SÜKÛTUN SESİ YA DA ÂKİF’İN RESMİ
“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince
Günler bu heyûlayı da,er geç, silecektir
Rahmetle anılmak ebediyet budur amma
Sessiz yaşadım ,kim,beni nerden bilecektir”
Mehmet Âkif Ersoy
SÜKÛTUN SESİ YA DA ÂKİF’İN RESMİ
Kudret her zamana, her hadiseye bir kahraman hazırlamıştır. Musa korkusuyla katledilen çocukların kuvvetinin Musa’da toplanması gibi. Yaşadığını sananların ölü, öldüğü sanılanların ebedi diriliği yaşadığı bir vasattayız.Biz bilgelerin izini süren bir nesiliz.Diyordu ki bilge:”Varlığını bilinmezlik toprağına göm!Gömülmeyen şey nabit olamaz.” Sessizliğinde Doğu haykırışları gizlendiğini biz biliriz. Bize yakışır sessizlikteki haykırışları bilmek;çünkü biziz Kevser suresini okuyan biziz ebterin manasını, ebcedini bilen …
Kara yazgıları okumakta ustayız, kara bahtların çilesine ortağız, zalimin kılıcı boynumuzu keser belki bilincimizi asla! Bilenen bilincimiz ve öfkemizle bir susku sahibiyizdir. Kınama kılıcı kesemez bizi
İçimizde büyüyen, dışımıza yayılan diriliş havasını yaşayan ölüler bilmeyecek elbet.”Daha neyiniz kaldı
karavaşlar” türünden hezeyanlara da aldırmayız. Bir insanlık muştucusu ,”makamda” olduğunun farkındadır ve “makam”ın edebine aykırı ayartı sözlerine aldırmaz,aldırmadık.yenilgilerin bizi teslim
noktasına götürdüğü anda “Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli”diye Hakka yönelen seslerimiz,
bize yürek ekleyen,kahramanlarımız vardır.Ruha saf tutturan azarlardan sonra yeni bir bilenmeyle baş
larız direnişe.Heybemizde bir muska gibi sımsıcak; yangınlarda,cephelerde,sürgünlerde,yalnızlıklarda
harf harf sırattan geçilerek örülmüş bir “Safahat” vardır,bir yüreğin fotoğrafı, bir çilenin göz yaşları
vardır.Yolumuz ne kadar çöl ve çetinse azığımız o denli kuvvetlidir.
Ölümlerin en önünde yürürüz.Bu dünyanın yaşanacak bir yer olmadığını ölünecek bir yer olduğunu öğrenmişiz Doğu’nun hikmet yüklü kervanlarından.”Viran olası hanede evlad-u iyal var” mazeretini bilmeyiz.”Ateş olsa gelen sinemizde söndürürüz” kararlılığı heybemizdeki Safahattan yayılır yüreğimizin zayıf yerlerine ve biz şuuru kuşanmanın gücüyle silahımızdan başka sevgiliyi konaklatmadığımız göğsümüzü ateşlere açar haykırırız “ey ateş senin yakacağın bedendir bizim
çelik zırhlı duvarları delen ruhumuza ne hükmün geçer” Bu nokta silahın ruha teslim noktasıdır ki
hiç kimse bu ruhu teslim alacak silah keşfedememiştir ve bu sebeple kardeş kavgası dedikleri bir
Şeyh Şamil tuzağına düşeriz.Ah kardeşim dön heybene bak”tefrika girmeden bir millete düşman giremez” öğüdünü bulacaksın.
Senin sukutuna dayanmadı çöl, dayanmadı Mısır mumyaları. Aştığın çöllerde serap senin şiirlerindi, kuyu seni hicrete mecbur edenlerin yüreğiydi ki kör! Kanlı gömleğe Yakup nasıl inanmadıysa biz de senin zevaline inanmadık. Yusuf’un o kuyudan bir hükümdar talimi alarak çıkacağını kardeşleri bilselerdi o kuyuya kendilerini gömerlerdi de Yusuf’u atmazlardı. Yusuf tüm
zamanların ab-ı hayatı, kötülük kardeşlerinin yazgısı, affetmek Yusuf’un şanı. Tarih senin şanını kaydediyor sana ağyar olanların mahkûmiyetini esselam efendim, esselam!
