- 516 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR BAŞKAYDI BİZİM ZAMANLAR...
Bugünlerde nedense çocukluğumun, delikanlılığa geçtiğim o mütevazı memur evimizdeki yılların ramazanlarını hatırlıyorum sık sık; ne kadar da farklıydı bugünlere kıyasla. Pide kuyrukları, sahur telâşı, iftar sofrasında radyodan dinlenen ezanlar, ezan sonrası dua, ne kadar da bizden, ne kadar da sade ve içtendi.
“Allah’ım senin için oruç tuttum. Sana inandım, sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım. Hamdolsun verdiğin nimetlere, sağlık ve afiyete.
Ey bağışlaması bol Rabbim. Beni, ailemi, anamla babamı, yurdumu ve milletimi koru. Rahmetini esirgeme üzerimizden. Senin her şeye gücün yeter. Amin.”
Annem ezanı ve duayı sonuna kadar dinler ve hiç acele etmeden orucunu zeytinle açardı. Bugün ben de annemden edindiğim alışkanlıkla orucumu açmadan önce ezanı her zaman sonuna kadar dinlerim ama ne yazık ki şimdilerde, radyolardan dinlediğimiz o sade ama insanın içine işleyen dualar artık yok. Ya da bana rastlamıyor…
Hele mahallemizin Ramazan davulcusu Ali Rıza Amca… Cennet mekânı olsun. Onu unutmak mümkün mü? Başında hafif yan duran kasketi ve koca göbeğiyle hafızama kazınmış adeta…
Annem beni sahura kaldırmak istemezdi ama ben Ali Rıza Amca’nın çaldığı davulun o harika ritmiyle, okuduğu manilerin şiirselliğiyle uyanır ve camın önünden geçişini beklerdim.
Ramazan’ım merhaba
Bizlere verdin sefa
Rabbimize hamdolsun
Her nefeste bin defa.
Yemekler boldur gayet,
Beni de edin davet,
Birlikte yer içeriz,
Şöyle ederiz sohbet.
Her mani arasında davulu o denli yumuşak, o denli ritmik çalardı ki onun ustalığına hayran kalmamak mümkün değildi. Bugün bile hatıralarımda capcanlı duran, türünün belki de son davulcusuydu Ali Rıza Amca. Ona hayranlığımı hiçbir zaman gizlemez, utana sıkıla bahşişini almaya geldiğinde sohbet etmeden duramazdım. Maraşlıydı Ali Rıza Amca. O zamanlar Maraş’a henüz Kahraman unvanı verilmemişti. 7-8 yaşlarında bir çocuğun hayranlığını kazanmak onun da hoşuna giderdi besbelli.
Yine bir ramazan ayıydı. Bir gün akşam vakti kapı çalındı. Annemin:
-Oğlum ‘Kim O’ demeden kapıyı açma sakın!
tembihine aldırmadan ardına kadar açmıştım kapıyı bir koşu. Ali Rıza Amca pos bıyıkları arkasına saklanmış dudaklarındaki muzip gülümsemesiyle karşımdaydı.
“Yenge” dedi, “Para istemeye gelmedim. Uğur’a şu kitabı verecektim.”
Oldukça yıpranmış, kat yerinden hafifçe yırtılmış ince bir kitaptı. O zamanlar Kemalettin Tuğcu’nun uzun öyküleri tek fasiküllük kitaplar halinde satılırdı. O kitaplardan biri sanmıştım, ama değildi. Üzerinde sarıklı bir adamın resmi vardı.
