- 652 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. RESULÜN ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (40)
MEDİNE / MEKKE İLİŞKİLERİ (19)
HUDEYBİYE ANLAŞMASI / OLUŞUMU / ARKASINDAKİ GERÇEKLER (1)
(Hicret’in 6. senesi Zilkade ayı / Milâdî 628) tarihinde yapılan Hudeybiye anlaşmasının alt yapısını oluşturan olayları incelemekte yarar var. 627 yılında Hendek savaşı bitmiş Mekke ile Medine arasındaki ilişkilerde yeni bir döneme girilmişti. Bu yeni dönemi kısaca şöyle özetleyebiliriz. Medini ile savaş hazırlığına başlayan Mekke’nin çıkardığı kervana saldırmak için yola çıkan Medine ordusu Bedir’de Mekke ordusuyla karşı karşıya gelmiş, sayıca Mekkeliler üç misli üstün olmasına rağmen bozguna uğramışlardı. Bunun intikamı için Medine’ye saldırmak için hazırlanan Mekke ordusuyla Medine ordusu tekrar Uhud’da karşı karşıya geldiler. Bu sefer zarar gören Medine ordusuydu ama Mekkeliler Medine ordusunu yenememişti. Üçüncü hamle olarak daha büyük bir orduyla Medine’ye saldırmaya gelen Mekke ordusu, Medine etrafında hendek kazılarak karşılanmış. Hendekleri aşamayan Mekkeliler geri dönmek zorunda kalmışlardı. Üç savaş neticesinde, Mekkeliler Medine’yi yenememişlerdi. Medine’nin içindeki Yahudi kabilelerini yanlarına almalarına, bütün Arabistan’la işbirliği yapmalarına rağmen, Medine’yi yok edememişlerdi. Belki savaşlar itibariyle Bedir hariç kesin zafer hiç kimseden yana olmasa da, Mekke bütün gücüyle saldırmış, Medine’yi yok edememişti. Bu gerçek Medine’nin dimdik ayakta olmasıyla, üstelik Medine kendisine ihanet eden Beni Kureyza ve Beni Nadr gibi iki büyük Yahudi kabilesini kesin bir şekilde yok etmişti. Böylece Medine gücünü kanıtlamış. Ben buradayım diye Mekke’ye meydan okumaya devam ediyordu. Mekke ise ne yapacağını şaşırmış. Çareler içinde çare arıyor ama bulamıyordu.
627 yılı bitmiş, 628 yılının hac mevsiminin öncesinde, peygamber ve arkadaşları Kâbe’yi ziyaret etmek için yola çıktılar. Umre yapacakları ay haram aylar içindeydi. Hendek savaşının yankıları bütün Arabistan’da, hatta Ortadoğu’da yankılanıyor. İran, Bizans, Habeş imparatorlukları, Arabistan’daki olayları hayretle izliyorlardı. Mekke’nin konumu Arabistan’da, Arabistan dışındaki komşu ülkelerde gittikçe zayıflamıştı. 628 yılındaki hac Araplar için önemliydi. Arabistan’ın çeşitli yerlerinden gelecek putperestler Mekke’den hesap soracaklar gibiydi. Ne oluyordu? Her türlü yardımın yapıldığı Mekke, hala niçin Medine’deki yeni din dalgasını, Medine’de Müslümanların kurduğu devleti yok edemiyorlardı. Araplar Mekke’den bunun hesabını sormanın heyecanı içindeydiler. Zira Medine’nin yükselişi, Mekke’nin düşüşü, Arabistan’daki putperestliğin sonu olabilirdi. Ebu Süfyan gibi akıllı, siyasi dehası olan biri, iki savaşta niçin Medine’ye karşı zafer kazanamıyordu.
Hz. Muhammed peygamberliğinin yanında, yöneticiliğini gösteriyor. Bütün Arabistan’ı avucunun içinde tutacak şekilde haber topluyordu. Müslüman olsun olmasın, güvendiği insanları dinliyor. Gerekirse görevlendirmeler yapıyor. Özellikle dürüst tacirliğiyle öne çıktığı dönemlerdeki dostluklarına, arkadaşlıklarına güvenerek, ticaret kervanlarından önemli bilgiler alıyordu. Medine’ye uğrayan kervanlar resule istediği bilgileri getirirken, aynı kervanlar Medine’nin moralini de gittikleri yerlere götürüyorlardı. Uzaktan seyredenler, olayları şöyle özetleyebilirdi. Bütün Arabistan’a karşı Medine’de yeni bir din üzerine devlet kuruldu. Bunu yok etmek isteyen Araplar her türlü çabayı ortaya koyarak başarıya ulaşamadılar. Bu görüntü elbette çok önemliydi.
