SARMAŞIK SARARANA KADAR O ÇOKTAN HAYATA TUTUNMUŞTU
Hep filmlerde görmüştü denk sırtında Haydarpaşa garının merdivenlerinde oturan insanları. Uzak gelir ya içinde olmayınca, O’ na da öyle geliyordu. Ta ki Alsancak’ta trenden inene kadar. Yeşil yüzlü bir yatak, bir yastık birde güvez kaplı bir yorgan. Hala bu dünyada değil gibiydi. Narkoz almış ta yeni uyanır gibi. Hayal meyal.
Kavga etmişti tek kollu kayın validesi ile yine. Gidemezsin diye dikilmişti bu kez. Eşyalarını vermemekle tehdit etmişti. Umurundaydı sanki. “ Ben gidip okuyacağım” diye diretmişti. Aziz ne yapacağını bilemez bir sersemlik içindeydi. “Gitsin “ diyordu, dediğine inanmazken. Güç bela çıktılar köyden .
Kime giderlerdi bilemedi önce Aziz. Sonra aklına uzaktan akraba olan Sultan geldi . Kocası Ali de aynı köydendi. Misafir ederlerdi bir iki gün. Şirin yere vardıklarında öğlen olmuştu. Selam faslından sonra Gülsüm pencereden bakmaya başladı. Yolun karşı tarafında 5 katlı bir bina, 5.kata tırmanmış bir sarmaşıkla öyle güzel göründü ki Gülsüm’e. “Şurada otursam” dedi. Yorgunluğumu ancak alır. Sultan ne düşündüğünü anlamış gibi ,orada boş bir daire var ama vermiyorlar dedi. Gülsüm bir süre sonra gidip bakayım diye ayağa kalktı. Aslında o kadar katı nasıl çıkacağını kendi de bilmiyordu. O kadar halsizdi ki. Yine de denemeyi göze aldı. Çıktı 5.kata. O gece yere serdikleri yatakta o sarmaşıklı evde uyudular.
Ertesi gün iki sandalye ile bir masa, hatta küçük bir tv ile soba bulup geldi Aziz. Sonra bir de yatağın altına tımışka getirdi. Böylece olmazsa olmaz eşyalar tamamlanmıştı. Gülsüm’e kalsa çadırda yatmaya razıydı. O köy ona ölümü hatırlatıyordu. Biraz daha kalsalar biri daha ölecek gibi geliyordu. Bir kurban istemişlerdi, o da oğlunu kurban etmişti. İçinde erimeyeceğini hissettiği katı bir şey vardı. Artık ağlayamıyordu bile. Sadece örselenen bedenini taşımaya çalışıyordu . Merdiveni çıkınca bacaklarından ince bir kan sızmıştı. Zorlanırsan olur demişti doktor. Bacaklarını dayadı duvara, nasılsa yapacak pek bir şey yoktu.3 odalı evde koşu yapacak kadar boş yer vardı.
Finaller başlayacaktı yakında. Bir an evvel toparlan malıydı. Hızla derslerine verdi kendini. Bu geçenleri unutması için iyi bir fırsattı.
İlk sınav İktisada Giriş ’ti. Bakabildiği kadar bakmıştı. Sabah okula gittiğinde 2.katta olduğunu gördüler. Hatice ve Gülnaz kollarına girip çıkardılar sıraya oturttular. Neyse bacaklarında bir sızıntı yoktu. Kağıdını aldılar, yine kızlar imdadına yetiştiler. Birinci, ikinci sınavlar hep bu düzen içinde geçti. Akşam olunca ev sahibi kapıyı çalsın diye beklerdi. Aziz onları ararsa haber verirlerdi.
