamda talime durdu
Kalkın gidek çimentoya
Çimento Celal’in yurdu Aşağıdan gelen deve
Gevişini geve geve
Sanki bende gelin oldum
Yukarıdaki büyük eve
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Al işliğin mor yeleği
Kısa dilemiş dileği
Akşamdan geri gidiyor
Celal’in başlık ineği Celal’de cirite binmiş
Davulcuya vur diyerek
Döndü kıza altın etmiş
Nefsine dur diyerek
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Nazlı benim eşim nazlı,
Ok kirpikli oyma gözlü
Bende buna yanmayım mı?
Her sırları bende gizli Neşed ’e gelinlik bozdum
Hem okudum hem yazdım
Akşam başlık giderkene
Çatlayıp da öleyazdım
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Kurban olayım canına
Felek düşürdü şanına
İki gözüm kör olaydı
Künde geleydim yanına Görümümün adı Döne
Ellerine yakın kına
İnce diktim ağca yudum
Helal olsun kana kana
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Bayrağı kara kaldırın
Davulu çifte vurdurun
Hacı Mehmetler dahımı
Beni oraya indirin Yüksek evlik büyük bucak
Gül topladım kucak kucak
Hey n’olurdu kadir mevlam
Öksüze düğün olacak
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Açın kapıyı kapıyı
Duyanlar gelsin sesime
Pullu keten haram olsun
Soyha kalasıca fesime Eser deli poyraz eser
Ciğerim içinden keser
Ana ben Sivas’a gitmem
Celal duyar bana küser
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Yaz gelince biter yonca
Celalin gülleri gonca
Beşikte bebek ağladı
Karadan bayrak kalkınca
Celal oy oy yavrum oy oy
Şarkışla’da muayene olduk
Beraber trene bindik
Bize nazar değer diye
Sorana kaynım dedik Ne yokuşun dibindeyim
Ne inişin başındayım
Bana dulluk yakışır mı?
Daha on beş yaşındayım
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Aha kınacım geliyor
Hacı kaynım düşmüş öne
Hoca namazı kılınca
Celal’e buyurmuş dua Ağlayıpta güleceğim
Çatlayıpta öleceğim
Yengeler kapıya geldi
Vur davulcu bineceğim
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Kurban olayım Makbule
Ne ağlıyon bağırarak
Ala çeyiz yazdırmadım
Tütün kahve dağıtarak Allı entere pullu keten
Nede güzel yakışıyor
Kara bayrak kalkınca
Gökte melek bakışıyor
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Yedi giyim çorap ördüm
Yedi kaynım giysin diye
Sandıktan poşu çıkardım
Celal güvey olsun diye Daha görmeyim görmeyim
Eloğlunun acısını
Ölürsem ölüme koymayın
Nazlı yârin bacısını
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Kurbanlar olayım Fidan
Bayrağım geri mi indi
Yürüyerek gelin geldim
Geldim de Celalim öldü Celal oğlan yola gitmiş
Sanki muradına ermiş
Bayrak dikileceği gün
Felek buna ayıp etmiş
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Yaz gelirde karlar erir
Sular gelir dura dura
Celal eşim can veriyor
Avazına vura vura Kapımızın önü arpa
Atlar gelir kırpa kırpa
Sanki bende gelin oldum
Allı duvak çarpa çarpa
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Adım batsın adım Döne
Yücelerden engine indi
Sana diyom kız Nafiye
Gelin Hocalara indi Arkamda beliğim ince
Örer dikerim kalınca
Vallaha da ata binmem
Celal eşim gelmeyince
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Susuz yerde bitmez söğüt
Deli oldum verin öğüt
Çevrelerde var mı ola
Celal gibi babayiğit Ben mi yazdım bu yazıyı?
