- 2734 Okunma
- 22 Yorum
- 5 Beğeni
Güneydoğuda Öğretmen Olmak
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Dünyanın gündemini takip etme, irdeleme, yorumlama merakımız olmasa gerek ki, güncel konularda yazı kaleme alma becerimizi pek geliştiremedik bu güne kadar. Edebiyat Defterinin bu müstesna sayfalarında yazı yazan öyle değerli üstatlar mevcut ki, herhangi bir olayın kamu oyunun vitrinine düşüşü ile eş zamanlı olarak, durumun oldukça enteresan bir yansımasını, alışageldiğimiz güzel üslupları ile süsleyerek, biz kalem dostlarının beğenisine sunabiliyorlar. Çok güzel ve imrenilecek bir yetenek bu. Her birini ilgi ile takip etmekteyiz.
Anadolu’nun hücra bir köşesinde, küçük bir köy ilk okulunun sakin atmosferinde kendi halinde yaşayan, hayalleri ve idealleri peşinde tükenmeyen bir enerji ile bıkıp usanmadan koşuşturan genç bir öğretmen kardeşimizin yaşantısından aktaracağımız küçük bir kesitle, yeni başlayacak olan eğitim-öğretim döneminin arifesinde, gündeme dair küçük bir not düşmüş olalım biz de sayfamıza.
Yıllar önce, ilgi ile hikayesini dinlediğimiz, mesleğine duyduğu kara sevdaya hayran kaldığımız o sevgili genç öğretmen arkadaşımız bu gün nerelerdedir, neler yapmaktadır, hayatı nasıl seyretmektedir bilemiyoruz ama, bu vesile ile bir kez daha kendisine selamlarımızı ve gönülden sevgilerimizi gönderme fırsatı yakaladığımız için mutluyuz.
Nisan aylarının başları idi. Kurtalan’ın bu küçük köyüne, pek öğretmen barındıramayan ve sadece iki sınıftan oluşan, on dokuz öğrencili bu mütevazi ilk okuluna atanışının üzerinden nerede ise iki yıl geçmişti. Sessiz, sakin,hayatın meşakkatlerinden, sevimsizliklerinden uzak, huzur dolu kos koca iki yıl.
Artık her kıvrımını, her çukurunu, her tümseğini, karını, boranını, dumanını yoldaş bellediği Garzan dağının yorgun ve çıplak tepelerine dalıp gitmişti yine bu serin bahar sabahında. Dağın eteğini yalayıp geçen ve kendi bildiğince Dicle’ye doğru kıvrıla kıvrıla akan Garzan çayı, mevsim gereği coşmuş, sıcak ve kurak geçen yaz aylarının aksine, vadi çevresindeki arazileri işleyerek, topraktan derledikleri nimetlerle hayatlarını idame ettirmeye çalışan fakir köylülere, bereket bildikleri su konusunda oldukça cömert davranmaktaydı bu günlerde.
İkinci teneffüs idi. Tek öğretmeni olduğu okulda, ders saatlerini öğrencileri ile birlikte sıkılmadan geçiriyordu da, şu yalnız kaldığı dinlenme aralarını gerçekten hiç sevmiyordu. Okul saatleri dışındaki zamanı zaten hep yalnızlıklarla dolu idi; bu aralar da olayın ekstrası oluyordu resmen. Hem müdür, hem de öğretmen odası olarak kullandığı küçük odada durmadı, okul bahçesine çıktı, neşe içinde oynayan öğrencilerin arasına karıştı.
Havalar, yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı artık. Karasal iklimin kasıp kavuran kış soğuklarının beli kırılmış, memleketin yüksek rakımlı bu ıssız köşesine de bahar elini uzatmaya başlamıştı. Alçak,toprak damlı, kerpiç evlerinin sıkı sıkıya örtülü kapıları, karların erimesi ve havanın usuldan ısınmaya yüz tutmaya başlaması ile aralanmış, hayvanlar yeşillenmeye yüz tutmuş araziye salınmış, ekilecek alanlarda tek tük çalışan köylüler gözükmeye başlamıştı. Hatta ve hatta, kış boyunca pek hareket gözlenmeyen köy yolundan gelen-gidenlere de rastlanır oluyordu bu günlerde.
Ellerini arkasında kavuşturdu; başını, ayak uçlarına, aheste aheste adımladığı kıraç toprağa sabitledi. Küçük bahçenin bir o ucuna, bir bu ucuna dolanıp durdu. Attığı her adım, geçmişlere, hatıralarının derinliklerine doğru alıp gitti düşüncelerini.
Genç, neşeli, temiz kalpli, pırıl pırıl bir güzel kızdı Esra öğretmen. Hayatı daima mutluluk penceresinden seyreder; mutsuzlukların, kötülüklerin, sevimsizliklerin dünyasına uğramaması için inanılmaz bir çaba sarf ederdi. Hayal kırıklıklarında ise, kendini avutacak bir bahaneyi her zaman bulunur, her olumsuzluğun elle tutulacak bir köşesini keşfetmesini çok iyi başarırdı. Eee!... Boşuna ’Pollyanna Esra’ dememişlerdi ona.
Denizli’nin güzel bir ilçesinde doğmuş, oldukça mutlu bir çocukluk geçirmiş, batı kültürünün serbestliği ile yetişmişti. Eğitim hayatı çok başarılı olmamakla beraber, bu durum, ideali olan öğretmenliğe erişmesine engel olmamıştı. Uğraşmış, didinmiş, yüksek tahsilini tamamlayarak, okulundan sınıf öğretmeni diploması ile mezun olmuştu. Atanacağı okulun, yetiştireceği öğrencilerin hayali ile KPSS sınavlarına hazırlanırken duygularının sesine uymuş, üniversite sıralarından tanıştığı ve gönül koyduğu bir meslektaşı ile dünya evine girmişti.
