Reşat Tepesi
Bulunduğum binadan dışarı bakıyorum, gördüğüm hep aynı manzara, küçük bir parktan boylanan çınar
ağaçları, ardında şimdilerde tamamı iş yerlerine dönüşmüş bir zamanların çok katlı apartmanları.
Yıllarca bu pencereden dışarı baktığımda ya, parlak bir yaz günün aydınlığında
şehrin iç açan manzarasını, ya göz gözün görmediği sisli bir son bahar gününün
esrarına bürünmüş kasvetli bir manzara, ya da ayazın kol gezdiği soğuk bir kış gününde lapa lapa
yağan karın beyaza bürüdüğü şehri görürdüm.
.................
Günler ayları, mevsimler yılları izlerken bu pencereden tam kırk yılımın geçtiğini fark ettim.
işte öyle bir o yaz günüydü, penceremden yine dışarı bakarken ilerde bulunan parktaki ulu çınar
ağacının dağ gibi yeşil görüntüsünün arasında geçmişin hayaline daldı gözlerim.
İş yerime girişimin ilk onuncu yılında bakanlığa görevlendirilmiştim. Anadolu’nun çeşitli
İllerinde bulunan kooperatif inşaatlarının denetimi için. Devir teslim işlemlerinden sonra bakanlıkta ki
görevime başlamış, işime ve arkadaşlarıma alışmıştım. Zaman zaman taşrada devam eden işlerin hak ediş
ve kontrolü için oluşturulan heyet içerisinde bulunuyordum. Bakanlığa görevlendirilişimin birinci yılını
doldurmuştum. Bir gün ofisimde çalışırken kapım çalındı. İçeriye orta boylu tıknaz yirmi beş otuz
yaşlarında, biri girdi. Mahcup duruşu, ürkek bakışları ardında titreyen ince ses
tonuyla, benimle görüşmek istediğini söyledi. Elimle oturması için karşımdaki koltuğu gösterip buyur
ettim. Koltuğunda sanki emanet oturuyordu. Rahat olmasını söyledim.
Efendim, ben sizin asli iş yerinizde göreve atanalı üç ay oldu. Sizin odanızda ki masanıza şimdilik
oturun denildi hala odanızda emanet oturuyorum. Sizinle hemşehrili olduğumuzu öğrendim, bu sebeple
tanışmak istedim dedi. Sempatik, düzgün birine benziyordu. Kendini tanıttı. Ben Reşat Yaldız, Bünyan
İlçesindenim orta ve lise tahsilimi Kayseri de tamamladım. Amerika’da mühendislik okudum. Vatani görev
için yurduma döndüm. Askerliğimi bitirdikten sonra, içimden bir ses sanki Amerika’ya dönme diyordu.
Ben de gitmemeye karar verdim. Bir müddet özel sektörde çalıştıktan sonra bu göreve atandım. Şu anda
doğu fabrikalarından birinde çalışıyorum dedi. Bir müddet sohbet ettikten sonra gitmek için müsaade
istedi. Biraz beklemesini söyledim, zira eski iş yerimdeki masa ve evrak dolabının anahtarını ona vermek
için çekmecemi açtım ve bu anahtarlar sende kalsın, eşyalarını koyarsın dedim. ama masanızda özel
eşyalarınız olabilir alamam dedi. önemli bir şeyimin olmadığını söyledim. ısrarımı kırmadı bir daha
görüşmek üzere vedalaştık ve gitti.
Birkaç yıl sonra bakanlıktaki görevim sona erdi ve iş yerime döndüm.
Reşat önceleri doğuya pek alışamadığını söylemişti, kalması için ikna yollarını denemiş,
orada tecrübe edineceğini, bu fırsatın merkezde olmadığını söyleyerek onu ikna etmiştim.
Reşat üç yıla yakın doğuda çalıştı. Arada bir Ankara’ya görevli geliyor, işine alıştığını, doğunun havasının
iyi geldiğini, göz ve diğer rahatsızlıklarının gün gün azaldığını sağlığına kavuştuğunu söylüyordu.