Bozdurdum elli gaziyi
Bana ağlama diyorlar
Nasıl unutayım maziyi
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
El camiden çıkarken
Bulandım gardaş bulandım
Döndüyü gelin getirdik
Uyku uyumadım dolandım Künde söylerim adını
Alamam ben muradımı
Mezar taşına yazarım
Celal ile benim adımı
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Kaynımın Eşe karısı
Celal derdimin yarısı
Bakın kıyamet koptu
Düşman başına darısı Mezarımın sıra taşı
Yandı yüreğimin başı
Beni Yusuf ’a versinler
Yusuf Celal’in kardeşi
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Kapıdan araba geçti
Dolan Döndü bineceksin
Sevgili gardaşın yâri
Kime gelin ineceksin Aşağıdan kuş geliyor
Sesi bana hoş geliyor
Celal’i götüren taksi
Dolu gitti boş geliyor
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Tarlalarda ot yolardım
Ayak yalın başım kabak
Beni mezara götürün
Uzun gece olmaz sabah Dostlar bakın düştüm dara
Yürekte açıldı yara
Onu Allaha yoluyorum
Sebebi çekin dara
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Bağdat Teyze Bağdat Teyze Kar yağar dibi çıkışır
Yine oldu derdim taze Çoban davarı çekişir
Beş kızınan davet gezdim Kökte melekler ağlaştı
Bizim düğün kaldı güze Karadan bayrak kalkışır
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Babası trenden inmiş Sıra sıra oturmuşlar
Satar kızını kızını Hani Celal’in anası
Kaldırman Kürt Celalimi Ağlan bacılar ağlan
Yatsın süzünü süzünü Dizleri kürek yarası
Celal oy oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Kurban olayım Nafiye Yiğidim giymiş beyazı
Seni kınamda yatırım Işığı göğsünde parlar
Buna kader diyorlar Kara bayrak çekilmiş göğe
Böyle kadere batırrım Nice melekler bakar
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Efkâr beni aldı gitti Ben ne okudum, ne yazdım
Gözlerim yaşınan doldu Dağlar koyağında gezdim
Sen burada yok muydun Eşimin başına gidince
Gelin Hacı gile indi Çatlayıp ta öleyazdım
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Aman Atem kayın aman Mezarlığın kara taşı
Yolları bürüdü duman Yandı yüreğimin başı
Hatırınızı saydım da Çekip gitti Kürt Celalim
Ayağımla geldim taman Zehir etti bize aşı
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Uluyarak gelir yazlar Aşağıdan gelen atlı
Ötüşür ördekler gazlar Atlını yüreği dertli
Ameliye mi bir işi Döndüm de arkama baktım
Çavuş işi mi bu gözler Celal’in kapısı kitli
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Bizde Şarkışla ya gittik Çerçiler satıyor yemiş
Çamurlara bata bata Tepeliğim sade gümüş
Celal bana ayıp etmiş Yolda ki çalışan çavuş
Kuru yerde yata yata Hani Celal oğlum demiş
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Çıktım ziyaret başına Kara ceket dal istiyor
Kara çalı görünüyor Sallanmaya kol istiyor
Cahil idi benim eşim Uyan Kürt Celalim uyan
Ketenliye yeriniyor Döndü gelin yar istiyor
Celal oy oy yavrum oy oy Celal oy oy yavrum oy oy
Evlerinin önü arpa Evlerinde var makine Kırat gelir kırpa kırpa Derdi mi dökeyim kime
Benim oğlum hastalanmış Benim yavrum hastalanmış
Kuru yerde yata yata Götürmemişler hekime
3)AĞIT’IN YAPI BAKIMINDAN İNCELENMESİ
1)DIŞ YAPI
a)Nazım Birimi:
Ağıtın tamamı dörtlükler halinde söylenmiştir. Toplam 63 dörtlükten ve 252 mısradan oluşur.
b)Kafiye Şekli:
Ağıt, koşma nazım şekline göre kafiyelenmiştir. Kafiye örgüsü abab, bbcb şeklindedir. Bazı dörtlüklerde bu yapının dışına çıkıldığı görülür. Ancak çoğunluk olarak düz ve çapraz uyak kullanılmıştır
---------a ----------b
---------b çapraz uyak ----------b düz uyak
---------a ----------c
---------b ----------b
İpek mendil dane dane a Allı entere pullu keten a
Yudular serdiler güne a Ne de güzel yakışıyor b
Ana Celalimi yudular b Karadan bayrak kalkınca c
Başucunda döne döne a Gökte melek bakışıyor b
Ağıtta, Halk Edebiyatı manzum ürünlerinde kullanılan yarım kafiye kullanılmakla birlikte daha çok tam ve zengin kafiye kullanılmıştır.
Adım batsın adım Döne e: yarım kafiye
Yücelerden engine indi indi: redif
Sana diyom kız Nafiye
Gelin Hocalara indi
Kaynımın Eşe karısı sı: redif
Celal derdimin yarısı arı: zengin kafiye
Bakın kıyamet koptu
Düşman başına darısı
Mezarımın kara taşı ı: redif
Yandı yüreğimin başı aş: tam kafiye
Çekip gitti Kürt Celalim
Zehir etti bize aşı
c)Ölçü
Ağıtın tamamı hece ölçüsü ile söylenmiştir. Genelde 8’li hece kullanılmakla birlikte bazı mısralarda 7, bazı mısralarda bu sayı 9 ve 10 ‘a çıkar.