Hz. Muhammed ve arkadaşları, Mekke’den ayrılıp Medine’ye geldiklerinden bu yana beş yıl geçmiş, altıncı yıl yaşanmaktaydı. Birçok Mekkeli Müslüman’ın ailesi Mekke’de kalmıştı. Onlar evlerini, yurtlarını, ailelerini, çocuklarını bırakıp gelmişlerdi. Zaman içinde çok kötü haberler alıyorlardı. Güya Mekkeliler onların evlerine el koymuş, ailelerini köle edinmişlerdi. Birbirine tezat rivayetler ortalıkta dolaşıyordu. Her şey normal olsa bile, insanların memleket, aile, çocuk, ev özlemleri gittikçe artmıştı. Hz. Muhammed dâhil neredeyse bütün Mekkeli muhacirler, her fırsatta gözlerini Mekke’den yana çeviriyorlardı. Aralarında Mekke özlemini içeren konuşmalar yapıyorlar. Mekke tarafından gelen kervanlardan haber almaya çalışıyorlar. Mekke tarafına giden kervanlarla da haber göndermeyi ihmal etmiyorlardı.
Her ne kadar klasik tarihlerde “peygamberin Mekke’ye arkadaşlarıyla gittiğini” rüyasında gördüğünden söz edilse de, işin aslında, bütün Mekkeli muhacirler Mekke özlemiyle yanıp tutuşmaktaydılar. Resul aldığı haberleri değerlendirerek önemli bir karar verdi. Bu yıl hac mevsiminden önce Kâbe’yi ziyarete gideceklerdi. Bu önemli bir karardı. Henüz Mekke ile Medine arasında savaş bitmemiş. Herhangi bir barış anlaşması yapılmamıştı. Ama şartlar sanki tam zamanı diyordu. Üç defa Medine’yi yok etmeye gelen Mekkeliler eli boş dönmüşlerdi. Mekke’nin putperestler arasındaki itibarı gittikçe zayıflamıştı. Arapların bu hac mevsiminde Mekkelilerden hesap soracaklarına dair söylendiler dalgalanmaya başlamıştı. Hz. Muhammed ve arkadaşları, Medine kurdukları devletle güçlerini her fırsatta ispatlamışlardı. Artık Medine’ye kesin bir şekilde Müslümanlar hâkimdi. Medine’de söz sahibi iki büyük Yahudi kabilesi de ihanetleri nedeniyle yok edilmişti. Hani demirin tavı denilen bir şey vardır ya, tıpkı onun gibi, olayların tavı, Müslümanların Medine’den çıkıp, Mekke’ye doğru hareket etmeydi. Nasılsa hac mevsimi ve öncesi Araplar arasında haram aylardı. Putperestler dinleri gereği haram aylara itibar ettiklerini her fırsatta söylüyorlardı. Daha önce Bedir savaşından dolayı peygamberi suçlamışlardı. Zira Bedir savaşı haram aylar içinde olmuştu. Haram aylarda Mekkeliler Müslümanlara saldırmayı düşünemezlerdi. Bütün bu hesapları yaparak resul arkadaşlarını alarak Mekke yoluna düştü. Eğer Medineliler Mekke’ye umre için dahi olsa girseler olayların seyri değişecekti. Öncelikle Mekkeli Müslümanlar aileleriyle buluşacaklardı. Diğer taraftan Mekke’den korkmadıklarını göstereceklerdi. Bütün Arabistan’ın gözü önünde olacak bu olay, Müslümanların gücünü göstermesiyle sonuçlanacaktı. Onun için resul ve arkadaşları her şeyi göze alarak cesurca Mekke’ye doğru yürüyorlardı. Resul Yola çıkmadan önce 20 kişilik bir öncü grubu Mekke’ye gönderdi. Başlarında Hz. Osman vardı. Hz. Osman Mekke’nin reisi Ebu Süfyan’ın soyundandı. Soy, aşiret bağlarının güçlü olduğu Mekke kültürü gereği Hz. Osman’a aşiretinin bir şey yapamayacağı hesaplanmıştı. Öncü grubun ardından 70 deve hazırlanarak Hz. Resul arkadaşlarıyla yola çıktı.
