- 871 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
KURBANIN DİŞLERİ-2
Arkalarından kapıyı kapattım ve bundan sonra yaşayacağım mekandaki ilk geceyi nasıl geçireceğimi düşünmeye başladım. Gece, sessizliğin ve karanlığın içinde çok daha fazla ürkütücüydü. Gün boyu çalışmayla zaman geçmişti. Yalnızlığın ne kadar korkunç ve dayanılmaz olduğunu, o gece daha iyi anlamıştım. Sessizliğin içinde, yorgun olmama rağmen çıtırtıları dinliyor, herhangi bir seste huzursuzca kalkıyordum yerimden. Bu şekilde sabah olmayacağını anladığımda, yatağıma uzandım. En iyisi uyumaya çalışmaktı. Acaba yanlış mı yapıyordum. Benden öncekilerin yaptığı gibi gitmeli miydim arkama bile bakmadan. Üstelik aklımın almadığı, her tekkeyi bekleyen biri mutlaka olurdu. En azından bir hastabakıcısı da mı yoktu bu hastanenin? Cevapsız sorularla boğuşurken uyumuş olmalıydım.
Yine sabahın erken saatinde bir önceki gün olduğu gibi horozların konserleriyle uyandım. Müthiş bir sesti. Biri ötüyor bırakıyor, öbürü başka bir tınıda devam ediyordu. Yerimden kalktım. Pencereyi açtım. İçeri tertemiz bir hava doldu. Hastanenin etrafında çok az sayıda ev vardı. Yakında değildi üstelik. Karnımın guruldamasıyla düş dünyasından gerçek dünyaya döndüm yeniden. Yaşamam için temel gereksinimleri yerine getirmem gerekti. Eğer kalacaksam orada, orada yaşayanlar gibi uyacaktım yaşam tarzına. Giyindim ve çıktım hastaneden. Yolda ilerlemeye başladım. Gelişi güzel yürüyordum. İlçe merkezi neredeydi? Bilmiyordum.
İlerledikçe insanlarla karşılaşmaya başlamıştım. Bakımsız ahşap binaların altında birkaç dükkan gözüme çarptı. Bir tanesinde yazılarının yarısı silinmiş “ Bakkal” idi. Az ilerisinde tam meydanda kahvehane vardı. Önüne atılmış masalarda iki kişi oturuyordu. Diğerinin ne olduğunu tam olarak kestirememiştim ama tuhafiye ve ne ararsan bulunacak bir dükkana benziyordu. Hükümet konağını aradı gözlerim fakat o kadar etrafıma bakmama rağmen görememiştim. Kahvehaneye doğru ilerledim. Oturanlar yerlerinde kıpırdandılar ve beni merakla süzdüler. Yanlarına yaklaştım .
“ Selamün Aleyküm “
“ Ve Aleyküm selam. Hoş gelmişsiniz “
Ayağa kalkmışlardı. Yaşları ikisinin de neredeyse altmışındaydı. Gösterdikleri sandalyeyi çektim ve oturdum. Merakla beni süzmeye devam ediyorlardı. Bir tanesi içeriye seslendi .
“ Mahmut! Oğlum bize üç çay ! “
Çaycı çocuk kapıda göründü ve hemen kayboldu. Fazla geçmeden de elindeki çaylarla yeniden yanımızdaydı. Çayları bıraktı ve tekrar kayboldu. Onlar bana bakıyordu konuşmam için, ben onlara bakıyordum konuşsunlar diye. Epey bir sessizlikten sonra;
“ Ben Serdar. Doktorum. Buradaki hastaneye atandım.”
“ Hayırlı olsun Doktor Bey. Hoş gelmişsiniz. “
Dedi sağımda oturan adam. Diğeri de onun söylediklerini tekrar etti. Onlarla konuşurken, arkamızda yükselen sesle arkamı döndüm. O güne kadar görmediğim bir manzarayla karşılaştım. Bir hayvan sürüsü çanlarını çalarak yolun ortasında ilerliyor, arkasındaki çoban ise sürüyü bir arada toplamaya çalışıyordu. Sürü kah toplanarak, kah dağılarak yoluna devam etti .
“ Doktor Beyim ne zaman geldiniz? Heç duymadık geldiğinizi. Burada sinek vızıldasa herkesin haberi olur halbuki. “
“ Evvel akşam geldim. Şoför Mustafa sağ olsun misafir etti beni. Dün de gün boyu hastaneyle uğraştık. Ha sahi burada Hükümet Konağı nerede acaba? Kaymakam Bey ile görüşmem lazım.”
“ Bak te orada hökümet konağı. Amma velakin kaymakam yok şimdi. Hastamıymış neymiş. Epeydir görünmüyor ortalıkta. Yerine vekaleten Yazı İşleri Müdürü bakıyormuş. Doktor Bey, karnın aç mı ? “
“ Aç ama önce Hükümet konağına gitmem lazım. O işi halledeyim doyururum karnımı. “
İkisine de teşekkür ederek gösterdikleri tarafa yürümeye başladım. Karnım gurulduyor fakat aldırmıyordum. Bir an önce yetkili biriyle konuşmalı, yol haritamı çizmeliydim. Hükümet konağı tek katlı bir binaydı. Hastaneden biraz daha bakımlı sayılırdı. Dış kapıdan içeri girdmi ve etrafıma baktım. Az ötede kapının önündeki masadaki adama doğru yöneldim. Adam uyuyor olmalıydı. Benim ayak seslerimle gözlerini açtı ve bana baktı.
“ Merhaba! Kaymakam Bey ile görüşmek istiyorum.”
“Kaymakam Bey yok. “
“ Ne zaman gelir acaba?”