Yusuf beyle Mefharet hanım yeni gelen kızcağıza acımışlardı. Öyle çaresiz ve savunmasız görünüyordu ki. Kocası olacak adam bırakıp gitmişti. Oysa çok halsiz görünüyordu. Kimseyi sokmamışlardı apartmana. Ama Gülsüm , Gülsüm’ün yardıma ihtiyacı vardı. Yusuf bey gümrükten emekli olunca bu iki daireyi almışlardı. İşçi evlerine yakın, yola yürüme mesafesinde idi. Alttaki kahvede oyalanıyordu bir iki saat. Mefharet hanımın mutfak işleri bitmezdi. Kızla oğlanın turşuları, reçelleri hep onun elinden çıkıyordu. Kafasının bir yerinde Gülsüm, bebeğimi kaybettim demişti geçen gün Öyle deyince yüzündeki boşluğa bir anlam verebilmişti. Ciddi kızdı, eve olur olmaz gelen olmuyordu. Gündüz gidip, akşam olmadan evde oluyordu.
Çok özlüyordu Gülsüm Aziz’i. Kokusunu. O’nun olmayışı zor geliyordu . Gömleğini yıkamaz yastığına alır koklaya koklaya dalardı uykuya. Yarınlar bitmiş gibi geliyordu. Kimseye bir şey diyemiyordu. Kimse var mıydı çevresinde. 35 yaşında durmuştu hayat onun için.
O gece erken yattı. Düşünde Azizle yemyeşil bir yerdeler. Salıncak kurmuşlar. Sallanıyor göğe doğru. İçinden serin rüzgarlar geçiyor. Saçları savruluyor. Aziz yalvarıyor “ne olur ağlama”, “ ne olur dayan bu hasrete” “bir gün yıldızlarda gezi neceğiz, seni seviyorken gülümse” diyor. Salıncak uzağa savuruyor bütün acıları ,hafif bir kuş gibi açıyor gözlerini. Ellerinde Aziz’in kirli gömleği, burnunda kokusu.
Sabaha karşı zırıl zırıl çalan zilin sesiyle fırladı yataktan. Kalkmasıyla ayağının suya batması bir oldu. Bir de ne görsün etrafı sel götürüyor. Dış kapının altından akan sular merdivenlerde şelale oluşturmuştu. Ne edeceğini şaşırdı. Açık bıraktığı muslukların gazabına uğramıştı. Sabahın 4 ünde evdeki sularla cebelleşti. Alt katın yatağının üstüne damlamasa sular sel olmaya devam edecekti. Allah’tan bağırıp çağıran olmadı. Yusuf bey mahcubiyetini anlamış “ olur kızım , cana gelmesin” diyerek gönlünü almıştı.
*****
Sınıfta kendi gibi yaşı büyük biri daha vardı Kemal. Kemal de Şirin yerde oturduğu söylemişti. Bir ders çıkışı beraber yürüdüler. Gördüler ki Kemal’de aynı sokakta oturuyordu. Onlarda 3 arkadaş kalıyorlardı. Kemal 18 yaşında içeri girmiş gençliğini orada bırakıp 25 inde çıkmıştı. Siyasi demişti. Hataylıydı. Arkadaşlarından biri Celil ilginç fikirleri olan kıvırcık saçlı bir oğlandı. Maydanoz tüccarı olacağım diyordu. Arada uğrar onlarla iki laf ederlerdi. Kitap alırdı okuyup geri vermek üzere. Kemal’in çok kitabı vardı. Diğer gençten uzak tutarlardı. Onlardan farklıydı biraz. Kemal ile Celilin odalarında normal posterler asılıydı. Yılmaz Güney filmlerinin. Toplumsal olaylardan konuşurlardı. Nazım şiirlerinden söz ederlerdi. Gülsüm ilk duymuştu bu şairi. Şiirleri çok güzeldi. Çok sevmişti. Sadece aşk meşk anlatmıyordu. Her şey vardı bu şiirlerde.
Kemal bu kadın gizemli diye düşünüyordu. Hem çekiniyor hem de yardım etmek istiyordu. Kendi daha yeni alışıyordu dışarıya. Hala 18 yaşındaki gibi görüyordu çevresini. Birden büyümüş bir çocuk gibi idi. Okul en çıkar yoldu. Askerlikte girmişti sınava ve kazanmıştı. Yolları burada kesişti. Kadın ona yakın duruyordu. Ürküyordu, duygusal bir ilişkiye girmekten. Bu ikisini de yaralardı. İkisi de naif bir durumdaydılar. Kırılgan ve her şeye açık.
