- 445 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
393- kara kurbağa- ard-öyk, yeniyazımıyla
"- Işıklı ta orada... dükkancı, kurbağa topluyor."
Ne ki yolsuz adam varsa, tilki gibi kulağını dikmiş dinliyor...
Millet Bahçesinde iki kişi seslendirdi:
" - Işıklı’nın yanında ki dükkancı kovayla kurbağa alıyormuş kilosu üç liradan!"
Işıklı’nın a orada ki dükkancının tellallarıymış bu kişiler.
Demiş ki beceriksiz heriflere: Alın size şu kadar para gidin tellal edin!
Beceriksiz herifler: Yeşil kurbağaya Işıklı şu kadarına, şu kadar para veriyor. diyeceğine. YEŞİL nüansı’nı kurbağaların demeyince!..
Millet, genç, öğrenciler, ayakkabı boyacıları, yolsuzkalan kim varsa. Derelerden kara kurbağaları kovalarla Işıklının dükkanına boca ettiler.
Kızılay’ın dağıtımı varmış gibi... Anlamazın biri kazaen ordan geçse. Bu kanıya varmaksına mümkün değil engelleyemezdiniz.
Cadde rıhtım gibi kilitlenmiş. Polis faytonla yetişti. Leylek Palas’ın orada tertibat almıştı. Jandarma Sahil Palas’ın Az açığında yerleşmiş. Birinci dünya harbinden sonra ceridelere bu azamette bir yığılma kuyruk hadisesi düşmemişmişti.
Gazetecilerin eksiksiz hepsi gelmişti.
Selahattin Emi, Ezelhan Dayının oğlu. Rahmetli Selahattin Eminin oğlu: Çetin, Dursun: Kasım Tırpancının kaynı. Dursun’un Küçüğü: Balkan.
Şimdi kimse bişey demesin hatırem’çin.
Çehov’un öyküleri " Vişne Bahçesi" az mı aşağıdır? Yanlış anlaşmalarla başlar olay, köyde birbirine yanlış aktarmak, mikrop gibi yayılır.
Beceriksiz Tellallar: Yeşil kurbağa deseler. Bunun bulunması zordur...
Meşe Ardahan derelerinde toplar toplayan: o da on kilo, on beş kilo.
Hadise de yaşanmazdı. Ana baba günü, Alabalıktan, Sabgara’nın dereden, Konk’un dereleri, Kura nehrin o yan, bu yandan vedrayı (kova) dolduran Işıklı’ya komşu dükkancıya...
" Cigara parası alsam da kar anasını satayım." diyordu vatandaş.
Ne yalan söyleyim. Ben de bir vedra Alabalıktan doldurdum. Ordayım.
Bizim köyün: Yaylacığın çocukları çift kova ile gelmişler.
Ya... şimdi kuyruktan sıra gelecek sanıyoruz. Sigara falan içiyoruz. Bir şeyden vakıf değiliz. Olsa da cevap hazır: ÇOCUĞUZ!
Meğer bu kalabalık bir kuyruk hadisesine dönüşmüş.
Üç bini aşkın insan var. Bunun içindeki bizler: Kara kurbağayı Işıklı’ya satma kuyruğu sanıyoruz. Yeşil kurbağayı İstanbul’da alan biri varmış ona toplayan Artvinli kabzımal Işıklı’ya komşu dükkan’a, Hanak’ta birine, Çıldır’da esnaftan ikisine, Posof’ta ata’dan dede’den tüccar birkaçına zavallı adam talimat vererek Susuz’a gitmişti.
Adam ne bilsin, Ardahan’da Millet Bahçesinde; Tellal mesajın ırzına geçmiş.
Yeşil kurbağa; hadise kurbağa olmuş.
Kuyruk gittikçe artıyor. Dip köyler daha yeni duymuş. At sırtında gelen, Gölenin kimi köyleri; karanlık kavuşuyor amma yetiştiler.
"Hadise de ne?" diyebilirsiniz? Kurbağa sesi: VIRAK- VIRAKLAMA.
