- 596 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMAN ZİNDAN İÇİNDE
’1920’de Erzincan’ın Çit köyünde doğdum’.
Böyle başlıyor Enver Gökçe’nin yaşam öyküsü.
Ya cezaeviyle tanışması ? Enver Gökçe yanıtlasın bu soruyu da:
-1948’de Türkiye Gençler Derneği’ne üye olduğumdan tutuklandım.
Daha sonra şöyle anlatacaktır, Gökçe:
’....dernek üyelerinden iki kız arkadaş biri Melahat Kürşat, diğeri Nural ve ben, Mehmet Kemal, Şevki Akşit tevkif edildik. Grekçe olarak dernek üyelerinin komünizm propagandası yaptıkları ileri sürülüyordu. Bu yüzden tutuklandık. Ankara cezaevine götürülüp tıkıldık.
Üç ay devam eden sorgudan sonra hiç kimseyi mahkum edemediler. Hepimiz beraat ettik. Böylece üç ay boşuna geçti.
Bu devre hapisanede bir kaç tane şiir yazdım. ’Görüşmeci’ isimli şiir bu devrenin mahsulüdür. Görüşmeye arkadaşlarım, kendi ailemden kız kardeşim gelirdi. Bu şiiri daha sonra Görüş Günü adıyla yayımladım.
Bugün görüş günümüz
Dost kardeş bir arada
Telden tele
Mendil salla el salla
Merhaba!
İzin olsun hapisane içinde
Seni
Senden sormalara doyamam
Yarım döner cıgaranın ateşi
Gitme dayanamam.
Gene bu devrin anısı olarak Fakültenin Önü adlı şiir, bu gösterilerden sonra yazılmıştır.
Fakültenin yanı demirden köprü
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı
Faşistler camlara yürüdüler
Kürsüleri kırdılar, höykürdüler
Tığ teber şahı merdan
’Tanrı dağı kadar Türktü bunlar
Hıra dağı kadar müslüman’
Ve de kanlı bıçaklı düşman
Gökler ışıyordu yer yer
Ortalık ala şafaktı.
Bu şiir de olayları günü gününe yansıtan en iyi bir şiirimdir.’
Gökçe’nin uzun hapislik yılları İstanbul’da 1951 ekim ayında yapılan ünlü ’951 Tevkifatı’ile başlıyor.
O günlerde başına gelenleri yine Gökçe’nin kaleminden okuyalım:
’Gazetelerde okuduğumuza göre Sevim Tarı isminde bir kadın Paris’e giderken yakalanmış. Bunun üstünden bir süre geçti. Bundan sonra ,buna dayalı olarak Tevkifat başlamıştı. Ben de bir kaç öğrenciden sonra Eylül’e doğru tutuklandım. O zaman Kadırga öğrenci yurdunda bulunuyordum. Daha önce yurt binasında kaldığım odanın arandığını, didik didik her tarafın araştırıldığını görmüştüm. Bu olayın üzerinden bir hafta geçti ki, tutuklanma günüm geldi.
O zamanlar İstanbul 1. şubesi gelip geçici hapishane olarak kullanılıyordu. Teker teker o günün devrimcileri ve demokrat fikirli gençleri alel acele tutuklanıyordu.
Aşağı yukarı tevkifat için bütün hazırlıklar bitmiş olacak ki, büyük darbe indi. TKP tevkifatı denilen meşhur 951 tevkifatı olayı başlamış oldu. Bu tevkifatta alışılmamış bir çok yıldırma yöntemleri uygulandı.
Gene tabutluklar, falakalar ve her türlü insanlık dışı işlemler yapıldı. Ve sonuçta yüz altmış sekiz insan askeri mahkemede yargılandı. Gereği şekilde hepsi de cezalandı. Ben şahsen bu davada hiç bir fayda görmediğim için avukat bile tutmadım. Ayrıca bir çok hapishaneden tanıdığım insanlarda savunmalarını kendileri verdiler. Epeyce direndik. Fakat sonuç olarak şunu söyleyeyim, yüz altmış sekiz kişi bu davada hepsi hüküm giydiler. Bunların isimleri ve aldıkları cezalar yayımlanmıştır.
