Reşat Tepesi
REŞAT TEPESİ
Bulunduğum binanın beşinci katından dışarı bakıyorum, gördüğüm hep aynı manzara. Küçük bir parktan boylanmış çınar ağaçları, arkasında şimdilerde tamamı iş yerlerine terk edilmiş bir zamanların meskûn yerleşim yerleri.
Yıllarca bu pencereden dışarı baktığımda, parlak bir günün aydınlığında bıkkınlık veren manzarası, ya göz gözün görmediği sise bürünmüş şehir kalıntısı, ya da ayazın kol gezdiği soğuk bir kış gününde lapa lapa yağan karda beyaza bürünmüş şehir.
Bir yaz günüydü yine, penceremden dışarı bakarken hayallere daldı gözlerim. Vatani görevimi yeni bitmiş, günlerce iş ararken bu şirkete de tesadüfen girmiştim. Müracaatta ki memur beni ilgili daire başkanına göndermiş, bana bir aşağı odadaki müdüre gitmemi söylemişti. Müdür bey öz geçmişimi dinlemiş ve üç gün sonra beni işe başlatmıştı. İlk kez müdür beyin odasında sorgulanırken görmüştüm bu manzarayı. Aradan yıllar geçti ve ben o adanın sahibiydim, şimdi o odadan bakıyor yâd ediyorum eski günlerimi.
Şirket beni bakanlığa görevlendirmişti, Anadolu’nun çeşitli illerindeki kooperatif inşaatlarını denetliyordum. Birkaç ay içerisinde de bakan oluru ile tedviren şube müdürü olmuştum. Bu yükselişimin, çalıştığım şirkette ki amirleri rahatsız ettiğini biliyordum.
Bir kış günüydü oda kapım çaldı, içeriye orta boylu tıknaz yaş olarak benden üç beş yaş küçük, yirmi beş otuz yaşlarda bir bey girdi. Mahcup duruşu, ürkek bakışları ardında titreyen ince ses tonuyla, benimle görüşmek istediğini söyledi. Buyur ettim, koltuğa emanet oturuyordu, rahat olmasını söyledim. Efendim, çalıştığınız şirkette göreve yeni başladım, sizinle aynı memleketten olduğumuzu öğrendim, bu sebeple tanışmak istedim dedi. Doğrusu hemşericilikten pek hoşlanmazdım ama sempatik düzgün birisine benziyordu. Kendinden bahsetti. Ben Reşat dedi ve hikâyesini anlattı. Bu görüşmelerimiz zaman zaman oldu. Bazen işle alakalı bilgi paylaşımı da yapıyorduk.
Birkaç yıl sonra Bakanlıktaki görevim sona erdi ve ben şirkete geri döndüm. Bu arada, Reşat batı fabrikalarına tayin beklerken doğuya Erzurum’a çıkmıştı tatini, gitmek istemiyordu. Giderse tecrübe edineceğini bu fırsatın merkezde olmadığını söyleyerek onu gitmeye ikna etmiştim. Reşat gitti, üç yıla yakın orada çalıştı. Arada bir Ankara’ya görevli geldiğinde sağlık durumunu sorduğumda, göz ve diğer rahatsızlıklarının azaldığını sıhhate gün gün kavuştuğunu söylüyordu.
O yıl, yatırım programında bulunan üç yeni fabrikanın ihalesi yapılmış, bahis konusu fabrikalarda çalışılacak teknik kadrolar oluşturuluyordu. Bu kadronun içerisinde o da vardı. Reşat, Erzurumda kalmak gitmek istemiyordu, merkezi razı edemedi, tayini durdurmak için çalmadığı kapı kalmadı. Sızlanıyor gözleri doluyor hırslanıyor buram buram terliyordu. Nasıl olur yahu ben Erzurum da sağlığıma kavuştum kalmak istiyorum, herkes kaçmak için torpil arar ben kalmak için diyordu. Genel Müdüre çıktığını yalvardığını, ne olur beni göndermeyin, ben Amerika’da kaybettiğim sağlığımı bu şehirde buldum dedim diyordu. Ama nafile olmadı anlatamadı derdini, gidecekti ağlaya sızlaya doğudan batıdaki fabrikaya gidecekti, gitti.
Reşat, Anadolu’nun bozkırında yetişmiş, esmer, orta boylu, birazcık topluca, dalgalı siyah saçlı, hafiften alnı açık, hiper tansiyonlu, gözlerinden ileri derecede rahatsız olan son derece iyi niyetli sempatik biriydi..