O yıl, yatırım programında bulunan üç yeni fabrikanın ihalesi yapılmış, bahis
konusu bu fabrikalarda çalışılacak teknik ve idari personel, diğer fabrikalardan tayin edilerek
tamamlanacaktı. Bu görevlendirmeye, Reşad da dahil edilmişti. Teknik personel listesi makama sunuldu
ve tayinler yapıldı. Oysa Reşat Doğu fabrikasında kalmak, başka bir fabrikaya gitmek
istemiyordu.Tayinini durdurmak için çok uğraştı ama başaramadı. Sızlanıyor,
gözleri doluyor, hırslanıyor, buram buram terliyordu. Nasıl olur yahu herkes doğudan
batıya gelmek için torpil ararken, ben doğuda kalmak istiyorum, kabul etmiyorlar bu nasıl iştir yahu
diyordu. Genel müdüre çıktığını, Amerika’da kaybettiği sağlığını doğu da bulduğunu, ne olur beni batı ya
göndermeyin dediğini ama dinlemediğini söylüyordu. Olmadı anlatamadı bir türlü derdini, mecburen,
ağlaya sızlaya tayin olduğu fabrikaya biçare gitti.
Reşat, Anadolu’nun bozkırında yetişmiş, esmer, orta boylu, birazcık tombulca,
kumral, dalgalı saçlı, hafiften alnı açık, gözlerinden rahatsız olduğu için ileri derecede kalın camlı gözlük
kullanan, hiper tansiyonunun olduğunu söyleyen son derece iyi niyetli sempatik birisiydi.
Söz konusu fabrikanın inşaatına kısa sürede başlandı. Reşat, bilgisi ve çalışkanlığıyla
aranan mühendislerden biriydi. Şantiyede, işinn kontrolü ve denetimi için bir
hayli idarenin mühendisi, bir o kadar da yüklenici firmanın teknik personeli bulunuyordu. Ne var ki,
şantiyede işi benimseyip takip eden, oraya bura koşuşturan Reşad dı. Kara yolları, Su işleri, İdarenin
Genel müdürlüğü arasında mekik dokutturulan da oydu. Bir dakikası bile boşa harcanmıyor, pire gibi
oradan oraya koşuşturuluyordu. Bir defasında, Reşat neden hep sen, bırak birazda diğer
arkadaşların koşuştursunlar dediğimde, yahu hemşehrim, müdürde biliyor ama nedense bu işlere sokmak
istemiyor onları diyordu. Sabahları müdürün odasında toplaşıyorlar. işleri güçleri hah hah hih hi, zamanım
olmuyor ki iş hazırlamaktan onlara katılayım. Dolayısı ile her işe beni gönderiyor, bende yapamam
diyemiyorum. Doğuda çalışırken turp gibiydim, burada tekrar sağlığım bozuldu. Beni çalışmak değil de
sağlık sorunlarım mahvediyor. Vallahi hemşehrim hanım da şikayetçi bu durumdan, aynı
şeylerden oda şikayetçi ama ne yaparsın. Diyor ki diğer arkadaşların gündüz işinde akşam evinde, enayi
tek sen misin, her işe sen koşturuyorsun, buraya geldin geleli evin yolunu unuttun diyor. Hanım haklı
olmasına haklıda ne söyleyeyim bilmem ki diyordu.
yıllar sonra fabrika inşaatı tamamlandı ancak geride, fabrikanın su teminine esas isale hattı ve
bağlantı detay işleri kaldı. Reşat, İsale hattı projeleri için DSİ, İdare Genel Müdürlükleri arasında mekik
dokuyordu. İşte sonunda olan oldu, o acı haber geldi. Reşat trafik kazasında hayatını kaybetmiş. Kazadan
üç gün sonra öldüğü duyulmuştu.
Şehirler arası sefer yapan otobüs kaza yapmış, üzerinde kimlik çıkmadığı için
cenazesi morga kaldırılmıştı. Eşyalar ayıklandığında, siyah evrak çantası içinden
çıkan iş yeri kimliğinden, kimliği tespit edilerek, ailesine acı haber verildi.
İdarenin Genel Müdürlüğünden bir kaç kişi haricinde cenazesinde, fabrikasından hiç bir iş
arkadaşı yoktu. Mütevazı bir cenaze töreniyle sessiz sedasız memleketinde
cenazesi defnedildi. Geride gözü yaşlı genç bir kadın, yetim iki ufak çocuk kalmıştı.
……………..