Mekkeliler Hz. Muhammed’in Mekke’ye doğru hareket edeceğini duyunca telaşa kapıldılar. Hep onlar Hz. Muhammed ve arkadaşlarının üzerine yürümüşlerdi. Medine’de Müslümanlar devlet kurduktan sonra hiç Mekke’ye doğru yürümemişlerdi. Hatta ne hac mevsiminde, ne de başka zamanlarda Müslümanlar Mekke’yi ziyaret etmemişlerdi. Hele Hz. Muhammed’in bizzat kendisinin Mekke’ye doğru hareket edeceği olağanüstü bir durumun varlığını gösteriyordu. Üç defa Mekke’yle savaşmış bir toplum, hangi cesaretle Mekke’ye doğru yürürdü. Mekkelilere göre Muhammed haram ay tanımıyordu. Bedir savaşını haram ayda yapmamışlar mıydı? Ebu Süfyan’ın kervanını haram ayda basmak için Muhammed yola çıkmamış mıydı? Putperest Araplara göre, karşılarında Arap örfünün her şeyini ret eden. Putperestliği ret eden biri vardı. Muhammed putperestlerin inandığı her şeyin tersine bir şey yapmaya hazır biriydi. Belki Muhammed Mekke’ye haram aylarda gelecek, Kâbe’yi yıkacak, oradaki putlarını kıracaktı. Mekkeliler aldıkları duyum üzerine kafalarında birçok düşünceyi gezdirmeye başladılar. Daha önce Medine’ye karşı savaş hazırlıklarını yapmışlardı. Medine orada duruyor. Mekkeliler rahat bir ortamda savaşa hazırlanıyorlardı. Ama şimdi durum farklıydı. Muhammed hazırlığını yapmış Mekke’ye doğru geliyordu.
Mekkeliler Hz. Osman’ı bu ve buna benzer duygularla karşıladılar. Hz. Osman yirmi kişilik ekibiyle Mekke’ye girdiğinde herkes şaşkındı. Hz. Osman bir zamanlar Dar’un-nedve’de aşiretinin temsilcisi olarak görev yapmış ünlü biriydi. Aşiretinin bir kısmı onu karşılamıştı. Diğer arkadaşlarını da aşiretleri, aileleri karşılamak için ortaya çıkmıştı. Mekke’nin liderleri ne yapacaklarını bilemiyordu. Yirmi kişilik bir Müslüman grup, Mekke’ye girecek kadar kendilerini cesur görüyorlardı. Adeta tüm Mekke’ye meydan okurcasına, başları dik, inançlarının onuruyla Mekke sokaklarında yürüyorlardı. Onları karşılayan Mekkeliler, Mekke önderleri şaşkındı. Ebu Süfyan kurnazlığını bir kez daha göstererek durumu lehine çevirmek istedi. Hemen Medine dışına, Medine’ye yalan haberler uçurmaya başladı. Muhammed’in Mekke’ye saldırmak için hazırladığı orduya karşılık güçlü bir ordu kurduğunu, Mekke dışında Mekke ordusunu karşılayacağını, Osman ve arkadaşlarının esir alındığını yaymaya başladı. Hâlbuki gerçekte böyle bir şey yoktu. Ne Osman ve arkadaşları tutuklanmış, ne de Mekke bir ordu hazırlayabilmişti. Lafın gelişiyle Ebu Süyfan kuyruğu dik tutma deyiminin karşılığında her şeyi yapıyordu. Osman ile görüşmeler yaparken, 200 kişilik bir atlı grubu hazırlayarak Medine ordusunu karşılamak üzere Medine’ye doğru yürütmüştü. Hz. Resulün 20 kişilik öncü grubuna karşılık, Mekke on misli 200 kişilik bir öncü grup hazırlamıştı.
