- 332 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gani
GANİ
Arapça kökenli bir sözcük ganî. Sözlükteki ilk anlamı zengin, varlıklı, bol, doygun. İkinci anlamı Allah’ın adlarından biri. Esmaül hüsnadan. Bir de abdülganî’den kısaltma olarak erkek adı. Bizim ellerde her iki hece de kısa söylenir. Halbuki ikinci hece uzun. Bir de ikileme yapılmış bu sözcükle. “Ganî ganî”. Bol bol, çok çok mânâsına kullanılıyor.
Bizim köyün imamı Mustafa Hoca çok kullanırdı bu ikilemeyi. Su selasından sonra, ölünün kırk yemeği duasında sözünü şöyle noktalardı: “Allah gani gani rahmet eylesin.” Dikkatlerden kaçmazdı. Eğer rahmetli, varlıklı biri ise “gani gani” ikilemesi vird olurdu adaşımın dilinde.
Bir de Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde bir beyitte geçer bu sözcük. Esmaül hüsnadan olur. Failatün failatün failün kalıbıyla yazılan beyit şudur:
.
“ Okuyanı dinleyeni yazanı
Rahmetinle yarlıgagıl ya Ganî”
.
Süleyman Dede, Yüce Ganî’den Mevlidi okuyanı, dinleyeni ve yazanı rahmetiyle yarlıgamasını talep ediyor. Hem de yazanı sıranın en sonuna koyarak. Ne güzel bir tevazu. Biz de rahmet diliyoruz Süleyman Dede’ye.
İsmiyle müsemma bir şahıstı Belörenli Gani. Kara yağız,yakışıklı. Orta boylu. Her daim ata binip atlanacak vaziyette atik tetik. Kara bıyıklı. Bıyığı bezeli. Başında sekiz köşeli şapka...Gençlik yıllarında yağız atı her daim eyerli. Terkisinde yamçı. Çekivermiş çizmeyi haki pantalonun altına. Çevre köylerde düğün gezer. Namı dillerde söylenir.
Belörenli Gani gönül zenginiydi. Güzel konuşurdu. Dili de zengin. Yüksekten atar.Yükseklerde uçar. Öyle bir anlatırdı ki gayri kalsın. Ciddiydi. Sert mizaçlı. Ağır abi tavırları. Biraz abartılı konuşurdu. Anlattıklarına kendi de inanırdı. Haliyle dinleyenler de ses çıkaramazdı. Meclisin tadı tuzu kaçmasın diye mi ola?
Bizim Yavaş İsmail anlattı. Yavaş’ın eniştesi Belörenli Tevfik, Gani’nin yeğeni olur. Tevfik Kayseri’de köylüsü ve arkadaşı Mustafa Ulutürk’e uğrar zaman zaman. Mustafa halim selim bir adam. Munis,candan... Tevfik der ki Mustafa’ya:
“Yav bundan sonra senin yanına gelmiyecağam. Kimyam bozuluyo. Bana bi haller oluyo...İyice yumuşuyom. Ancak koye Gani dayımın yanına gidiyom da gendime geliyom.”
İşte böyle bir zatı muhteremdir Gani. Öyle yüksekten atar da orta yaş yıllarında bir çift arık atı var. Mevsim bahar. Hirk (herk) zamanı. Hirke gitmiş Gani. Koşmuş atları. Düşmüş cızıya. Gidip geliyor tarlanın bir ucundan öbür ucuna. Gide gele yorulmuş. Çıkarmış ceketi. Belde çifte tabanca. Sıcak bir yandan. Erimiş akacak. O halde görmüş bir dede. Çıkışmış Gani’ye:
“Ulan Gani...Zaten yorulmuşsun. Dilin dışarı çıkmış. Şu dabancaları çıkar da ağırlık yapmasın bari...”
Gün geldi. Gani atı arabayı sattı. Traktör aldı.”Motur” derler traktöre bizim köylerde. Biraz fiyatı cazip geldi moturun. Ucuz etin yahnisi yenmez. Ucuzsa vardır bir illeti arkadaş. Gani dost...Meğer moturun yatağında çatlak varmış. Geldi Boğazlıyan’a Gani. Yusuf abim oto tamircisi. Buldu Yusuf Usta’yı. Yusuf Usta ne yapsın yapıştırdı çatlağı. Bir zaman idare etti. Lakin çatlak yinesu koyverdi. Bu kez bizim Oğulcuklu Zekeriye ve Ali Ustalar’a gitti. Onlar da yapıştırdılar. Birkaç ay sonra hastalık nüksetti. Geldi Oğulcuklu Niyazi Usta’ya. Niyazi Usta çatlağın üstünü temizledi. İyice yapıştırdı. Ne yapsın? Ya yatak değişecek. Ya da böyle gidecek. Nitekim çatlaktan yağ gelmeye başladı yine. Gani’nin gözleri çakmak çakmak oldu. Kendi defolu moturu almış. Hatayı kendinde aramıyor. Oğulcuklu ustalara kızıyor. Kükredi aslan misali:
“Ulan elime bi gazma sapı alacağam. Şu Oğulcuklu’nun topunu birden Sığırbeleni’nden aşıracağam...”