İş arkadaşları Reşat’ı kısa sürede unuttular. O yıl Fabrikaya su bağlantısı
yapıldı, ve fabrika işletmeye hazır hale getirildi. Fabrikanın açılışına bilumum
ekabir zevatlar davet edildi. Kurbanlar kesildi, tören ve şenlikler düzenlendi. Kürsüye çıkan
bir zevat yakın gözlüğünü takıp, elindeki kağıdı uzun uzun keyifle okudu ve son
cümlesini;
“ Bu fabrikanın programa alınmasında büyük emeği geçen memleketimizin
bağrında yetişen medarı iftiharımız, mebusumuz, Sn Bahtı Dağıtaşlı’ya atfen, bu
fabrikaya güzide isminin verilmesi uygun görülmüştür vatana millete hayırlı olsun" dedi.
Orada bulunanların alkış ve ıslık sesleri karşı tepelerden aksedip geri dönerek görmez
duymazların kulaklarını çınlattı.
o anda akli selim düşünenlerin akıllarına, Samsun Çarşamba da yapımı devam ederken görev
başında şehit düşen merhum Hasan ve Suat Uğurlular geldi. Reşat dahil üçünü de rahmetle andılar.
…………..
O törende bulunan kalabalığın arasında sanki bir an, kıvırcık saçları arasından buram
buram terlemiş, kalınca çerçeveli kemik gözlüğüyle, proje ozalitleri koltuğunun
altında " vah hemşehrim vah" dercesine, hüzünle tebessüm arası bana bakarken
görür gibi oldum.
…………….
Uzun yıllar sonra, mezkur fabrikaya, Reşat’ın tamamlayamadan vefat ettiği, sonradan
tamamlanarak hizmete alınan, isale hattının bağlandığı tepede bulunan terfi havuzunun sorun yarattığı
nedeni ile yerinde görmem için görevlendirildim.
görev yerine intikal ettiğimde mutat ziyaret ve görüşmeleri yaptıktan sonra orada görevli olan yeni
mezun bir mühendisle terfi havuzuna giden yola doğru yöneldim. Bir zamanlar fabrikanın açılış töreninde
alkış ve ıslık seslerinin yansıttığı o tepenin üzerinde kurulan terfi havuzuna giden bu yola vefalı bir
arkadaşı tarafından yön levhasının konulmuş olduğunu gördüm. Zamanla paslanan yön levhanın üzerin de
“Reşat Yaldız Tepesine Gider” yazıyordu. İçim burkuldu bir an gözlerim doldu. Gün batımına yakın bir
saatte tepeye vardığımızda, havuzunun ortasında çelik putreller üzerine oturtturulmuş, çelik köprüyle
ulaşılan kamelyanın içerisinde, Reşat’ı koltuğuna kurulmuş, gün batımında kahvesini
yudumlarken görür gibi oldum. Her zaman olduğu gibi gülümsüyordu” Yahu hemşehrim
şu an ki görevlilerden hiç biri beni bilmiyor tanımıyor, kim bu Reşat Yaldız diyorlar. Geçenlerde
işletmenin müdürü idare amirine, yol üzerinde bulunan yön levhalarını ve havuz
tanıtım levhasını sökün. Havuzun bulunduğu tepe ve havuzun ismi değişecek.
Belediye Başkanına söz verildi. Fabrika müdürümüze isim bildirilecek öğrenince size
bildireceğim, tabelacı ya yazdırır yerine koyarsınız, tamam mı dedi. Hemşehrim
doğrusunu sorarsan vallahi üzülmedim. Havuz her ne kadar Hasan Uğurlu Barajı
değilse de bu güne kadar Reşat Yaldız Havuzu olarak anıldı. Üzerinde bulunduğum tepe her
ne kadar Palandöken dağı değilse de, Reşat Yaldız tepesi olarak bilindi. Günün ömrü
batana kadarmış, buna da şükür."diyor gibiydi.
...........................
Yanımda bana refakat eden genç mühendis, neden bu kadar uzun uzun
kamelyaya daldınız diye sordu. Diyemedim, desem de anlamazdı ki. Onun derdi
Tepede bulunan havuzun su kaçağının nasıl önleneceği, nasıl bir tecritle
izole edilip onarılmasına takılmıştı. 05.09.2013 mcicek
YORUMLAR
Elinize sağlık üstat, beni aldınız kendi dünyamın derinliklerine götürdünüz....
mhrcck
İş hayatındaki canını dişine takanı ve gün geçsin gündelik gelsin diyenleri çok iyi analiz etmişsiniz.
Reşat gibiler onu çekemeyenler tarafından hemen unutulsa da gerçek görev sahibi unutmaz, gönlünde yaşatır.
Vefa dolu kaleminizi kutlarım. Günümün yazısı, vefanın ölmediğine kanıt.
saygılar...