Hz. Osman Mekkelilere, amaçlarının savaş olmadığını, Kâbe’yi ziyaret edip döneceklerini, Mekkelilere herhangi bir zarar vermeyeceklerini belirtmişti. Ama bu ifadeler Mekkelileri tatmin etmedi. Zaten yirmi kişinin Mekke’ye savaş için gelmesi mümkün değildi. Arkalarından gelecek Muhammed’in ne kadar kişilik bir ordu hazırladığını da bilmiyorlardı. Her ne kadar Osman ve arkadaşları, Muhammed’in herhangi bir orduyla değil, çoğunluğu Mekkelilerden oluşan bir grupla Kâbe’yi ziyaret için geldiğini söyleseler de, Mekkeliler dinlemiyordu.
Kurnazlığı, akılcılığı, sinsiliğiyle ün salan Ebu Süfyan, Mekke’den sürüp çıkardıkları, sürekli üzerlerine savaş açtıkları Müslümanları Mekke’ye misafir olarak nasıl kabul edecekti? Hani putperest olsalar neyse, o zaman birbirleriyle savaşsalar de, putperest olarak onların da Kâbe’yi ziyaret etme hakları vardı. Ama gelenler Müslümanlardı. Müslümanlar putlarına karşılardı. Diğer taraftan tıpkı bugünkü Müslümanların da düşünebileceği gibi, Müslümanların putlarla dolu olan Kâbe’de ne işleri vardı? Müslümanlar Kâbe’yi ziyarete gelseler, Kâbe’nin içi put doluydu. Müslümanlar Kâbe’nin etrafında tavaf etseler, putların etrafında tavaf etmiş olmayacaklar mıydı? Mekkeliler aklına Müslümanların Kâbe’yi ziyareti, umre yapmaları yatmıyordu. Akıllarına yatmayınca Müslümanların Mekke’ye gelişlerinin arkasında başka bir plan olduğunu düşünüyorlardı. Bu nedenle Hz. Osman ne söylerse söylesin Mekkeliler ikna olmamışlardı.
Mekkelilere göre Müslümanları Mekke’ye sokmak, savaşta yenilmekten daha beterdi. Dünya âleme ne söyleyeceklerdi? Sürüp çıkardıkları Müslümanlar ellerini kollarını sallayarak Mekke’ye gireceklerdi. Mekkeliler onlara bir şey yapamayacaklardı. Kâbe’nin etrafında dolaşırken, putlarının yalan olduğunu, dinlerinin saçma olduğunu söyleyeceklerdi. Kâbe’nin putlardan arındırılması gerektiğini vurgulayacaklardı. Akıllı her insanın anında olacakları kavraması mümkündü. Ki; Ebu Süfyan anında bütün hesapları yapabilecek bir insandı. Dar-un Nedve’de toplanan Mekke aşiretlerinin temsilcileri, akıllarıyla, konumlarıyla, tecrübeleriyle öne çıkmış insanlardı. Onun için Dar-un Nedve’de aşiretlerini temsil ediyorlardı. Günümüzün siyasi temsilcileri gibi parayı bastıran temsilci olmuyordu. Onun için Mekkeliler kafaya koymuşlardı. Her ne olursa olsun Mekke’ye Muhammed ve arkadaşlarının girmesini önlemeleri gerekiyordu.
Mekke’ye doğru yola çıkan resul, Mekke’deki gelişmelerden haberdardı. Ancak Hz. Osman’ın ve arkadaşlarının esir alındığına veya öldürüldüğüne yönelik haberler henüz kesinlik kazanmamıştı. Yönünü Hudeybiye’ye doğru çevirdi. Hudeybiye’de, ayetlerde sözü edilen, tarihlere altın harflerle yazılan bir biatleşme yapıldı. Allah Fetih suresinin 10. Ayetinde “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir” diyerek, biatin önemini vurguluyor. Onların yaptığı biat, herhangi bir söz vermek değildi. Onlar birbirlerine söz verirken Allah’ı şahit tutuyorlar. Aynı zamanda Allah’a biat ediyorlardı. Allah da onlarla biat ettiğini söylüyor. İnsanlar ellerini resule uzatıp biat ederken, Allah da elini biat için uzattığını belirtiyordu. Allah; o günkü biatin anlamını güçlendirmek, müminlerini yanlarında olduğunu vurgulamak için ayetini gönderiyordu. Ayeti o gün okuyan Müslümanlar, Hudeybiye’de ağacın altında yaptıkları biatin Allah tarafından kabulü ile onurlandırıldılar. Hudeybiye Mekke yakınlarında bir köydü. Tarihe Rıdvan biati olarak geçen bu anlaşma, tarihimizde büyük önem kazanmaktadır.
