- 809 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAYVANLARA HAKSIZLIK VE BİR ANI
HAYVANLARA HAKSIZLIK VE BİR ANI
Dr. Sadık ÖZEN
İnsan olarak bazı yanlış ve açıklanması zor alışkanlıklarımız var. İşimize gelmeyen konularda ve bir olumsuzlukla karşılaştığımızda hemen bir benzetme yapar ve araya bir hayvanın adını sokarız. Sıklıkla yapılan bu şey, aslında büyük bir bilinçsizliktir. Benzetmelerin muhatabı, hiçbir suçu ve günahı olmayan zavallı hayvancıklardır ve onlara uluorta hakaret edilmektedir.
Soğuk, sevimsiz, bencil ve anlayışsız insanlar için “Domuz’un teki” veya “Eşek gibi” sözcükleri sık kullanılır. Kaba davranışlı ve aptallar için “Öküz”, “İnek” veya “Ayı” sözcüklerinin kullanıldığını görüyoruz. İnatçılar için “Katır” ve “Keçi”, vefasızlar için “Nankör Kedi”, arsız ve aylaklar için “İt” veya “İtin teki” sık kullanılan sözcük ve deyimler arasında. Uzun boylu ve iri yapılı olanlar için de “At gibi” sözcüğü kullanılır. Bu söz erkeklerden daha çok kadınlar için söylenir. Aynı konumdaki erkekler ise “Kapı gibi adam” veya “Babayiğit” sözleriyle anılır. Oysaki, o görünüm altında nice ödlekler vardır.
Hayvanlara karşı bu sözcükleri kullanırken ne kadar hatalı hareket ettiğimizin hiç farkına bile varmayız. Sevmediğimiz ve etini yemeyi haram saydığımız domuzların bile kendilerine özel bir yanları var. Bir eşeğin gözlerindeki güzellik ve onun masum bakışları kaç insanda var ki !... Hele de o sıpaların şirinliği. Bir sıpa gördüğümde onu tutmak, okşamak ve öpmek isterim doğrusu. Bir de bu hayvanların bizlere sağladıkları yararları düşünebilir misiniz. Yükümüzü taşıdıkları yetmez gibi, sırtlarına biner gezeriz. Zavallı katırlar, insanların inip çıkamayacağı kayalık ve yokuşlarda bize hizmet sunarlar. Haydi bundan sonra onları incitici sözler kullanmayalım, onları daha çok sevelim ve sayalım. Kedilere de nankör demeyelim. Zira içimizde kedilerden nankör niceleri var. Kediler Özgürlük ve bağımsızlığa biraz fazlaca düşkünler, işte hepsi bu. Keşke bizler de onlar kadar bu değerlere sahip olabilseydik.
Haksızlık etmeyelim, insanların hayvanlar için söyledikleri yakıştırmalar sadece yukarda sayılan olumsuz sözlerden ibaret değil. Arada bir, nadiren de olsa, hayvan adlarının sevgi, beğeni ve iltifat aracı olarak kullanıldıkları da olur: Örneğin; “Sıpa”, “Maymun” gibi.
Kuşların adları ise daha çok güzel şeyleri ifade etmek için anılır: “Kanarya”, “Bıldırcın”, “Keklik” ve “Sülün” gibi.
Sıpadan söz edince, belleğimde bundan 41 yıl önce yaşadığım bir anı canlandı. Yazdıklarıma zor inanacağınızı biliyorum. Ama inanın doğru. Yaşadıklarımı hiç abartıya kaçmadan olduğu gibi anlatacağım. Ben bir sıpaya yapay solunum yaptırdım ve onu canlandırdım. Hem de dudak dudağa. Bakın nasıl oldu:
İzmir Körfezi’ndeki “Uzunada”, diğer adı “Eşek Adası” olan 1 numaralı Askeri Yasak Bölge’de
Yedek Subay olarak bulunuyordum. Uzunada, Urla İskelesi’ne 14 mil uzaklıkta, Menteş Burnu’nun tam karşısındadır. Sahilleri, kumsalları ve doğa örtüsü ile hiç şüphesiz Türkiye’nin en güzel yerlerinden biridir. Uzunada, doğal güzelliği ve kıyılarındaki nefis balıklardan başka, üzerinde yaşayan Ada Tavşanları, keklik, yabanileşmiş eşekler ve onların sıpaları ile; inek, boğa ve danaların yaşadıkları ve serbestçe dolaştıkları çok renkli bir ortamdı. Ayağı kırıldığı için hemcinslerinde ayrı kalmış, evcilleşmiş ve kısırlaşmış, Askeri Lojmanların önünde yaşayan “Muzaffer” adında bir ineğimiz vardı. Bir de eski komutanların birinden kalmış Kontes adında Seter cinsi yaşlı bir köpeğimiz. Bunlar ada sakinlerinin ortak malıydı ve herkes onlara sevgi ile yaklaşır ve beslenmelerine yardımcı olurdu.