İlk yıllarda sınavı kazanamamışlar, hayata atılma fırsatı yakalayamamışlardı. Bu moral bozukluğunun etkisi ile evliliklerinde sorunlar çıkmaya başlamıştı bir zaman sonra. Ölümsüz zannettikleri aşk duyguları, usuldan usula yerini nefrete bırakmaya başlamıştı günler geçtikçe. İşin sonunun selamete varmayacağını fark etmişti her ikisi de, çocukları olmayışına şükredip, anlaşarak boşanmışlar, kısa süren bu birlikteliğin ardından, bir daha kesişmemek kaydı ile yollarını ayırmışlardı.
Sonrasında, biraz daha sağlam tutunmuştu hayata Esra, biraz daha gayret göstermişti, emeğinin karşılığı olarak da KPSS sınavında başarı göstermiş, ardından da Kurtalan’ın bu küçük köyüne sınıf öğretmeni olarak atanmıştı.
Haritadan köyün yerini zar zor bulmuşlar; biricik çocuklarının tek başına, Anadolu’nun o ıssız köşesine gitmesine şiddetle karşı çıkmıştı ailesi. Ama o, hayat ipinin bir ucunu kavramaya,tüm zorlukları ile mücadele etmeye kararlıydı. Epeyce bir dil dökme sonucunda, onları ikna etmeyi başarmış ve valizini kaptığı gibi kendini Siirt’in bu dağ köyünde buluvermişti.
Memleketin gözlerden uzak, kervan geçmez-kuş uçmaz köşelerine dağılan eğitim gönüllülerine oranla şanslı sayılabilirdi Esra öğretmen. Zira, başta muhtar olmak üzere tüm köylü, çocukların eğitimine, okula ve öğretmene gerçekten çok değer veriyor; bu küçük binayı ve bu genç bayan öğretmeni kendilerine sunulan bir velinimet olarak görüyorlardı. Diğerleri gibi onun da kendilerini bırakıp gitmemesi için, ellerinden gelen ne varsa artlarına koymuyorlar; onu, kendilerinden biri imiş, kendi evlatları imiş gibi koruyup, kolluyorlardı. Köydeki her yaşlı insan onun babası, her kadın da anası gibiydi. Zaten, öğrencilerinin hepsi de kardeşi gibi değil miydi?
Küçük bir kız öğrencisinin, eteğini çekiştirmesi ile uyandı dalıp gittiği hayallerinden.
-Öğretmenim!...Öğretmenim!...
-Ne oldu Hatice?
-Bisküvi yer misiniz öğretmenim?
Şaşırmıştı. Bir müddet öğrencisinin ışıl ışıl parlayan gözleri ve elinde tuttuğu bisküviye baktı. Hoş bir tebessüm eşliğinde uzattığı bisküviyi aldı, sevgiyle başını okşadı.
-Teşekkür ederim Hatice. Çok sağ ol.
-Siz de sağ olun öğretmenim.
Çocuk, arkasını dönüp gitmedi. Öğretmeninin, verdiği bisküviyi yemesini, dolayısı ile duyacağı hazzı görmek istedi. Bunu fark eden Esra öğretmen, küçük bir dilim kopardı ve zevkle çiğnemeye başladı, efekt olsun diye de hoşlandığını gösterecek mırıltılar çıkarmayı ihmal etmedi.
-Çok güzelmiş bu Hatice gerçekten. Nereden aldın?
-Köyün bakkalından öğretmenim.
-Güzel. Hadi bakalım, oynamana devam et sen.
Çocuk gider gitmez, arkasını döndü Esra öğretmen ve ağzında biriktirdiği bu sevimsiz tadı, henüz midesi bulanmadan dışarı boşalttı. Allah’ım, ne sevimsiz bir şeydi bu. Ne kötü bir lezzet tanımıydı. Bu fakir ama iyi yürekli insanların çocukları, hayatlarının hiç bir evresinde, güzel tanımına uygun bir durumla karşılaşmayacaklar mı diye düşündü. Köyün bakkalından bisküvi diye satın aldıkları bu ne idüğü belirsiz nesne, kim bilir hangi diyarda, hangi sağlıksız şartlarda üretilmiş, sonra da çocuklara mutluluk kaynağı olarak sunulmuş.
Bu duruma gerçekten çok üzülmüştü. O gün okuldan sonra hemen köy bakkalına gitti. Çocuklar için satılan tüm şekerlemeleri, bisküvileri ve diğerlerini inceledi. Hepsi rezalet, ağza dahi konulmayacak şeylerdi ama, satıcısına da bir şey söyleyecek durumda değildi. Sonuçta arz-talep meselesiydi bu ve ekonomik güçleri ancak bu kadarına yetebiliyordu.
Günlerce bu olayın etkisinden kurtulamadı. Ne yapabilirim, bu çocukları nasıl gerçek güzelliklerle tanıştırabilirim diye düşündü. Daha sonra oturdu, memleketin tüm büyük bisküvi fabrikalarına mektuplar yazdı, durum hakkında bilgi verdi. Öğrencilerini, gerçek tat ile tanıştırıp tanıştıramayacaklarını sordu. Bir çoğundan cevap dahi gelmedi. Sadece bir tanesinden, ’Mektubunuzu aldık, durum değerlendirmesi yapacağız.’ diye bir cevap aldı.
Aradan günler geçti; bahar, tüm güzelliği ile çorak araziyi yeşile boyadı; ekinler yeşerdi, soğuk kış mevsimini ahırlarında hapis geçiren hayvanlar, kısa zaman sonra sararacak otların lezzetini tatmak için yamaçlara yayıldı özgürce. Öğretim döneminin son günleri yaklaşıyordu, karne heyecanı usuldan usula hissedilmeye başlanmıştı okulda. Esra öğretmenin için ise, sevgili ailesi ile özlem giderme günleri... Bu arada, bisküvi meselesi unutulmuş, köy bakkalında tükenen sevimsiz şekerlemelerin yerini, yeni sevimsizlikler almıştı.