Biatin özü; Mekke’den gelen haberler kötüydü. Hz. Osman’ın esir alındığı veya öldürüldüğüne dair haberler geliyordu. Üstelik haberlerde Mekkelilerin Müslümanlarla savaşmak için büyük bir ordu hazırlayarak yola çıkma hazırlıkları yaptıkları yönündeydi. Onun için peygamber arkadaşlarından, ne olursa olsun savaşacaklarına, geri dönüp kaçmayacaklarına dair söz aldı. Müslümanların sayısı 1500 kişi civarındaydı. 200 develik erzak yüküyle desteklenmişlerdi. Allah resulü 1500 civarındaki Müslümanlardan savaşmak üzere biat aldı. Müslümanların bu sayısı Mekkelileri korkutmaya yetiyordu. Mekkeliler Hendek savaşında Medine’yi kuşatmak için 3000 kişiyle gelmişlerdi. Bunun içinde aylarca hazırlanmışlardı. Şimdi 1500 civarındaki Müslümanlara karşı nasıl durabilirlerdi? Hazırlıksızdılar, apansız yakalanmışlardı. Müslümanlar yola çıkarken her şeyi göze aldıkları için, silahlıydılar. Savaş ihtimaline karşılık, savaşa hazırlıklı olarak yola çıkmışlardı. Erzakları, silahları ona göreydi.
Fetih suresinin 18. Ayetinde ise; “Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir” diyerek, o gün biat edenlerin kalplerinde hiçbir nifakın olmadığını, biat yapanların ihlâs yani samimiyet içinde olduklarını, biatlerinden razı olduğunu vurguluyor.
Ayrıca ayet Müslümanları fetihle ödüllendiriyordu. Tabi; fetih denilince bizim aklımıza ülkeleri fethetmek, savaş kazanmak geliyor. Ancak Allah’ın ayetlerinde fetih daha geniş anlamlıdır. Gönüllerin / kalplerin, akılların fethinden de söz edilir. Dilimize geçen fetih kelimesinin, konuşulan dilde, edebiyatta açılımları çok fazladır. Allah yapılan biatin anlamları üzerinde dururken, biate ortak olmanın, elini biat edenlerin elleri üzerine uzatmanın da büyük bir fetih olduğunu vurguluyor. Ayrıca daha büyük fetihlerden söz ediyor. Daha büyük fetihler elbette tarihte görülüyor. Ancak o gün ayeti okuyanlar fethin ayrıntısını bilmiyorlardı. Allah onları fetihle müjdeliyordu. Mekke özlemini yaşayanlar, Mekke’nin fethini anlayabilirlerdi. Nitekim öyle anlamışlardı. Savaş üzerine yaptıkları biatin arkasından bu yönde umutları artmıştı. İnanmış 1500 adam, neler yapmazdı ki? Üstelik ölümüne biat etmişlerdi. Savaşacaklar, geri dönüp kaçmayacaklar, gerekirse bu yolda Allah’a canlarını vereceklerdi. Yaşama ait gemiler yakılmıştı. Allah’ın ayetinde belirttiği gibi kalplerinde de hiçbir nifak yoktu.