Adada keklik ve tavşan boldu. Tavşan avı çok ilginç bir yöntemle yapılırdı. Etleri, keklik eti kadar lezzetliydi. Bu saydıklarım hala varlar mı yoksa nesilleri tükendi mi bilemiyorum. Bir başka yazımda bu konuyla ilgili bazı anılarımı sizlerle paylaşacağım.
En büyüğü 7 en küçüğü 4 yaşında olan üç kızımla sahilde lebiderya denecek müstakil bir ev bize tahsis edilmişti. Arkasında çitlerle çevrilmiş küçük bir bahçemiz vardı. Evimizin hemen yakınından geçen sıpalar ve danalar çocuklarımızın ilgisini çekiyordu. Doğrusunu isterseniz ben de en az çocuklarım kadar onlarla ilgileniyordum. Gözüme kestirdiğim bir sıpayı yakalatıp, bahçemize alarak, hiç olmazsa bir süre onunla ilgilenebileceğimizi düşündüm. Böylece çocuklarım da bir arkadaş kazanmış olacaklardı.
İmdat isimli, cesur, çalışkan, becerikli ve biraz da safça bir askerimiz vardı. Karasu İlçesi’nin Kocaali Kasabası’ndan. Fikrimi ona açtığımda, büyük bir mutluluk duyarak hemen işe koyuldu. Aslında bu işi yapabilmek pek de kolay değildi. Çünkü hayvanlar, kendilerine yaklaşıldığında kaçıyorlardı. İmdat, ikindi üzeri yola koyuldu. Aradan birkaç saat geçtiği halde dönmemiş ve kuşkulanmaya başlamıştım. Gözlerim sürekli yoldaydı. Akşama doğru İmdat göründü. Sıpayı yakalamış ve 50-60 metre ilerdeki incir ağacının dalına bağladıktan sonra bana haber vermeye geliyordu. Heyecanla onlara doğru koşmaya başladım. Bir taraftan da mutluluğumu ifade eden şeyler söylüyordum. “Duruşuna bak duruşuna”, “Duruşunu sevsinler” gibi. Yorgun düşen İmdat benim gerimde kalmıştı.
Ağaca yaklaştığımda gördüğüm manzara korkunçtu. Sıpa incir’in dalında asılmıştı. Bir anda müthiş panikledim. Sıpa ölmüş görünüyordu. Meğerse İmdat onu, çevreden bulduğu bir telle incirin kalınca bir dalına bağlamış ve dal onu yukarı kaldırarak boğulmasına neden olmuştu. Büyük bir heyecanla ve var gücümü kullanarak zavallı hayvanı yukarı kaldırdım. O sırada İmdat geldi ve teli çıkardı. Sıpayı yere yatırdım. Solunumu durmuş gözbebekleri büyümüş ve donuklaşmaya başlamıştı. İçine düştüğüm acı ve çaresizliğe rağmen soğukkanlılığımı kaybetmemeye çalıştım. Bir taraftan ona hayat öpücüğü veriyor, bir taraftan da göğüslerine basarak yapay solunum yaptırıyordum. Bir süre sonra sıpa ilk nefesini aldı ve gözlerini açtı. O andaki mutluluğumu anlatamam.
Bir anda bütün hayallerim sona ermişti. Onu bir gece bahçemizde konuk ettik ve ertesi sabah çitin kapısını açarak doğaya dönmesine izin verdik. Az kalsın büyük bir günaha girecektim. Bereket versin ki onu kurtarabildim. Aksine bir duruma bilmem nasıl katlanabilirdim. Güzelliği, şirinliği, gözleri, kulakları ve masumane bakışı hala gözümün önünde. Onu kurtarabilmiş olmanın mutluluğunu hala yaşarım.