Kirayı aksatmıyordu Aziz. Aksattığı ayağı idi. Korkunç sancılarla sabahı sabah ediyordu. Köyde yalnız başına kalmıştı. Anası ile babası ilçeye dönmüşlerdi Gülsüm gidince. Geceler boyu sevgisine, bebesine sahip çıkamadığını düşünüyordu. Gülsüm gelme demişti. Kesim çözüm bulmadan, kararını vermeden gelme. Ona ancak ev kirasını gönderebiliyordu. Babası para vermiyordu eline. Belli ki göndereceğini düşünüyordu. Memlekete gelirken, çözüm bulucu olacaklarına inanmıştı. Gördü ki kazın ayağı öyle değil. Yapayalnız çaresiz kaldı. Bir türlü vicdanı elvermiyordu. Gülsüm “ aldıralım” bu çocuğu diye yalvarmıştı. Bir daha ana olmayı göze alamayacağını bildiği için “olur” demedi ona.
Şimdi ise kimsesinin olmadığı bir şehirde , zar zor alabildiği 400 liralık kredi ile yaşamaya bırakmıştı bir başına. Vicdanı hiç rahat değildi. Bacağı bir yandan sızlıyor, vicdanı öbür yandan onu yeyip bitiriyordu. Ayak başparmağı morarmıştı iyice. İzmir’e gittiğinde Gülsüm kucağına alır bir şifacı gibi ovalardı. O zaman hafiflerdi sancı.
Aybaşı gelmişti. Kirayı yollamamıştı Azizi. Bir gece” telefon” dedi Yusuf bey. Koştu Gülsüm. Kirayı geç göndereceğim dedi karşı taraf, “hayırdır, iyi misin?” dedi Gülsüm. ”Hastanedeyim ama merak etme” deyince film koptu , ölüm dedi, ölüm yine yakınımda.
Ertesi gün sınıf arkadaşlarında ne varsa toplayıp düştü yola. On saatten fazla süren yolculukta daime dua etti. ”Allah im O’nu da alma benden” aslında hiçbir yer tanıdık değildi. 50 gün önce Bu hastanede bebesini kaybetmişti ama hatırlamıyordu işte. Sora sora buldu. Odada bir iki kişi vardı. Aziz’in şaşkın bakışları arasında üstündeki örtüyü açtı. Ayakları yerli yerinde idi. Eğildi öptü öptü. Çok şükür dedi. Fıtık ameliyatı olan bir insana daha fazla sevinemezdi.
Ertesi gün taburcu olunca, kimseler gelmeden bindiler bir otobüse. Azizi orada bırakırsa ölecek zannediyordu.
15 gün ihtimamla baktı Azize. Okulu ihmal etmiyordu. Dikişleri alınıp da iyileşince yolcu etti Azizi. Artık bu eziyeti çekmeyelim. “ Ya bitsin, ya bitsin”
Sabret ne olur biraz daha sabret deyip gitti Aziz. Ayağı hala aksıyordu.
Zil erken bir saatte uzun uzun çalınca yine mi muslukları açık bıraktım diye kalktı. Ayağına su falan değmeyince yok dedi. başka bir şey var. Uzandı sarmaşıklı balkondan “ kim o!” diye seslendi. Önce çiçekleri gördü. Sonra Onu. Bir kamyon yanaşmıştı kapıya. Çiçekli koltukları tanıdı. “Aziz!” dedi. Geldin! Bir daha gitmeyeceksin!
Allah’ım şükürler olsun dedi. Üç oda şenlendi. Oval masada kimsesizliği yolcu ettiler. Bazen göze almak gerekiyordu. Aşk göze almak demek değil miydi, her zaman mutluluk vermese de göze almak ve pişman olmamak. Acıyı, sevgiyi, hasreti, kırgınlığı, coşkuyu harmanlamışlar dı. Aşkın hallerini öğrenmeyen aşkı yaşayamazdı…..Salıncak geldi aklına. Gözlerinde gördüğü derin, anlamlı duygu buydu demek. Yaşamalıyız dedi. Provası yok ki, nasıl yazılmışsa öyle yaşanmalı.