Bir gün, son ders saatinin nihayetine doğru, telefonu çaldı Esra öğretmenin.
-Alo!...
-Esra öğretmenle mi görüşüyoruz efendim?
-Evet, benim. Buyurun.
-Hocam, kamyonu nereye yanaştıralım diye soracaktım. Rahatsız ettim, kusura bakmayın.
-Ne kamyonu? Nerede?
-Okulun önündeyiz de hocam.
Esra öğretmen, şaşkınlık içinde pencereye koştu hemen. Onun telaşını gören öğrencileri de üşüştüler ardından pencerelere. Hiç biri, gördüklerine inanamadılar. Okulun bahçesinde, belki de o güne kadar bu küçük köye hiç gelmemiş büyüklükte ve güzellikte bir kamyon duruyordu. Üzerinde de, ülkenin en büyük bisküvi fabrikasının adı yazıyordu.
Bir anda okul bahçesine aktı tüm sınıf. Tarlalarda çalışmakta olan köylüler, köy kahvesinin önünde oturmakta olan insanlar, öğlen namazı için hazırlık yapmakta olan caminin imamı, yamaçlarda hayvan yayan çobanlar, velhasıl-ı kelam tüm köylü akın etti okula kamyonu görünce.
Kamyondan çıkan düzgün giyimli adam, kibarca elini uzattı Esra öğretmene.
-Esre öğretmen mi?
-Evet, benim.
-Efendim, ben fabrikamızın bölge sorumlusuyum. Bizlere başvuruda bulunmuşsunuz, ’Öğrencilerim diğer çocuklar gibi bisküvi tadıyla tanışamıyorlar’ diye.Yönetim kurulumuz, duygusal mektubunuza karşı kayıtsız kalamadı, öğrencileriniz için bu kamyonu gönderdiler. Nereye yaklaştıralım kamyonu?
Öğrencilerinin sevinç çığlıkları bir taraftan, Esra öğretmenin göz yaşlarına diğer taraftan... Ne oluyor diye koşup gelen köy sakinlerinin şaşkınlığı diğer taraftan... El birliği ile, öğretmen odası olarak kullanılan bölüme taşıdılar getirilenleri. Fabrikanın ürettiği tüm ürünlerden bir kaç koli gönderilmişti. Sadece bisküvi değildi gönderilenler, çeçit çeşit çikolatalar, gofretler, karameller ve daha bir çok ürün.
O gün, Esra öğretmenin öğrencileri, gerçek bisküvi ve gerçek çikolata tadı ile tanıştılar. Rengarenk ambalajlar içindeki çikolataları hayranlıkla incelediler, zevkle yediler. Hatta, evdeki kardeşlerine, anne-babalarına dahi götürdüler. Kahve önündeki ihtiyarlar, caminin imamı, tarladaki çiftçiler, hatta koyun güden çobanlar bile tattı bu güzelliği.
Esra öğretmen, o yılkı eğitim-öğretim dönemini çok mutlu ve başarılı kapadı. Gönül rahatlığı ile tatile, annesinin-babasının yanına gitti. Güzel bir tatilin ardından da, yılın yorgunluğunu attı üzerinden, gelecek dönem için bolca enerji depoladı. Bir Eylül başlangıcında da, tekrar köyüne, hasretle kendini bekleyen öğrencilerine döndü.
Bilemiyorum, şimdi hala oralarda mıdır? Ya da yurdun başka bir köşesinde, başka yoksul öğrencileri, başka lezzetlerle tanıştırma peşinde midir?
Bir tutam hayat-14.09.2014-Azerbaycan
YORUMLAR
Epey bir zamandır uzağım Edebiyat Defteri sitesinden. Rastgele gezinirken sizin yazınıza takıldım ve sonuna kadar ilgiyle beğenerek okudum. Mesleklerin içinde en kutsal olanıdır öğretmenlik. Artık müdavimiyim yazacaklarınızın. Emeğinizin boşa gitmeyeceğini, yapılan yorumlardan ve verdiğiniz yanıtlardan anlıyorum. Tebriklerimi bildirirken, selam ve saygılarımı da iletirim.. Hoşça kalın.
Anlatım çok güzeldi
Kurtalan'a gitmiştim.
Esra öğretmenler çoğaldıkça
sizin gibi Esra öğretmenleri anlatanlar çoğaldıkça
ülkemin her noktasına aydınlık gelecek gidecektir.
tebriklerimle dostum
ersinbaşeğmez
hakkıydı
Bir tutam hayat
yazanlar çoğaldıkça,
çok Esra öğretmen tanıyacağız buralarda.
Eğer Canan Karatay(PrfDr) bu yazıyı okumuşsa yandı gülüm keten helva. “Tüü zehirlediniz çocukları bisküviyle, gofretle, çikolatayla” diye canına okumuştur Esra hocanın şimdi. Tamam, Canan hocam tamam, asayiş berkemal, sadece münferit bir vaka. Bir daha olmayacak söz.
Neyse Canan hocanın gazını da almış olduk bu arada, biz Esra hocanın amel-i halis düşünceyle hareket ettiğini biliyoruz, o da gönlünü ferah tutsun.
Yalnız bakkalın bakışlarını hiç beğenmedim, bakkala dikkat etsin. Her an ayağını kaydıracak bir muz kabuğu atabilir yoluna. Laf aramızda haksız da sayılmaz yani. Köyde bir bakkal ne satar ki; ya bisküvi ya çiklet ya da plastik top (o da ucuz ve çabuk patlayanlarından ki, sürümden kazansın). Bir kamyon bisküvi demek (ortalama) üç senelik ciro demek belki de onun için. Allahtan dükkân kira değil garibimin.
