- 581 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MUSTAFA FEHMİ
Çıkmadı mı bu genci bir tek kurtaranınız
varmaz mıydı kalbiniz, akmaz mıydı kanınız
gövdeyi kan götürse demek ki razıydınız
ona nasıl kıydınız. ona nasıl kıydınız
Bu şiir bir Behçet Necatigil şiiridir ve devrim şehidimiz Kubilay’a yazılmıştır. 23 Aralık 1930. Kubilay Menemen’de gerici ayaklanmayı bastırmaya giderken iki bekçiyle birlikte katledildi. Cumhuriyetin genç ve idealist öğretmeni Mustafa Fehmi Kubilay, bir çok akranı gibi yazar olmak istiyordu. Arkadaşı Kemal Üstün’e ’Kışla Yolu’ isimli bir roman yazacağım ’demişti. Üstün, arkadaşının son günlerini şöyle anlatıyordu:
’Bazı geceler Türk Ocağı’ndan bir kaç arkadaşla birlikte çıkar, yol boyunca duraklamalı konuşmalarla yürür ve sonunda ’iyi geceler’ dilekleriyle birbirimizden ayrılır, evlerimize gitmek üzere karanlıklara dalardık...Kubilay ’Kışla Yolu’ derdi bu gidip gelmelere. Geceleri Türk Ocağı’na gelip geç dönmelerden usanmaz, yağışlı havalarda bile şikayetçi görünmez ve ’bu gidişle Kışla Yolu adlı bir roman yazacağım’derdi. Ara sıra sorardık Kubilay’a romanını. Neşeli ve şakacı haliyle birer birer tanıtırdı romanındaki kişileri;olayları ve olayların geçtiği yerleri...Evet o basılmış bir roman bırakmadı ama kanıyla (Devrim Yolu) kitabını armağan etti.’
Menemen’den öğretmen arkadaşı Kemal Üstün Kubilay için şöyle diyordu:
’Gür saçlarındaki akların çokluğu , genç ve sevimli yüzüne ayrı bir özelik ve olgunluk kazandırırdı. Aceleci ve biraz alıngandı. Zaman zaman, sinirliliğe kayan sert davranışları sezilir; üzüntülü olduğu günler dalgın görünür, az konuşurdu. Dostluğuna güvenilirdi. O güvenilen bir dost, sevilen ve aranılan bir arkadaştı...
Kubilay’ın asıl adı Mustafa Fehmi’dir. Bir çok arkadaşı gibi oda ünlü bir Türk adını kendine almıştır.
Gazeteci Feridun Kandemir, olayın hemen ardından İzmir Karşıyaka’ya, Kubilay’ın annesi Zeynep Hanım’ın evine gider. Ağlamaktan gözleri şişen Zeynep Hanım’a Kubilay’ın öyküsünü anlattırır.
Kubilay’ın anne ve babası Girit’te yaşarlarken bir sabah babası Hüseyin Efendi, ’artık burada yaşayamayacağız. gitmeliyiz’ demiş. Zeynep Hanım Girit’te büyüdüklerini ve orayı çok sevdiklerini söylüyor. Daha sonra Kozan!a taşındıkları zaman Zeynep Hanım Girit’teki günlerden’her gün bin hakaret ve tehlike içinde yaşamaktan kurtulmuş temiz, mesut bir yuva kurmuştuk.’ diye söz ediyor.
Hüseyin Efendi ve eşi Zeynep, Girit’ten İzmir’e sonra Adana’ya, oradan da Kozan’a taşınırlar. Girit’te rençberlikle geçimini sağlayan ailenin maddi durumu iyidir. Ancak taşınırken tüm mal varlıklarını satmak durumunda kalmışlardır. Hüseyin Efendi Kozan’da yeniden rençberliğe başlar. Zeynep Hanım o günler için ’Girit’teki kadar olmasa da yine de kazanıyorduk’diyor.
1906’da Mustafa Fehmi dünyaya gelir. Zeynep Hanım ağlayarak anlatıyor, ’Ali vardı , fakat bir erkek evlat daha istiyordum. O dünyaya gelince ben de, babası da çok sevindik. Kim derdi ki bugün ona ağlayacağım...’