Bu ilçede kurulacak Fabrika inşaatına kısa sürede başlandı, Reşat, aranan mühendislerden biri oldu. İnşaatın kontrol ve denetiminde yaklaşık yedi sekiz mühendis ve bir inşaat müdürü ile teknisyeni, topografı ve bir o kadar da yüklenici firmanın teknik elamanı vardı. Ne var ki İdarenin elemanı olarak şantiyede işe sarılan oraya bura koşuşturan Reşat’dı. Kara yolları, Su işleri Şirket merkezi arasında mekik dokuyor bir dakikasını bile boşa harcamıyor, pire gibi oradan oraya koşuşturuyordu. Bir defasında, Reşat neden hep sen, bırak birazda orada kebap yapanlar koşuştursunlar dediğimde, yav hemşerim adamlar alışmışlar tembelliğe ne diyeyim. Sabah toplaşıyorlar müdürün odasında, fıkralar anlatıp gülüşüyorlar, ben yapamıyorum. Gitsem de rahatsız oldukları belli oluyor ben de gitmiyorum. Dolayısı ile her işe beni gönderiyorlar, bende yapamam elimdeki işleri biliyorsunuz birazda diğer arkadaşlar yapsınlar diyemiyorum. Erzurumda turp gibiydim burada tekrar sağlığım bozuldu. Beni çalışmak değil de sağlık sorunlarım mahvediyor. Valla hemşerim hanım da şikâyetçi bu durumdan, o da aynı şeyi söylüyor. Diğer arkadaşların gündüz işinde akşam evinde, enayi bir senmisin, buraya geldin geleli evin yolunu unuttun diyor, ne diyeyim hanım haklı olmasına haklıda bu fabrikada bitecek.
Bir yıl sonra fabrika İnşaatı tamamlandı ancak, su temini isale bağlantı işleri kaldı. Reşat, İsale hattı projeleri için Ankara, Fabrika arasında mekik dokuyordu. Bir gün acı haber geldi. Reşat trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Kazadan üç gün sonra öldüğü duyuldu, üç gün olmuştu kaza geçireli, şehirlerarası çalışan otobüs kaza yapmış, üzerinde kimlik çıkmadığı ve eşyalar karıştığı için cenazesini morga kaldırmışlardı. Eşyalar ayıklandığında, Siyah çantanın ona ait olduğu anlaşılmış, çanta açıldığında isale hattı projeleri, bir poşet içerisinde yiyemediği susamlı simidi, cüzdanı kimliği ve az miktarda parası çıkmış. Proje ve iş yeri kimliğinden fabrikaya haber verildiğinde fabrikanın ve ailesinin haberi olmuş.
Mütevazı bir cenaze töreniyle sessiz sedasız memleketinde defnedildi. Geride gözü yaşlı genç bir kadın iki ufak çocuğun boynu bükük kaldı.
Çalışan iş arkadaşları tarafından, Reşat kısa sürede unutuldu. Su bağlandı, fabrika çalıştı. Fabrikanın açılışına tüm zevat geldi tören ve şenliklerle açılış yapıldı. Kürsüye çıkan zevat yakın gözlüğünü takıp elindeki belgeyi uzun uzun keyifle okudu ve son cümlesini “ bu fabrikanın programa alınmasında emeği dokun memleketimizin medarıiftiharı mebusumuz Sn Bahti Dağıtaşlı ya atfen onun isminin verilmesi uygun görmüştür" dedi ve vatana millete hayırlı olsun” la bağladı.
Aklıma Samsun Çarşamba da yapımı devam ederken görev başında kaza sonucunda vefat eden Hasan ve Suat Uğurlular geldi. Rahmetle andım. Zira Su işleri ahtıveva olarak yapımı tamamlanan barajlara merhum çiftin isimlerini vermişti. Bir an o törende bulunan kalabalığın içinde proje ozalitlerini koltuğunun altına almış bize gülümserken görür gibi oldum.
Yıllar sonra,mezkür fabrikaya bir görev için gittim. Fabrika hududuna yakın bir tepede terfi havuzunu görmem gerekiyordu. Tepeye giden yol güzergâhında paslanmış ok işaretli levha üzerinde Reşat Tepesine gider yazıyordu. Tepeye vardığımda sanki havuzun ortasına yapılmış kamelyanın gölgesinde koltuğuna kurulmuş kahvesini yudumlarken görür gibi oldum. Her zaman olduğu gibi gülümsüyordu” Yav hemşerim şimdiki görevlilerden hiç biri beni tanımıyor, geçenlerde işletmenin müdürü yanındaki görevli memuruna bu tanıtım levhalarını söküp atın, Belediye başkanına söz vermiş umum müdür, başka bir isim bildirilecek öğrenip size bildiririm o ismi yazdırırsınız. tamammı dedi. Hemşerim üzülme, havuzumun adı Hasan Uğurlu Barajı değilse de bu güne kadar Reşat Havuzu olarak anıldı buna da şükür,Tepem Palandöken Dağı değilsede Reşat tepesi olarak anıldı buna da şükür". Var gör yalan dünyanın ahvalini der gibiydi. 05.09.2013 mçiçek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.