Ardahan’dan fezaya uğultu gidiyor: kıyamet gibi... kurbağa vığıltısı gidiyormuş.
O zaman SSCB vardı; sputnikle Ardahan’ı ve caddeyi ve de kuyruğu bulmuşalara. Sabırsız adamlar hemen Ankara’ya nota vermişler.
Ahıska’da ne ki insan var, kurbağa sesinden kudurduk. demişler.
Yahu bu hadisenin göbeğindeyiz de farkında olamıyoruz’a...
"Allah, allah!.."
"- Artvinliyi Susuz’da tutuklamışlar! Ardahana getiriyormuşlar."
Bizim haberimiz yok. Allahıma kitabıma. Kalabalıktan sıramız gelecekte sigara parasını doğrultcaz. Onun derdindeyiz.
" Ezizimin goru aynen öyle!"
Bir o kadar Işıklı Eminin komşusunu gördük. Ayağının altına kasa koydular dik sıçradı çıktı. Birşey söyledi, söyledi. Öz sözüne özü sinirlenip:
"- ...kime diyorsam! "dedi.
KİME DİYORSA!
Söylevin önünü anlamadığım gibi dalını da anlamadım. Kurbağaların vığılıtısı artık Ruslar gibi bizi de kudurtmaya başlamıştı.
Evrende tek ses vardı: Vığıldama. Başka bir ses bizi artık bozardı.
" - Hele ninni de ninni!"
Allah korusun sinirimiz bozulur, mozulurda. Allahım aklımıza mukayyet ol!
Çehov’a mukabele yapmam istense.
Yanlış anlaşma üzerine diye şart koşsalar. Rus öykücü Çehov’a bil mukabelen: Fellini tarzında Ardahan’da geçen hakikatte: Yeşil- kara kurbağa’yı anlatırdım. Bu hikayeyi yani.
Kimi motifler hayaldir. Kimileriyse hakiki ve sarih. Bizde yalan olmaz abey!
HELE NİNNİ NİNNİ DE NİNNİ
NİNNİ NİNNİ NİNNİ, GÜL NİNNİ NİNNİ!
... Ardahan bir hafta, yedi gün kurbağadan arındılamadı. Kara kurbağa hadisesi serencamını: Tellalların yeşil, kara gafletine yıktılar. İki beceriksiz herifin boynuna yıktılar.
Bir akıllı adam: " - Buna benzer bir hadisede camız derisinde yaşandı." dedi.
Can-ı et çeken kimileri: " -Gelin yalandan camız derisi değerliymiş. Paris’ten gelme herif, kilosuna bu kadar kıymet biçmiş. Müzellef’in köprübaşındaki yerinde toplayacakmış, diye yayın yapak..." demişti.
"Dağ- taş camız etiydi ben de yedim. Herkes yedi. Yemeyeni döverdiler!" dedi.
Deriyi alan yok! Anlaşıldı ama olan olmuştu!
"Ardahan’da camız kalmamıştı! dedi.
Gelgelelim bizim kurbağa’ya... Kara değil yeşil kurbağa toplanacakmış, bu iyi anlaşıldı. Kovaları caddeye boşaltan insanlar kırık hayalleriyle köylerine gerisin geri!... Millet’e gülmeğe mevzuu çıkmıştı. Kahvehanelerde konu açık oturum , sempozyum, forum gibi eni- konu gayet müştemilatlıca irdelendi. Seslerden bizar yaşlılar, huysahipleri, çocuklar rahatlaştı.
Temizlik dediğimizde: Bidon, bidon dereye kurbağaları döktü işçiler.
Beceriksiz herifler: tellallar; üç gün kahveye çıkamadı. Dördüncü gün parasına fanti oynamaya başladılar.
Sen gibi, ben gibi. Sanki hiç birşey olmamıştı.
İlan yanlışını: Sen yapmışın, ben yapmışım: onlar yapmamıştı!.. Vallahi böyle! "Şerefime... nikahıma..."
yalçıner yılmaz 16-11-2010- çanakkale