Daha sonraki Müslümanlar, Fetih suresinin 10. Ayetinde belirttiği “Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir” ifadesinden dolayı, ayeti anlama yerine, el üzerinde durmayı, el üzerinden değişik yorumlar yapmayı öne çıkardılar. Ayetin tarih içindeki özünü, biatin anlamını bir kenara ittiler. Lüzumsuz tartışmalar yaparak ayeti anlamını saptırdılar. Allah’ın eli, bizim ele benzer mi benzemez mi? Allah’ın eli nasıldır? Sorgularında biat kavramı, Allah’ın biate şahit olması, Müslümanların biatine biat ederek sahip çıkması, böylece o gün, işin başından müminlere bütün desteğini vereceğine söz vermesi üzerinde durmayan Müslümanlar, el tartışmasında kaybolup gittiler. Ayetleri yaşanan tarihin soluğundan, gerçeklerinden ayıranlar, ne yazık ki her zaman bu tür sapmaları yaşıyorlar. Aslında küçük bir fikir jimnastiği yapsalar konuyu çözeceklerdir. O gün biat eden Müslümanlar, Fetih suresinin 10. Ayetini okuyanlar, ne düşündüler? Allah’ın elini, elleri üzerinde Allah’ın elinin nasıl olduğunu nasıl anladılar? Hangi duygularla, hangi düşüncelerle bu ayeti akıllarına, duygularına, kalplerine yazdılar? Bu noktalardan tarihi, toplumu, insanları okumayanlar, lüzumsuz felsefi tartışmalara gömülüverdiler. Zira hem biat, hem de ayet, Müslümanlara ciddi bir sorumluluğu hatırlatıyordu. O gün biat verenler, Allah için savaşmaya, Allah için ölmeye söz vermişlerdi. Allah da onların bu sözlerini kabul etmişti. Ama Allah için savaşmayacaklar. Allah için ölmeyecekler. Allah için savaşıp ölecekleri anlama yerine, el ifadesine takıldılar. Minderlerinin, koltuklarının üzerinde, rahat ortamlarda el tartışmasıyla, tarihi, ayetleri çöpe attılar. Hâlbuki o gün belki farkında değillerdi ama Müslümanlar Mekke’ye karşı savaşmaya karar verip biat ettiklerinde, Mekke ile Medine arasındaki savaşlara son noktayı koymuş olacaklardı. O güne kadar üzerlerine gelen Mekkelilerle savaşan Müslümanlar, Mekke’nin üzerine yürümüş olacaklardı. Savaşta Mekkelileri yenerlerse, Mekke sınırları için yenmiş olacaklardı. Çünkü Hudeybiye’deydiler. Hudeybiye Mekke’nin yakınlarında bir köydü. Mekkelileri yenerlerse, Mekke ile önlerinde hiçbir engel kalmamış olacaktı. El tartışması yapanlar bunun ne anlama geldiğini biliyorlar mıydı? Düşünüyorlar mıydı? Hissediyorlar mıydı? Elbette hayır! Onlar; Rabbin katında büyük sorumluluğu olacak bir tartışmanın içine girmişlerdi. Aslında onlar bilmedikleri bir konuda, Allah’ın zatını, şeklini tartışıyorlardı. Allah kendisi hakkında bir bilgi göndermediyse nereden bileceklerdi? Demediler; Allah bize kendisi hakkında apaçık bir delil göndermez ise, biz nereden bileceğiz? Bütün tartışmalarımız aklımıza, kısır bilgilerimize göredir. Biz Allah’ın zatını, şeklini asla bilemeyiz. Bilmedikleri, bilemeyecekleri konularda tartışarak hadlerini aştılar. Bunun da farkında değillerdi. Tarihe, Müslümanların o günkü biatlerine, resule, Allah’a, lüzumsuz tartışmalarıyla ihanet ettiklerinin farkında değillerdi.
Hz. Osman Mekkelilere; Müslümanların umre ziyareti için başlarında resul Muhammed ile yola çıktığından, amaçlarının savaş olmadığından söz edince kabul etmediler. Osman’a, sen ve arkadaşların Kâbe’yi ziyaretlerini yapsınlar. Ama biz Muhammed ve onunla birlikte gelenleri kabul etmeyiz dediler. Bunun üzerine Osman ile Mekkeliler arasında tartışma çıktı. Karşılıklı tehditleşmeler başladı. Hz. Osman ve arkadaşları Mekke’ye gelmişken hemen dönmediler. Mekke’de kalarak özlemlerini gidermek, aileleriyle birlikte vakit geçirmek istediler. Birkaç gün Mekke’de kaldıktan sonra geri döndüler. Resulün konakladığı Hudeybiye’de Müslümanlarla buluştular. Böylece Hz. Osman üzerine üretilen esir alındı, öldürüldü gibi haberlerin yanlışlığı ortaya çıktı. Hz. Osman Mekke’deki görüşmelerini, durumu resule açıkladı. Mekkeliler Müslümanları kabul etmiyorlardı. Gerekirse savaşacaklarını söylüyorlardı. Savaş hazırlıklarına başlamışlardı. Bütün bunlar resule her şeye hazır olması gerektiğini hatırlatıyordu. Ama olmaması gereken bir şey vardı ki, Müslümanlar dönüp geri kaçmayacaklardı. Mutlaka bir sonuç almaları gerekiyordu.