Tamamen duygusal (!) sebeplerle merdiven altı imalatı bisküvileri o da kerhen(!) yiyen çocukların, yine tamamen duygusal sebeplerle damak tadı ayarı ile oynamak o gün (hafta veya ay ama kesinlikle yıl olmaz)) için zevahiri kurtardıysa da; paketin üzerindeki içindekiler kısmında “E” bilmem kaç numara kodlu kimyasal ile harmanlanmış, glikoz istiap haddi haddini bayağı aşmış uyduruk isimleri ile janjanlı kâğıtlara ambalajlanmış o marka bisküviler, gofretler, çikolatalar o canım köy ketesinin tahtını gram sallayamaz ona göre. Yarın bir gün o bisküviler hep elde kalır, öğretmenler odasında kurtlanır sa karışmama benden söylemesi.
Naçizane fikrim, daha kalıcı, iz bırakıcı kampanyalar düzenle Esra kardeşim. Ne biliyim şimdi, mesela oralar soğukta olur, kışlık kılık kıyafet, ayakkabı bot kampanyaları düzenle, defter, kitap, kalem silgi gibi kırtasiye malzemeleri kampanyaları düzenle falan filan. Bu millet âlicenaptır, herkesin gardırobunda mutlaka az kullanılmış(!) beğenmediği kıyafeti, giymediği ayakkabısı mutlaka vardır. Sökükleri sen dikiver gayrı, bol gelen ayakkabılara da çift çorapla giysinler, daha sıcak tutar. Haa kitap neyin istersen kömürlükte yirmi yıl(!) önce gazete promosyonuyla alınmış ansiklopedilerim var, onları yollarım(kargo ücreti benden haberin olsun). Biraz küflü müflü ama nemli bezle silersen cillop gibi olurlar.
Benden bu kadar, Esra kardeşim
Başarılar
Vefa mı? Aksaray’dan Unkapanı’na giderken Bozdoğan kemerini geç, hah işte hemen sağda…
Tebrikler, selamlar, saygılar( bu sayın yazara idi)
Bir tutam hayat
dalga geçmek için mi yazdınız, bilemiyorum.
Ya da,
belki ufaktan bir espri esintisi olsun diye mi?
Her iki halde de, hoş olmadı sözün doğrusu.
Neyse.
Okuyucunun taktiri diyelim.
Bu arada,
Esra öğretmen,
o söz ettiğiniz yardımları da topladı, çocuklarına dağıttı.
Giyecekler, ayakkabılar, kırtasiye malzemeleri.
Ayakları ısındı, ablalarının, abilerinin eskilerini giymekten kurtuldu fukaralar.
Fena mı oldu?
Ağyar
Verdiğim kalıcı rahatsızlık için özür diliyorum. Saygılar
Meraklısına not: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0roni
Bir öğretmen ruhuyla bunu okumanın tadı da ayrıymış.
Güne düşmeyi fazlasıyla hak etmiş çünkü okunması gereken bir yazı.
Ben zaten kurduğunuz cümlelere, verdiğiniz duyguya, temasa fazlasıyla hayranım.
İyi ki okudum ve iyi ki yazdınız.
Ellerinize, yüreğinize sağlık.
Hep var olun.
Bir tutam hayat
Nasıldır bilemiyorum ama,
çok güzel bir şey olduğunu tahmin edebiliyorum.
Ne yazık ki,
bizler tanışamadık o tatla.
İnsanlar, kendilerinin erişemediği güzelliklere,
çocuklarını yönlendirirler derler.
Doğrudur herhalde.
Benim kızım da edebiyat öğretmeni oldu zira.
Gerçi benim edebiyata ilgimi kimse fark edememişti.
Kendim de dahilim buna.
Sadece,
güzel mektup yazıyorsun derlerdi.
M,
içimizde bir yerlerde,
edebiyatın doyumsuz tadı gizliymiş.
Geç fark ettik. Ömür, intikaları oynamakta zira.
Güzel yorumunuza çok teşekkür ediyorum efendim.
Bu sayfaların önemli bir rengisiniz.
Böyle gönlü yüce, kendisini öğrencilerinin hem öğretmeni hem annesi gibi gören, idealist öğretmenlere ihtiyacı var bu ülkenin.
Eğitim, görgü, terbiye, ananeler ile önce evde başlar, sonra ilk okul öğretmenin ellerinde devam eder.
Hiç de kolay değildir bu meslek. Kimi zaman insanın kendi çocuğuna bile tahammül edemediği anlar olurken, bir sürü çocuğu eğitmeye çalışan öğretmenlerimize Allah güç kuvvet, hoş görü ve bol sabır vesin.
Sevgiler,
Billur T. Phelps tarafından 9/15/2014 9:37:36 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bir tutam hayat
Öğretmenlerimizin işi zor.
Haklarını ödemek de zor.
Küçük bir anımı aktarayım bu vesile ile izin verirseniz.
Benim oğlan çok yaramazdı küçükken.
Ele, avuca sığmazdı, bir saniye sakin durmazdı.
Ankara'dayız, yakınımızda bir kız sanat lisesi mevcut.
Oranın da, bir kreşi var. Kız öğrencilerin dersleri ile ilgili açılmış sanırım.
Cüzi bir ücretle(Belki de parasızdı, hatırlamıyorum şimdi.) çocukları alıyorlardı.
Eşim, oğlanla baş edemeyince, oraya yazdırdı belki arkadaşları arasında sakinleşir diye.
Zavallı öğretmenler, çok çektiler bizim çocuktan. Ama, bizim veremediğimiz terbiyeyi verdiler, topluma uyum sağlamasını öğrettiler.
Ne demeli?
Yıllar geçti, hala arkalarından şükranlarımızı eksik etmeyiz.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum efendim.
Bir tutam hayat
tüm emeklere değdi doğrusu.
Çok sağ olun.
Bir tutam hayat
tüm emeklere değdi doğrusu.
