SÖZ HER ZAMAN VARDI
Sokrates, Atina sokaklarında dolaşırken insanlara “ insana kendini tanıtmaya” çalışıyordu. Sonu kendi tabiriyle “bir at sineği gibi” baldıran zehri içmek oldu.
Nargisos suya bakarken gerçek aşkı bulmaya çalışıyordu. Kendini beğenmişliği içinde. Sonu kendine sarılmak için atladığı suda boğulmak oldu.
Platon, hocasının öğretisini devam ettirdi. O dönemlerde bile şiir yazılıp okunuyordu. Amaç; insanı kendine tanıtmaktı.
Bilenen bir şey varsa “söz” her zaman vardı.
Söz her zaman vardı da; hayatın hangi noktasında duruyordu. Söylenen sözlerin ne etki yaptığını görmek istiyorsak duyan insanlara bakmak gerekecekti.
Hangimiz kendini sözün cazibesine kaptırıp inanmadığı şeyleri söylemedi?
Hangimiz süslenip püslenen kelimelerin altında yatan gerçeği düşünmeden kabul etmedi?
Verdiğimiz sözler nerede?
Sözcükler bazen Sokrates gibi uyandırırken bizi, bazen de Nargisos etkisi yapıyordu üzerimizde.
Ya zihni aydınlık bir düşünceye sahip oluyorduk ya da anlamını anlamadan aşık oluyorduk efsunlu sözlerin sahibine.
Ve sözün en acımasız yanı ise; sözü söyleyen kişiye ait olmasıydı.
Bu nedenle de “ söz ola kese savaşı/ söz ola kestire başı” denilmişti.
Oysa şimdi söz söyleyenine de ait değildi. Çünkü söylemediğimiz sözlerin bile altına imza atabiliyoruz.
Oysa söz sana Rabbinden bir emanetti. Kulağın, gözün, bütün vücudun ve sana emanet verilen ömür gibi bir emanetti.
Söz, her zaman vardı. Kullanmasını bilen için kalem, bilmeyen için kılıç.
Sözle kuruyorduk hayatlarımızı ve sözle bitiriyorduk.
Unuttuğumuz bir nokta vardı; “ sözün yerini bulması.”
Hadi şimdi kapa gözlerini. Dön iç dünyana.
Sözünün yerini bulduğu yerleri ve askıda kalanlarını düşün.
Böylece söz yerini bulsun ve her zaman var olsun.
Söz ola rahatlata düşlerini
Söz ola muhtaç etmeye ağyara seni.
M.Ö./2008
kahramanmaraş