Mekkelilerin hazırladığı 200 kişilik öncü grup Müslümanların hareketini takip etmeye başladı. Mekkeliler; Peygamberin birlikte oldukları Müslümanlarla savaşmak üzere biatleştiğini haber alınca işin ciddi olduğunu anladılar. Muhammed’i yakından tanıyorlardı. Dediği dedik biriydi. Korkusuzdu. Bugüne kadar hiç yenememişlerdi. Mekke’ye saldırırsa karşı duramayabilirlerdi. Mekke ellerinden gidebilirdi. Duruma el koymak gerekiyordu. Ebu Süfyan kendisi gibi, kurnaz, akıllı, konuşmasını bilen Süheyl b. Amr’ı görevlendirdi. Yanına Huveytip b. Abdü’l-Uzzâ ve Mikrez b. Hafs verildi. Böylece Mekkeliler Hz. Muhammed ile görüşmek üzere üç kişilik bir heyeti göndermiş oldular. Tarihi rivayetlere göre, Süheyl b.Amr ve arkadaşları peygamberin huzuruna geldiklerinde önünde diz çöküp oturdular. Resul ise bağdaş kurmuş oturuyordu. Peygamberin etrafında sahabeler vardı. Süheyl kendinden emin, ne söyleyeceğini hesap eden, sivri dili olmayan, bu tür görüşmelerde aklıselimi öne çıkaran biriydi. Mekke’nin tekliflerini sıralamaya başladığında resul dinlemişti. Süheyl’in sıraladığı maddelerde Müslümanların normal şartlarda kabul edemeyeceği maddeler çoktu. Onun için resulün etrafındaki sahabeler, savaşmaya yemin etmişler olarak, hemen tepki gösterdiler. Ancak resulün yumuşak tavrı, sabırla maddeleri dinlemesi, sonra hiçbir şey demeden yazdırmaya kalkması arkadaşlarını şaşırttı. İtirazlarını resul dikkate almıyordu. Müslümanlar Süheyl’in konuşmasını ikide bir kesseler de, Süheyl söyleyeceklerini söyledi.
Resul Ali’ye, sözleşme maddelerini yaz dedi. Rivayetlere göre daha sözleşmenin yazılmaya başladığı an tartışma çıkmıştı. Resul Bismillahirrahmanirrahim diye yazdırmaya başlayınca Süheyl biz Rahman ve Rahim Allah’ı bilmeyiz. Şöyle yazalım dedi. “Bismike Allahümme” Resul bu da güzel deyip yazdırdı. Bismillahirrahmanirrahim, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarımı ifade ediyordu. Bismike Allahümme ise, Ey Allah’ım senin adın ile demekti. Putperestlerde Allah’a inanıyorlardı. Ancak Rahman ve Rahim sıfatlarıyla Allah’ı tanımıyorlardı. Allah adına Kâbe’ye sahip çıkıyorlar. Putperestlik inancı gereği, putlarını kendilerini Allah’a yaklaştıran olarak kabul ediyorlardı. Sözleşmeye Allah’ın adıyla başlamak da Müslümanların ret edebileceği bir şey değildi.
Resul sözleşmeyi yazdırmaya devam etti. Allah’ın resulü Muhammed ile Süheyl B. Amr arasında varılan anlaşmaya göre diye yazdırdı. Süheyl hemen itiraz etti. Ya Muhammed senin Allah’ın resulü olduğuna inansak seninle savaşmayız değil mi? Zaten seninle kavgamız bunun için değil mi? Onun için, bu ifadeyi kaldır. Resul ne yazalım deyince, “Süheyl b. Amr ile Adullah oğlu Muhammed arasında yapılan sözleşmeye göre diye yazalım dedi. Resul bunun üzerine Hz. Ali’ye Allah’ın resulü Muhammed ibaresini sil dedi. Hz. Ali silmeyi ret etti. Resul ısrar edince, yanındaki Müslümanlar da Ali’nin itirazına destek verdiler. Ancak resul Süheyl’in dediğini kabul etti. Resul; Allah’ın resulü Muhammed ifadesini sildirdi. Sözleşme “Allah’ın adı ile Süheyl b. Amr ile Abdullah oğlu Muhammed arasında yapılan anlaşmaya göre” diye başladı.
Hudeybiye anlaşmasının şartları konusunda farklı rivayetler var. Farklı rivayetler de dikkate alınırsa sözleşme şartları şöyle sıralanıyordu.