Çok sağ olun.
öykü çok etkileyiciydi
hele ki gerçek hayattan olması daha da bir etkili oldu üzerimde
güne ve yerine yakışmış usta kalem
kutlarım
saygılarımla
Bir tutam hayat
hikaye ancak bütünlük kazanıyor.
Burada bir güzellik söz konusu ise,
o da sizlerin güç veren, kuvvet veren, gayret veren cümlelerinizdir.
Çok sağ olun.
Değerli yazar, o ince ince kurgulayıp, özenle seçtiğiniz sözcüklerle süsleyip sunduğunuz öykülerinize nasıl baktığımı hep yazdım.Bu öykünüzdeki bisküvi şirketinin, öğretmenin mektubuna inanılmaz bir aliceneplıkla verdiği karşılık beni çok farklı bir konuyu işlemeye itti.
Bir paylaşım sitesi olan Defterde daha çok, hatta sadece öyküleri okurum. Bazı yazarlar var ki, Bir Tutam Hayat, Çamlısoy, Davidoff, Maybull, Glenay, Ağyar ve adını yazmayı unuttuğum bir çoğu gibi, hem sık sık yazarlar hem de hemen hemen her öyküye yorum yaparlar. Başka insanlarda onların öykülerine yorum yazar. Bence paylaşmanın olduğu yerde başkaca da bir şey akla gelemez.
Benim dediğim bu değil!
Zira bu değerli insanlar bırakın kendilerinin diğer öykülere yorum yapmalarını, kendilerine yapılan yorumları da atlamıyor, mutlaka en samimi duygularıyla teşekkür etmesini de biliyorlar.
Geçenlerde bir yazarın bir kaç yıl önce yazdığı bir öyküye denk geldim. Her açıdan çok hoşuma gitti ve takdir edilmesi gerektiğini düşünüp, yazmak için yorum bölgesine indim. Bir tek yorum vardı. Ama ne yorum! En az bir yarım saatlik emek isteyen, en az öykü kadar kıymetli bir yorum...Düşünsenize, aradan bir kaç yıl geçmiş, yazar daha bir yığın öykü yazmış ama bu yoruma tenezzül edip, tek bir cevap yazmamış.
Tabi ben de yorum yazmaktan vazgeçtim.
Değerli yazar aktardığınız öyküdeki şirketin alicenap cevabı bana bunları hatırlattı.
Sağlıcakla...
Bir tutam hayat
Kendi açımdan bir açıklama yapmak isterim bu konuda.
Biliyorsunuz, Azerbaycan'da, yalnız yaşayan biriyim ben.
Sosyal hayatım pek aktif değildir.
Öyle gezmeyi-tozmayı, barlara,-bahçelere takılmayı pek sevmiyorum.
Çocukluğumdan kalma bir alışkanlıkla, kendi evimde, kendi dünyamda yaşamayı seviyorum.
İnternetteki sosyal paylaşım sitelerini de pek sevmem, takılmam.
Facebook adresimi, sadece ailemle haberleşmek için kullanıyorum mesela.
Başka hiç bir aktivitem olmaz orada.
Edebiyat Defteri hariç, yazı yazdığım başka site de yoktur.
Eskiden bir iki blog vardı, bazı nedenlerden dolayı kapadım onları.
Lafı uzatmayalım,
bütün boş vakitlerimi bu sayfaya ayırıyorum diyebilirim.
Fabrika kuruluşumuz tamamlandı, işçiler bayağı bir yetiştiler.
Artık danışman gibi çalışıyorum fabrikada da ve bu bana çokça boş vakit kazandırıyor.
Demek oluyor ki, Türkiye saati ile, her gün 07.00-21.00 arası defterde olabiliyorum.
İşte bu nedenledir çokça hikaye kaleme almamız, çokça hikaye okumamız, çokça yorum yazmamız ve yapılan yorumlara çokça cevap yazmamız.
Biz halimizden memnunuz.
Umarız ki, kalem dostlarımız da memnun olurlar.
Değerli yorumunuza çok teşekkür ediyorum.
Sağ olun.
Bilemiyorum, şimdi hala oralarda mıdır? Ya da yurdun başka bir köşelerinde, başka yoksul öğrencileri, başka lezzetlerle tanıştırma peşinde midir?
Ama ben YAZININ, babamın maaşını almak üzere bulunduğumuz köylerden ilçeye her gidişinde karton kutuda getirdiği ve çocukluğumun en güzel tadı olan ARI BİSKÜVİSİ tadında olduğunu biliyorum.
Esenlikler.
Bir tutam hayat
alıp götürdünüz bizi o günlere.
Köy bakkalındaki, tenekeden yapılmış küp şeklindeki bisküvi kutuları geldi aklıma.
Ağızları açık, yan yana dizilirlerdi, ağzımız sulanarak bakardık her birine.
Horozlu şekerler vardı...
Kavanozlarda rengarenk akide şekerleri.
Ve,
kahverengi kaynana şekerleri.
Daha ne çok tat vardı.
Bu güne göre çok mütevazi idiler ama,
galiba daha çok lezzetli idiler.
Teşekkür ediyorum güzel yorumunuza.
Sağ olun...
sonuç itibariyle harika, genel anlamda çok dramatik bir öyküydü. bu ülkede doyumsuz bir nesile karşın bir tarafta da doymak bir yana bir çok tattan mahrum bir nesil halen mevcut. 2015 e yaklaştığımız şu günlerde hala böyle tablolar olduğunu bilmekse bizim millet olarak utancımız. ki biz böyle değilmişiz, bütün insani duygularımızı ihraç edip, nerede bir çamur varsa hepsini ithal etmişiz. biz neymişiz ne olmuşuz. biliyorum geçmişle övünmek anlamsız. ama hala içimde bir yerlerde o eski erdemlerin geri döneceği inancı var. elinize sağlık..