“Bilmiyorum.”
“Yerine kim bakıyor? Onunla görüşeyim o zaman.”
Adam sesini çıkarmadan yerinden kalktı ve memnuniyetsiz bir şekilde önümde yürümeye başladı. Bir kapıya gelince kapıyı tıklattı. Az sonra içeri girdik beraber. Tıpkı dışarıdaki adam gibi girdiğimiz odadaki adam da başını masadan kaldırdı. Gözlerini ovuşturdu. Odacı, beni odada bıraktıktan sonra dışarı çıktı. Adamın ayılmasını bekledim bir süre. Kayıtsızca beni süzdükten sonra,
“ Buyurun. “
“ Merhaba! Ben Diş Tabibi Serdar. Hastaneye yeni atandım. Kaymakam Bey ile görüşecektim ama yokmuş. Yerine siz mi vekalet ediyorsunuz? “
“ Hoş geldiniz Serdar Bey. Buyurun lütfen! Ayakta kalmayın. Kaymakam Bey bir süreliğine olmayacak. Yerine ben vekalet ediyorum. İsmim Hasan Hüseyin.”
“ Teşekkür ederim. Evvel akşam geldim. İşin açıkçası hayal kırıklığı yaşadım. Hastaneye geldim, kapı duvar. Dün biraz elden geçirdik ama bu şekilde personelsiz nasıl hizmet vereceğim bilemiyorum. Bu konuyu iletmek için gelmiştim.”
“ Doktor Bey, buraların kaderi yalnızlık ve ihmal. Az önce beni uyurken yakaladınız. Muhtemelen dışarıdaki odacıyı da uyurken buldunuz. Uyumaktan başka ne yapabiliriz ki. Elini neye atsan, nafile. Bizler kamu görevlisiyiz. Ne umutlarla başladığımız mesleğimizde, çarpıklıkları, yanlışları ve ücrâ yerde yaşamanın sıkıcılığına zamanla alışıyoruz. Mesela ben, göreve başladığımda ne hayaller kurmuştum. Hizmet aşkıyla yanıp tutuşuyordum. Şimdi… Şimdi uyuyorum. İş yok. İş yaratacak halim de yok. Anlayacağın sen de boş ver bence. İleteceksin de ne olacak. Çare mi bulacaklar sana. Benden sana tavsiye. Durma buralarda. Arkana bakmadan dön git geldiğin yere. Ha gitmem diyorsan da, git hastanene yat, uyu, yat, yuvarlan. Ay başında da al maaşını, çatur, çutur ye. Canın mı sıkılıyor, al eline aynı Kaymakam Bey gibi bir av tüfeği, git kuş, karga, keklik avla. Ne sen değiştirebilirsin düzeni, ne de düzen senin istediğin gibi düzelmeye izin verir. En
iyisi mi sen beni dinle! Ha bu arada ne içersin? Çay, kahve?”
“Teşekkür ederim. Hiçbir şey içmeyeceğim. İyi günler “
Arkama bile bakmadan çıktım odadan. Adam ayağa kalkmış ve bana elini uzatmıştı. Utanmadan bana bedava maaş almamı salık veriyordu. Midem bulanarak çıktım oradan. İnsanlarda vicdan denen bir şey kalmamış olmalıydı ki; yanlışı yanlışla kapatmak işlerine geliyordu. Adeta koşarak çarşıya girdim. Bakkal dükkanın kapısından içeri girdim. İçeride kimse yoktu. Adı bakkal olan dükkandaki raflar neredeyse boştu. Nuh zamanından kalma birkaç kraker ve bisküviden başka bir şey göremedim. Muhtemelen ekmek de bulamayacaktım.
DEVAM EDECEK
Nermin KAÇAR
13.09.2014 BOLU
YORUMLAR
Kalem Anadolumuzun dilini çok güzel kullanmış.
Bazen öykünün içine dalıp, orada yaşayıp gidiyor. Sahi biz bu muyuz diyorum, ne sandın diyor karşımda duran diğer kişi.
Çok anlatılanı duydum şimdiye kadar. Doktor yerine bir hemşire ile yıllarca idare eden kasaba ve köylerimizi. Aslına bakarsanız değişen pek bir şey yok. Mesleğim icabı hala bu insanlarla karşılaşıyorum ben. Hiç şaşırmadım yazının başından beri. Sonunu okuyunca da şaşıracağımı sanmıyorum.
Güzel olan, Nermin yazarımızın titizliği. Kelimelerini yerinde kullanmasında.
Tebrik ederim Sevgili Arkadaşım, her zamanki gibi bu öykü de çok güzel, çok başarılı ve işte biz.
Diş hekimleri genelde "BEN Diş hekimi Serdar." diye tanıtırlar kendilerini. Burada "ben dr.Serdar" deyince, Serdar'ın diş hekimliğini özellikle gizlediği ya da bir diş hekimliğine karşı bir aşağılık kompleksi olabileceğini düşündürdü. Tabii ki siz kurguladığınız mizahın gerekliliği olarak bu yolu seçmişsinizdir. Eh bu yolu seçmekle adamcağızın başı nı da yakacaksınızın. İnşallah ilk hastası doğum sancısıtutmuş bir kadıncağız olmaz...HARİKASINIZ.Saygıyla
Hikayenizi 2 bölümdür okuyorum.. Malesef Türkiye'nin acı bir gerçeğini dile getiriyorsunuz... Konu bilindik olmasına rağmen enteresan olan doktor beyin diş doktoru olması... :-) asıl merak ettiğimde köylülere diş doktoru olduğunu nasıl söyleyip.. Anlatacağı.. Merakla takipteyim... :-) kaleminize kuvvet... Saygılarımla...