Açın kapıyı/ kapıyı Şarkışla’da muayene olduk
Duyanlar gelsin/ sesime Beraber trene bindik
Pullu keten/ haram olsun Bize nazar değer diye
Soyha kalasıca/ fesime Sorana kayınım dedik
Çıktım ziyaret başına
Kara çalı görünüyor
Cahildi benim eşim
Ketenliye yeriniyor
Genel olarak 5 + 3, 4 + 4 hece yapısından oluşmaktadır.
d)Nazım Biçimi
Anonim ve Âşık Edebiyatı’nın önemli bir nazım türü olan ağıt, genel olarak 8-10-11 hece sayısından ibarettir. Genelde 8’li hece sayısının kullanıldığı ağıt, kafiye şeması olarak Koşma ya benzer, ezgi ve konu bakımından ise Koşma’dan ayrılır. Konu bakımından acı dolu bir olayı ele alan ve o olaya ilişkin ezgisini oluşturan ağıt bu yönüyle diğer türlerden ayrılır. Bu bakımdan ağıt, dramatik şiir türünün güzel bir örneğidir.
2)İÇ YAPI
a)Konu
Ağıt, yaşanılan acı bir olayın insanlar ve nesneler üzerinde etkisi sonucu kişilerin duygularını açığa vurmasıdır. Celal Oğlan Hikâyesi’nde de Döndü’nün, Celal ölümü ve ona kavuşamamanın verdiği üzüntüyle birlikte, Döne’nin daha genç yaşlarda kardeşinin bu acı ölümünün verdiği derin üzüntü, ikisinde de aynı muhteva üzerinde birleşmesine imkân sağlar. Bu yolla duygularını ifade edebilecek, uzun yıllar bu acı hadiseyi anımsayabileceklerdir. Bu nedenle ağıtın temel işlevi hatıraya, anımsamaya dayalıdır.
Ağıtta Döndü bu duyguyu benzetmeler yoluyla, hayallerle ifade eder. Hemen hemen birçok dörtlükte, her şeyin Celal ölmeden önce yaşanmış gibi izlenim uyandırması, Celal’in ölümünün getirdiği duygu yoğunluğundandır.
b)Dil
Ağıt, halk ağzıyla sade, canlı bir Türkçe ile söylenmiştir. Yer yer Arapça ve Farsça kelimeler kullanılsa da yörenin özgün Türkçesi başarılı bir şekilde aktarılmıştır. Özellikle ses değişmeleri ve ünlü düşmesi, ağıtta belirgindir. Bu nedenle ağıtın hece bakımından eksik olan yerlerini tespit etmek kolaydır.
Kelimeler: yumak, gidek, soyha, süzün, ağ, ör, eşe, işlik, gazi, çerçi, çarpa, kırpa vs. Ses değişmeleri ve düşmeleri:
Eşe: Ayşe kün: gün
Dahım: Takım
Entere: Entare
Deyimler: başım kabak, gelinlik bozmak, davet gezmek vs
c)Üslup
Ağıtın çoğunluğunu söyleyen Döndü, bu söyleyişlerinde genel olarak etkileyici bir anlatım kullanır. Duygu yoğunluğunun verdiği şevkle, ağıt irticalen yaşanmış gibi bir izlenim verir. Bu da metni sıradanlıktan kurtarır. Anlatım ile ilgili diğer bir hususiyet, anlatımın benzetmelerle süslenmiş olmasıdır. Döndü bu duyguyu ifade ederken o dönemin insanlarını, toplum yapısını kültürel özelliklerini bir resim gibi göz önüne serer. Mesela:
‘Açın kapıyı kapıyı
Duyanlar gelsin sesime
Pullu keten haram olsun
Soyha kalasıca fesime’ dörtlüğünde Döndü’nün Celal’in ölümünün verdiği etkiyi tahayyül edebildiğimiz gibi, o dönem düğünlerinde gelinin giydiği elbiseyi yani yörenin folklorik özelliğini de görebiliyoruz. Bu anlatım ve görsel olgu bütün dörtlüklerde mevcuttur.
KAYNAK KİŞİLER
Karabağ KULMAÇ
Fidan DEMİRKOPARAN
Hacı DEMİRKOPARAN
Talip BECEREN
İbrahim DURAK
Hamit BECEREN
Zeynep DURAK
DELİİLYAS BELEDİYESİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.