Bir tutam hayat
Doğruları kaleme almışsınız.
Ve,
yürek acılarımızı da.
Dileğinize, canı gönülden katılıyorum.
Bir mucize olsa da,
o güzel değerlerimizi yeniden yakalasak.
Teşekkür ediyorum duyarlı yaklaşımınıza.
"Farkındalık,insanların işidir,insanımsıların(robotların) değil."der Nil Gün Hanım...Sanırım Esra öğretmende de en belirgin özellik bu...
Yüzlerde köye ve altı bölgeye gitmiş ve en az 20 bin öğretmeni tanıma "şansı" olmuş birisi olarak dağların başında ama mutlu olabilen genç öğretmenleri hatırlattınız bana.
Flatelist(pulculukmuş,o zaman öğrendim de) olup,dünyayla yazışana da rastladım;çinçila üretene de,bulmaca meraklılarına da...
Ve kahrolup gidene de...Oysa "umut" her yerde ve her zaman kapıyı açmaya yetmese de aralar...Umutların yeni yılda çoğalması dileğimle.
Bir tutam hayat
sizin yerinizde olmayı isterdim.
Sosyal işlerle ilgili mesleği olan insanlar çok şanslı.
Hayatın realitesini çok daha yakından takip edebilme şansını yakalayabiliyorlar.
Bizler gibi, bir fabrikanın sevimsiz çatısı altına kapanıp,
tekdüzeliğin can sıkan atmosferini solumuyorlar.
Belki bu nedenledir,
memlekete yolum düştüğümde,
çok nadiren özel aracımı kullanırım.
Hep toplu taşıma araçlarında geçer günüm,
insan manzaralarını seyrederim zevkle.
Belki de,
hikayelere düşkün oluşumuzun sebebi bundandır.
Sizde, ne cevherler gizlidir kim bilir.
Benim kızım ve damadım da öğretmen.
Çocukken bizde ne ucuz tatlarla tanışmadıkki.
Köyde öğretmen olmak çok farklı.
Köyün yoksunluklarını görerek öğretim vermek.
Ama öğretmenin bir seferlik bireysel uğraşıyla bir yere varılmaz.
Elbette öğretmenin yaptığı kendi açısından güzel bir davranıştı.
Bir anlık sevinç gibi. Bir kaç tadımlık çükolata bisküvi.
Dilerim ülkemizdeki bütün okullar eşit düzeyde öğretimin yanısıra
eşit ekonomik duruma kavuşurlar.
Bana komunist diyenler çıkabilir.
Ülkemin bütün insanlarının aynı tatları tadıp, aynı koşullarda
yaşamasını istemek komunistlikse, öyleyim.
Bir denge şart.
tebrik ve saygılarımla,
anlamlıydı öykü..
Bir tutam hayat
Ziya Ağabey dediğimiz bir hizmetlimiz vardı
Okul görevleri dışında, ufak tefek şeyler de satardı okulun bir köşesinde.
25 kuruşlar meşhurdu bilirsiniz bizim çocukluğumuzda.
Sarı ve beyaz renkli olanları vardı ve biz hep beyazlara sahip olmak isterdik.
Parlak gözüküyor diye herhalde.
O 25 kuruşa,
iki adet pötübör bisküvi arasına normal bir lokum koyar, yanında da o zamanlar kaynana şekeri dediğimiz o kahverengi güzel şekerlerden verirdi.
Allahım,
ne tattı o. Yemeye doyamazdık.
Bu günkü lezzetler yanında, bizimki ne kadar mütevazi imiş diye düşünüyorum .
Ama,
galiba o lezzetlerin verdiği mutluluk, bu günden daha fazlaydı.
Komünizm konusunda da bir iki cümle yazmak isterim.
Bu sistem, teoride gerçekten mükemmeldir.
İnsanların tümünün eşit olması gibi bir düşünceye, kim kötü diyebilir ki?
Ancak,
pratikte uygulaması mümkün olmayan bir sistem.
O nedenle de çöküp gitmiştir zaten.
Allah, insanoğlunu öyle yaratmış ki,
sahibi olmadığı hiç bir güzelliğe koruyucu olarak bakmıyor.
İşine, aracına, evine, kullandığı eşyaları korumuyor, kollamıyor.
Ekmek elden, su gölden düşüncesi ile asla çalışmıyor.
Şu anda çalıştığım memlekette bunun örneği çoktur. İnsanlar alışkanlıklarından bir türlü vazgeçemiyorlar.
Olayı en basit boyutu ile anlattım.
Sonuç olarak,
''Ben Komünistim''diyen hiç bir insana kötü gözle bakmaya hakkımız yoktur.
Ne zamana kadar?
Devrimler kanla yapılır mantığını devreye sokmaya kalkana kadar.
Rusya'da başarıldı, Küba'da da.
Türkiye'de?
Çok genç cana sebep oldular.
Şimdilerde, milletin gözü açıldı, TKP'ne sempati ile bakabiliyorlar.
glenay
Sadece insanların bir kısmının aç açık kalırken, diğer bölümün ülkenin,
dünyanın kaymağını yemelerini ve dünyaya hükmetmelerini kabul edemiyorum.
Şimdi işçi ölümleriyle ilgili bir program izliyorum tv'de. Ve neden bu ölümler
diye sormaya hakkımız var. Üstelik bazılarının daha zengin olması için
hayatlarını tehlikeye atıyorlar. Neden bir çözüm getirilmiyor.Kazanılmasın
demiyorum ama insan hayatı da değerli olsun. Onlar da doğru dürüst bir
hayat yaşamaya lâyıktırlar.
Konuyu dağıttım galiba.
selâmlar..
Ben de ücra bir koyde kısa bir süre çalıştım.
Tek öğretmen olunca hizmetli de müdür de siz oluyorsunuz.