Hudeybiye anlaşmasının şartları…
1) Müslümanlarla müşrikler, huzur ve emniyet içinde yaşamalarını devam ettirmek için, birbirleriyle on yıl savaşmayacaklar. Aralarında on yıllık süre ile barış yaptıklarını ilan edecekler.
2) Muhammed ile birlikte gelenler, bu yıl Mekke’ye girmeyip geri dönecekler, ancak gelecek yıl yanlarına yalnız yolcu silahı olan kılıç bulundurmak şartıyla gelip Kâbe’yi tavaf edecekler. Mekke’de üç gün kalacaklar. Mekkeliler ise Müslümanlar Mekke’de iken Mekke’yi terk edecekler.
3) Müslümanlardan hac, Umre ve ticaret için Mekke’ye gideceklerin canları ve malları güven altında olacak. Kureyş tarafında Mısır’a ve Şam’a gidenlerle ticarette bulunmak üzere Medine’ye gelenlerin de canları ve malları güven altında bulunacak.
4) Medine’deki Müslümanlardan Mekke’ye iltica edenler Medine’ye iade edilmeyecek, fakat Mekke’den Medine’ye iltica edenler Müslüman dahi olsalar Mekkeliler istediğinde geri verileceklerdir.
5) Arap kabilelerinden isteyen Muhammed ile isteyen de Kureyş’le birleşmekte serbest olacaklardır.
Kimi rivayetlerde dört, kimi rivayetlerde beş madde olduğu söylenen sözleşme şartları düz bir yazıyla yazılmıştı. Düz yazıdan konu gereği maddeleştirmeler insanlara bağlıydı. Bütün maddeleri Süheyl bin Amr adeta dikte ettirmişti. Resul herhangi bir itirazda bulunmamıştı. Bu nedenle Resulün etrafındaki Müslümanların ileri gelenleri sürekli itiraz ediyorlardı. Hicretten sonra ilk defa Müslümanlar Kâbe’yi ziyarete gelmişlerdi. Ama bu yıl Kâbe’yi ziyaret edememişler, geri döneceklerdi. Süheyl bin Amr, Müslümanları Mekke’ye kabul edecek şekilde hazır olmadıklarını söylüyordu. Önceden haberleri olsaydı gerekli tedbirleri alabileceklerini söylüyordu. Süheyl’in anlatım biçimi resule itiraz noktası bırakmıyordu. Zaten Süheyl’in seçilmesinin nedeni de buydu. Süheyl dikte ettireceği her kuralın altını, akli, mantıki nedenlerle dolduruyor. Sakin, güzel bir ses tonuyla anlatıyordu. Ama Mekke özlemiyle yanıp tutuşan, Mekke’nin yanına kadar gelip geri dönmek zorunda kalan Mekkeli Müslümanlar, geri dönmeyi hazmedemiyorlardı. Onlar biliyorlardı ki, Mekke’de de kendilerini bekleyen aileleri, çocukları vardı. Ancak resul toplumun lideriydi. Aynı zamanda Allah’ın resulüydü. Allah’ın resulüne nasıl itiraz edebilirlerdi. Süheyl dikte ettirdiği sözleşme şartlarının yazılı olduğu belgeyi gururla onayladı. En büyük zaferini kazanmanın edasıyla kalkıp gitti.
Her şeyi göze alıp, savaşmaya biat eden Müslümanlar hedefine ulaşamamış görünüyordu. Üzgün, kırgın geri dönme hazırlıkları başlamıştı. Allah yolunda savaşa çağıran, geri dönmemek için kendilerinden söz alan resulün, bu yıl Mekke’ye girmeme kararını onaylaması, savaşı değil barışı kabul etmesi Müslümanları, hem şaşırtmış, hem üzmüştü. Hayal kırıklığı Mekke özlemiyle bütünleşti. Aralarında suskunluk hâkimdi. Birbirlerine ne söyleyeceklerini bilemiyorlardı. Onların tekrar toparlanması gerekiyor. Gelecek için bilgilendirilmeleri, bilinçlendirilmeleri gerekiyordu. Allah her zaman ki gibi onlara desteğini eksik etmedi. Fetih suresinin ayetleri iniyor. Her ayet onlara yaşam içinde yeni bir ufuk açıyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.