Ben savunmamı kendim yaptım. Hatırladığıma göre o zaman çok iyi bir savunma hazırlamıştım. Yapılan isnatları ret ettim. Bazı arkadaşlarımla olan temaslarımın kanuni olduğunu gizli bir örgüt tarafından yönetilmediğimi iddia ettim. Fakat kaale alınmadı.
Ben savunmamın özünde Marksizmi.........istediğimi beyan etmiştim. Mahkeme bildiğini okudu. Sonuçta yedi seneye mahkum edildim. Ayrıca bu cezanın üçte bir bölümlük kısmı kadar da sürgün cezam vardı. Böylece mahkeme sonuçlandı ve herkesi ceza evlerine dağıttılar.
İlk toplandığımız yer İstanbul 1. şubeden sonra Harbiye ceza evine , tekrar İstanbul 1. şubesinin ve Yıldızdaki Güvercinlik adı verilen eski bir binada tutuklu kaldık .
İleri ceza evleri statüsüne göre bütün Türkiye Hapishanelerine dağıtılmış olduk. Son parti Adana ceza evine gönderildik. 1. şubede kaldığım zaman içinde işkence yapıldı. Havasız ve hatta ekmek ve su bile verilmediği günlerde iki yıl birinci şubenin ünlü odalarında gün geçirdik.
Bu arada içeride, bir çok kanunsuz işlemlerin yapıldığı doğrudur. O sırada ruhi depresyon geçirenlerin ve intihara yeltenenlerin sayısı da oldukça kabarıktır.
Adana’ya kadar parmaklarımızdan ve ellerimizden kelepçeli olarak getirildik. Siyasi koğuşa yerleştirildik. Adana’da Zeki Baştımar, Mihri Belli, Şevki Akşit de bulunuyordu.
Yedi yıl Adana’da tamamlandı. Adana ceza evinde sürgün yerime gönderilmek üzere salıverildim. Sürgünü geçireceğim Çorum’un Sungurlu kasabasına geldim.
Her gün Sungurlu’nun bir karakolunda İspat-ı vücut ediyorduk, kendimizi gösteriyor ve imza atıyorduk. Kalacak yerimiz yoktu, iş yoktu. Halimiz Allaha kalmıştı. Böylece sürgünümüz günlerce devam etti.
Neden sonra oradan başka bir yere, iş bulabileceğim bir yere naklimi yaptırmak istedim. O zaman Sungurlu Mahkemesine baş vurarak Ankara’ya naklimi istedim. Böylece sürgünün bir kısmı Ankara’da geçti.
Hapishanede her kes kendine göre bir işle meşgul olurdu. Günlük hapishane hayatının dışında benim işim gene sanat oldu.Şiirle uğraşıyordum. Bu arada benim önemli yapıtlarımdan birisi olan Yusuf ile Balaban’ı yazmaya başladım. O devrelerde böyle bir şiir çalışması yapacağım belliydi. Bir takım sıkıntılar başlamıştı ve şiirin ilk mısraları dökülmeye başladı. Ve; zaman akar, zaman geçer/Zaman zindan içinde. Dizeleriyle başlayan şiir kafamda şekillenmeye başladı. Ve sonuçta otuz şiirlik bir destanı kısa bir müddet içinde zannederim bir ay içinde bitirmiş oldum. Destan böylece tamamlanmış oldu. Ben de rahatlamıştım ama, asıl iş bu parçaların dışarıya çıkarılmasıydı. Neticede o işi de başardım. Destan sağ salim dışarıya çıktı. Fakat daha sonra aynı titizlik destanın saklanmasında gösterilmedi. Ve eser tamamen bugün elimden çıktı. Kayboldu. Bugün destanın elimde kalan parçaları arasında sonradan, Başlangıç, Uy Kirpi Kız Kirpi, Bu Balabanın Dünyadan Göçtüğüdür. Ve Kirtim Kirt adlı son bölüm kalmıştır.’
’Zaman geçti, zaman zindan içinde’ ama, ya kaybolan şiirler...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.