Eşimin sayesinde idari islerde sıkıntı cekmedim
O benden once yasamisti bu tecrubeyi
Neyse konu bu değil; )
Yıllar sonra bir sürpriz yapıp gittik köyüme
Öğrencilerimin yarisi üniversite ogrencisi olmuş çoğunluğu da kız
Öyle sevindim ki
Cunku bu köyden daha once okuyan birileri cikmamis
Gelen ogretmenlerin cogu doğru düzgün derse girmemis.
Evlerine konuk olduğumuz kız ogrencim dedi ki;
Ailelerimiz sizden sonra okumamiza sıcak baktilar
Siz bize örnek oldunuz.
Bir ogretmen için bundan daha güzel bir duygu olamaz.
Teşekkür ediyorum bu anlamli yazınız için.
Bir tutam hayat
Bu yaşadıklarınızı neden yazıya dökmüyorsunuz?
Eminim ilgi ile okunurdu.
Söze nasıl başlasam bilemedim. Çünkü şu an, boğazımda bir yumru var. Ve ben de bir öğretmen annesiyim. Kızım ve damadım şu anda bizden binsekiyüz metre uzaktalar yani Van' da. Esra öğretmen farkı da dünya tatlısı bir eşe sahip olması. Allah Esra' nın mutsuzluğunu yaşatmasın tabii ki. İsimleri değişse de öğretmenliğe gönül vermiş yürekler aynı aslında. Benim tek çocuğum var. Allah başka türlü ayrılık göstermesin. Allah' tan dileğimiz bu. Hikayeye gelince, okurken çok duygulandım. Aslında yaşadıkları aynı sayılır. Kızım Van merkez olmasına rağmen çocuklar yine aynı. Kızım ilk gittiğinde hemen kızıma milliyetine sormuş çocuklar. Onları kazanana kadar çok sıkıntılar çekmiş. Bu yıl birinci sınıfı vermişler. Kimi çocuk özellikle Türkçe konuşmuyormuş. Onun da yolunu bulmuş, yanında gofret götürüyormuş ve verdiğinde teşekkür etmesini istiyormuş. Yani bir nevi rüşvet. Kızımı onlara bağlayan meslek aşkı. Tıpkı Esra öğretmen gibi. Teşekkür ederim kalemdaşım. Var ol.
Bir tutam hayat
Dopuda değil ama. Konya'nın küçük bir ilçesinde.
Her birimiz, aslında aynı duyguların sahiplriyiz.
Allah,
hepsinin yardımcısı olsun diyorum.
Teşekkür ederim güzel yorumunuza.
Bir tutam hayat
Dopuda değil ama. Konya'nın küçük bir ilçesinde.
Her birimiz, aslında aynı duyguların sahiplriyiz.
Allah,
hepsinin yardımcısı olsun diyorum.
Teşekkür ederim güzel yorumunuza.
Nermin Kaçar
Sevgili dostum yazınızı okuduğumda düşündüm de güneydoğuda, doğuda kısacası Anadolu’nun kırsal bölgelerinde görev yapan tüm öğretmenlerimiz övgüyü ve saygıyı fazlasıyla hak ediyorlar.
Sizin yazınıza konu ettiğiniz öğretmenimiz de bunlardan biri. Öğretmenimizi bu duyarlı tavrından dolayı kutlarım acizene her zaman söylerim benim ülkemin insanları özünde çok güzel insanlardır.
Bizlere moral veren yaşanmış bu duyarlılığı ve güzelliği bizlere aktardığınız için size de çok teşekkürler ederim.
Kaleminize gönlünüze sağlık.
Saygı sevgi selamlarımla.
Bir tutam hayat
İnanılmaz zevkli bir meslek.
Çocukların sevgisini kazanmak tarifedilmesi zor bir duygu.
Öğretmenleri gerçekten kıskanıyorum ama,
galiba bizim becerebileceğimiz bir durum değil bu.
Zor iş.
Ama, onların hikayelerini dinlemek inanılmaz zevk veriyor.
Bu da onlardan biri işte.
Teşekkür ederim güzel yorumunuza.
Aslında,
Esra öğretmeni kutluyoruz el birliği ile.
Onun sevgi dolu yüreğini.
Bir tutam hayat
İnanılmaz zevkli bir meslek.
Çocukların sevgisini kazanmak tarifedilmesi zor bir duygu.
Öğretmenleri gerçekten kıskanıyorum ama,
galiba bizim becerebileceğimiz bir durum değil bu.
Zor iş.
Ama, onların hikayelerini dinlemek inanılmaz zevk veriyor.
Bu da onlardan biri işte.
Teşekkür ederim güzel yorumunuza.
Aslında,
Esra öğretmeni kutluyoruz el birliği ile.
Onun sevgi dolu yüreğini.
Kutsal bir yolculuğun, kutsal görevlerini yerine getirmek için yola çıkan bütün eğitim görevlilerine yeni eğitim yılında başarılar diliyorum.
Benim hayalim 2002 de başladı. O yıl ben sözleşmeli olarak bir beldeye ilköğretim 6. Sınıftan 8. sınıfa kadar 9 subenin yabancı dil dersine girmeye başladım. Hayalim kendimide aşmaktı. Oysa hiçbir şey benim istediğim gibi gitmiyordu. Bir bir hayallerim, her güne yenik düşüyordu. Bir yılın sonunda Milli Eğitim benim görevlendirmemi 500m uzaklıktaki liseye yaptı. O kadar sevinçliydim ki, artık kendimi daha iyi ifade edebilecektim. Ertesi gün liseye doğru yürüdüm. Okulu her zaman uzaktan görüyordum. Oysa şimdi artık ben bu okulun öğretmeniydim. Daha okulun bahçesine girmeden ,uzaktan bahçede oynayan bir iki erkek çocuğu görebiliyordum. Bahçeden içeri girdiğimde yüzüme sevimsizce bakan çocuklar bir ara durdular ve tekrar oyunlarına devam ettiler. Okula girdiğimde o bilindik koku... Ne kadar zaman geçsede insanı kendi okul yıllarına, çocukluğuna götürüyor. Öğretmenler sınıfına girdim, fakan selam verebileceğim kimse yoktu. Biraz oturduktan sonra okul müdürü geldi. Bir iki dk konuşmadan sonra ezberimdeki tüm hayallerimi ilk gün yeniden yolcu etmeye başladım. Halbuki her başlangıçta, kendim gibi öğrencileri mi hayal ediyordum ki, yenilgi kendimi bulamadığımda başlıyordu.