Sen geldiğin gibi gitmek için dünyadan bir hırka ile İSTİKLÂLİMİZİN sancısını çekerken dünyalıkları bir dünyaya sığmayanlar sana bigâne kaldı. Öyle bir iz bıraktın ki insanlığa silinmez. Nerde
Varlık,yokluk mücadelesi veren bir millet varsa senin izinde yürüyebilir.Dünyaya talip olanların izlerini, hokkabazlar ne kadar daimi kılacak bilinmez; senin izlerin ebediyete kadar duracak yeryüzünde.Biz o izlerin takipçisi en son ocağın çocuklarıyız sönmeden ocağımız senin emanetin sönmez!Nasıl bir yokluk hırkası giyindin temmuz güneşi gibi yakıcı,cihanı dağlayan ateş gibi kül edici ki yangınının şahidi mısralarına bile dayanmak zor.”Yokluk mu her yer bari yok der bir sada yok mu”
“ Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır” diyor ya şair bu mezar senin mezarın olmalı anıtsız. Doğan her çocuğun gözlerinde bir Asım çizgisi var tevarüs etmiş senden. Nasıl bir tohum atmışsın ki Anadolu denen toprağa, inkâr etmiyor en kıraç toprak bile şairinin ruh tohumunu. En
umulmaz anda dönüyor”meyhane”den bir Asım olarak… Yükleniyor şairin emanet “küfesini”öze
dönüşün bir nişanesi olarak çıkıyor meydanların en kalabalık yerine :”Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklâl” diyerek oyunları bozuyor! Hakka yöneliyor, İbrahim’in baltasına. Blöfü hazır: Asacak baltayı bir hokkabaz fikrinin boynuna, ben yapmadım emin olun çok güvendiğiniz şu hokkabaz yıktı köhne fikirlerinizi!
Tarih tekerrür ediyor: Hindu, yamyam, bilmem ne bela nasıl saldırmışsa öyle saldırıyor izm’ler üstümüze. Kimileri şimal rüzgârının mandasını, kimileri Garp rüzgârının mandasını seçmek için kavgaya tutuşurken biz Çanakkale şehitliğinin seher vakti gökten inen misafirlerinin senin şiirini okuyarak sana söylediğini işiterek heybemize dönüyoruz, yani kale’mize. Anadan, yardan geçerek
serden geçmenin hazırlığını yapıyoruz. Biz Hüseyin nasiplisiyiz, öyle bir savaş ki yaşadığımız biz kaybetmiyoruz onlar kazanmıyorlar. Şehidin şehit; esirin esir olduğunu gösteren bir turnusol. Adsızlığı seçişine koşuyoruz ismi ve omuzu kalabalıkların teslimiyetçi yaylım ateşlerinden.
“Ezanlar ki şahadetleri dinin temeli” sarsılmaya, yıkılmaya başladığında senin toprak altındaki hicranın rüyalarımıza giriyordu her gece. Emaneti korumamızı istiyordun. Bir “şehit oğlu” olarak şahadetleri dinin temeli olan ezana sahip çıkmaklığımızı öğütlüyordun. Biz her gece yıldızları gözlerimize tanık tutarak, gözlerimizi yıldızlarda unutarak “Tanrı uludur”dan minarelerimizi kurtarıp
“Allahu Ekber”’in yüceliğine eriştirmenin gününü beklerken ölmediysek, kahrolmadıysak”belki yarın,
belki yarından da yakın”uyarısının kara gün dayanağına borçluyuz. Biz Taceddin Dergâhında “hu” çekip “ölü canlar” levhasını kaldırıp “ULUCANLAR” levhasını asıyorduk.
Asım’lar ellerinde Safahat, bir yenilginin, bir ihanetin, bir yok saymanın izlerini sürerken,
“doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı/asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”andını içerek Çanakkale
ruhuna yeni bir ruh ekleme keyfiyetiyle cemiyetin şafağında yenilmez savaşçının paslanan kılıcına bir kitap, bir dergi, bir şiir, bir hikâye, bir masal, bir diriliş direnci sürerek, sarışın korkulara şuur altı mukavemetleri oluşturuyordu.
Günlerin sildiği heyuladır. Günlerin götürdüğü anlık hâkimiyetlerin ebedi sanılma sanrısıdır.
gün,ay,yıl,asır ruhun kanıyla yazdığı,canıyla kazandığı bir sesi silebilir mi?”Sükut suretinde sesin çok koyu düştüğünü” öğrendik Ustalardan.İstiklâlimizi sen yazdın,derdimizi sen;çaresizliği sen yaşadın ,
çaremizi sen söyledin.Bugün sana ne diyebiliriz ki senin şiirinden başka.Kabrinde dua için secdedesin,
yükselir belki yerden naaşın …Bir şey yapabildim diyecek var mı hatırana zor bir soru.Bir gençlik taburunda bin Mehmet,bin Âkif saydım ki hepsinin ruhu Asım’a benzer.Ellerinde senin “aczinin giryesi” Safahat vardı hep bir dilden haykırıyorlardı:”EY HAKKATAPAN MİLLETİN KUTLU ŞAİRİ/İSTEME
BİZDEN MAKBER/SANA AVUCUNU AÇMIŞ DURUYOR PEYGAMBER”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.