Mustafa altı buçuk yaşında iken Kozan’dan ayrılıp akrabalarının yanına Aydın’a taşınırlar.
Mustafa Fehmi Aydın’a taşındıkları günlerde mektebe giden çocukları görerek ’beni de mektebe gönderin’ diye ağlar. Sonunda mektebe başlayan Mustafa mektebin en çalışkan çocuklarından biri olur. Anne-babası ve kardeşleri yattığı halde geceleri geç saatlere kadar dersine çalışır.
Aydın’da dört sene okuyup diplomasını alan Mustafa’nın o günkü halini annesi anlatıyor, ’ O gün sevincinden çıldıracaktı. Geldi boyunlarımıza sarıldı, ellerimizi öptü ve köşeye geçerek büyük, yaşlı başlı bir adam hal ve tavrı ile: ’Amma daha okuyacağım, daha çok , çok okuyacağım’dedi. Peki sonra ne olacaksın?dedik . Uzun uzun düşündü, birden bire: ’Ben de hocam gibi muallim olacağım’dedi. Daha o vakitten muallim olmayı kafasına koymuştu. Aklının erdiği kadar muallimliğin iyiliklerini, meziyetlerini anlatır dururdu.
Aydın işgal edilince Antalya’ya yerleşirler. Kubilay’ın babası vefat eder. Sıkıntı çekerler. Kubilay’ı okutamazlar. Terzi yanına çırak verirler. Kubilay buna çok üzülür ailesine ’beni aç bırakın fakat okutun’ der. Kubilay iki ay buraya devam eder. Sonra kaçar ve okula yazılır.
Düşmanın İzmir’ de denize döküldüğü Antalya’da duyulduğunda Kubilay sevincinden bayrak elde eve koşar ve’Anne gözün aydın , bugün bayram var, kurtulduk’der. Sevincinden gece uyuyamaz. Ondan sonraki hali de değişir ve daha neşeli olur. Artık İzmir’e gitmeye karar verirler. Bir hafta sonra da yola düşerler. Büyük oğulları iş bulamaz sıkıntı çekerler ama Kubilay’ı okuldan mahrum etmezler. Onu yatılı okula verirler. Okulu bittiğinde ilk görev yeri Aydın’ın Sultanhisar kasabası olur. Aydın’da kendisi gibi öğretmen Vedide Hanım’la evlenir. Bir yıl sonra Vedat dünyaya gelir. Kubilay eşiyle anlaşamaz ve ayrılır. Bir süre sonra da askere alınır. Yedek subay olarak önce İstanbul Harbiye’de eğitim görür. Daha sonra da Menemen’e gönderilir. 23 Aralık 1930 günü sabah saatlerinde 29 kişilik birliğiyle belinde tabancası bile yokken olaya müdahale eder. Gericiler Kubilay’ı önce kurşunla yaralar, sonra da başını keserler.
Kubilay’ın ağabeyi Ali Bey,acı haberi gazeteden öğrenir. İnanmak istemez. Bilgi almak için gazeteye koşar. Ancak onlarda da ayrıntı yoktur. Ağabeyine telgraf çeker. Haber gelmez. Daha sonra acı haberi doğrulatırlar. Ali Bey annesinin halini şöyle anlatıyor: ’Kubilay’a çok düşkün olduğunu bildiğimiz için , bir türlü onu faciadan haberdar etmek cesaretini kendimizde bulamıyorduk. Kız kardeşimin ısrarı üzerine olayın ayrıntısını anlatıyordum. Annem kapıdan kulak vermiş. Bir çığlıkla kapıyı itti ve yere yuvarlandı. O gece deli gibi idi, bütün komşular toplandılar, ne yaptıksa kendisini teskin edemedik. Sabahleyin perişan bitap bir halde boynuma sarıldı: ’Beni Menemen’e götür’diye yalvarmaya başladı. Bin müşkilatla bir hafta oyaladık. Fakat o hafta cuma günü Menemen’de anma töreni vardı. İzmir’den heyetler gidiyordu. Artık isyan etti ve ağlıya ağlıya kalabalığa karıştı. Orada onu kabrin başından ayırmak mümkün olmadı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.