“Bak yeğenim” dedi bana Ali Rıza Amca o sarıklı adamın resmini göstererek, “Bu adam Sütçü İmam. Bu kitabı ben okudum. Okurken daldım gittim, hatta ağladım. Sen de oku da bu milletin özgürlüğüne nasıl kavuştuğunu öğren oğlum”
9 yaşındaydım, demek ki yıl 1968…
Ali Rıza Amca’nın o hüzünlü yüzünü hiç unutmadım. Kim bilir ne korkunç olaylar yaşamış, şehir savaşlarının en kahramancasının yapıldığı Maraş’ta kim bilir ne acılar gömmüştü yüreğine…
60’lı, 70’li hatta 80’li yıllarda insanlar da sanki daha bir farklıydı. Kültürlü, bilgili olmak, tahsil yapmak toplumun tüm kesimleri tarafından saygı duyulan özelliklerdi. Ali Rıza Amca da bana olan sevgisini memleketinin özgürlük savaşında öncülük yapmış Sütçü İmam’ın hayat hikâyesini anlatan bir kitabı hediye ederek gösteriyordu. Bu kitap belki de onun en değerli varlığıydı. O zamanlar gönülden vermenin sırrına ermişlerin sayısı hayli fazlaydı…
Ramazan davulculuğu, Ali Rıza Amca’nın, bahşiş almak için formalite gereği yapması gereken bir angarya değildi. Yüzlerce mani bilirdi, makam bilgisi vardı, davulunu o kadar ustalıkla çalardı ki, kimse sesinden rahatsız olmaz, aksine onu dinlemekten zevk alırdı. Çünkü Ali Rıza Amca işini önemserdi. Tıpkı o dönemde yaşayan hemen herkes gibi…
Hey gidi günler hey… Yıllar geçti, bir gün geldi Ali Rıza Amca ramazanlarda artık davul çalmaz oldu…
O günden sonra hiçbir davulcunun mani söylediğini duymadım. Yeni gelenler sadece davula vuruyor, yasak savıyordu. Bir süre sonra ramazan aylarında sahura kalkmayı bile istemez olmuştum.
Şimdilerde ramazanlarda davul çalmak, dinleyenler için adeta bir eziyet, bir zulüm aracı haline dönüştü.
Hiç unutmuyorum, yıllar önce bir ramazan ayında gece yarısı gök gürültüsüne benzer korkunç bir sesle yatağımdan fırlamıştım. Henüz on aylık olan oğlum da uyanmış ve korkudan fal taşı gibi açılmış gözlerle yaşın yaşın ağlıyordu. Ne olduğunu anlamak için pencereden dışarı baktığımda bir de ne göreyim? Eski bir Anadol kamyonetin kasasına bir adam oturmuş, önüne koyduğu koca bir davula hiçbir ritm telâşı olmaksızın var gücüyle vuruyor!
Ramazanlarda davul çalınması tarihi bir mirasımız. Korunması gerektiğine ben de inanıyorum. Ancak neden gereği gibi önemsenmez, neden Belediyeler her yıl ramazan davulcularını seçmeyle belirlemez, neden bu seçmelerde mani okuma, davulu usulünce, ustaca çalma zorunlulukları konmaz da ramazan davulculuğu bir işkence aracı haline getirilir, anlamak mümkün değil!
Yıllar geçtikçe evlerimiz modernleşmiş, otomobillerimiz, plazma tv’lerimiz, görüntülü cep telefonlarımız olmuştu ama artık Ali Rıza Amcalar’ın yerini işte bu, herşeyi “-mış gibi” yapanlar almıştı.
Bizler 60’lı 70’li yıllarda çok daha zarif ve naif bir dünyanın içindeydik. Paramız fazla değildi ama kanaatkârdık, etrafımıza saygılıydık. Ve en önemlisi paraya tapmıyorduk. Amaç, ne yaparsan yap para kazan değil, ne yaparsan yap ama en iyisini yap mantığı üzerine kuruluydu.
Çünkü bizler, o yılların çocukları, bu ülkeyi kuran onurlu, namuslu, tevekkül sahibi, dürüst insanlardan, yani Ali Rıza Amcalardan çok şeyler öğrenmiştik…
Uğur GÖRGÜLÜ
10 Temmuz 2014 – Ceyhan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.