Fazla uzatmak istemiyorum. Burası bir belde.Lakin okul bir köy okulu gibiydi. Din adamlarının baskın olduğu bu beldede lise Atatürk'ün evi ve taşlanması gereken bir yer olarak görülüyordu. 1980 de kurulan lisede eğitim, sadece formalite bir diploma basım matbaası gibi görülüyordu. O yıl okul müdürü ile birlikte toplam altı öğretmen olarak göreve başladık . Kırık dökük camları olan sınıflarda, sobalarında hala kömür yakılan bu okuldan ,o yıl ilk kez Ünv' ye örenci göndermeyi başarmıştık. İlk kez o yıl tüm milli bayramları kutlamak için, öğrencilerle çalışmaya başladık. Onca baskıya rağmen kimseyi dinlemedik ve bir edebiyat öğretmeni olarak belkide bir iki hayalimi böylece gerçekleştirmiş oldum. Oysa her şey yeni başlıyordu. Beş yıl süren öğretmenlik serüvenim, bir intiharın tutunamayan hayallerle yoldaşlığının sonu gibiydi...
Evet ,bazen durabileceğimiz yeri, duyurabileceğimiz sesle avutabiliriz.
Saygılar, sevgiler değerli dostuma
Bir tutam hayat
bu küçük yorum köşesi olmamalıydı bence.
Günün anlamına uygun düşeceği ana sayfaya yazılmalıydı.
CaNMaYBuLL
Hiç düşünmedim yazmayı. Fakat onkadar dolu bir beş yıl ki, öğrencilerim ogretmen olmuş. Ama ben yirmili yaşların başında onlar gibiydim. Hem öğretmen hem de çocuk gibi. Belkide ardima takılmaları, onlara model olabilmenin en güzel nedeni onlar gibi olmamdı.
Belkide sevgi sözcüğünü kelimelerden alıp bizzat onlarla yaşamaktı. Her neden onlar için güzel bir sonuç oldu. Şimdi mutluyum, lakin o yılların değerine bir paha bicilemez. Anılar belkide bundan dolayı değerli
Bir tutam hayat
Fotoğraf, olayın kahramanı tarafından çekilmiştir.
Davidoff
Ne mutlu ki, ülkemizde hâlâ böyle güzel insanlarımız var.
Buradan kendisine teşekkür edelim o zaman.
Sevgili Emine Hanım gibi benim de tüylerim diken diken oldu. Ürperirken de yüreğim ısındı.
Nasıl bir aşktır ki canı gibi benimsemekte hem mesleğini hem öğrencilerini.
İçimde ukde olarak kaldığı için öğretmenlik mesleği okurken inanılmaz hüzün ve özlem hissettim. hele ki uzaklarda ve pek çok eksikliğin gölgesinde nasıl bir mücadele ise sergilenen buradan tüm öğretmelere sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.
Yüreğinize sağlık: Çok güzel aktarmışsınız, okurken oralara gidip bizler de Esra öğretmenin hissettiklerini ve yaşadıklarını duyumsadık.
sonsuz selam ve en içten tebriklerimle...
Bir tutam hayat
her birimizin gönlünün müstesna bir yerinde yaşıyor galiba.
Ben,
üç ay kadar bir orta okulda tatmıştım bu mesleği.
Gerçekten harikaydı.
Bazen,
hayatla mücadele için harcadığımız bunca enerjiyi,
çocukları yetiştirmek için sarf etseydik diye düşünüyorum.
Yalnız meslek mi seçtik, nedir?
yazı yazmayı da daha iyi başarırdık belki de o zamanlar.
Teşekkür ederim güzel yorumunuza.
Bir tutam hayat
Bu yazdıklarımızı yaşayan kahramanların Allah yardımcısı oldun diyorum.
Onlara, sabır ve dayanma gücü versin.
Güzel yorumnunuza teşekkür ediyorum efendim.
Bir tutam hayat
Beğendiğinze sevindim hikayeyi.
Teşekkür ederim ziyaretiniz için.
Kemnur
Yazıyı okurken tüylerim diken diken oldu.
bir yanda gerçek tadı tatmamış bir küçük insan ve elinde olanı şevkle paylaşıyor
Diğer yanda gerçek tadı tatmamış bu küçük yüreklere bıkıp usanmadan gerçek tadları tattırma derdine düşmüş bir öğretmen
bölgedeki diğer sıkıntılar cabası.
azmin elinden kurtuluş yok.
birçok insana ders olabilecek bir yazı
tebrikler
saygılar
Bir tutam hayat
Destekten vaz geçtim, yeter ki köstek olmasın birileri.
Güzel yorumunuz için teşekkür ediyorum efendim.
Gerçekten ilk okul öğretmenlerin durumları branş öğretmenlerden daha kötü hele bayansa,kendi işini kendisi görecek tanımadığı bir ortam.Bakkal fırında yoksa ulaşımda uzak arabası yoksa köyün mutluluk oyunu oynamak sığınmak kalıyor Allah'a...
Tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
edebiyat öğretmenliğini yaz demiştim tercihlerine.
Sırf köylere gitmesin diye.
En azından ilçe merkezinde, lisede kalsın.
Öyle de oldu.
Sınıf öğretmenlerinin, Allah yardımcıları olsun.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.