KENDİNDEN KAÇMAK
Hasret…
Kaybettiklerimiz mi bulamadıklarımız mı?
Her ne kadar ‘gün bu gündür, dem bu dem’ deyip başka şey düşünme diyenler de az değil.
Peki, başka şey düşünmüyorlar mı hakikaten? Düşünemiyorlar mı yoksa?
Kendi kendilerine kaldıklarında zihninden resmigeçit yapmıyor mu yaşanılanlar? Yaşadıkları hariç, yaşamak istedikleri şeyler olmuyor mu? Bir şeylerin noksan olduğunun farkına varmıyorlar mı? Varmak istemiyorlar mı yahut? Bir şeyleri düşünürken bir hüzün kaplamıyor mu içlerini? Bir şeylere sinirlenip bir şeylere tebessüm etmiyorlar mı? Bazen bir iç ‘cızırtısı’ bazen bir boşlukta hissetmiyor mu kendilerini?
Kaybettikleri bir şey yok mu hiç?
Terk ettikleri bir şey şeyle yok mu?
Ulaşamadıkları şeyler yok mu hayatında ulaşmak istedikleri halde?..
Hasret..
Hasret neyi ifade ediyor onlar için?
Bir ah! Bir iç çekme, bir hüzün mü sadece..
Kaybedilenler mi, ulaşılmayanlar mı?
Biz kaybettiklerimizin peşine düşüyor, ulaşamadıklarımıza ulaşmak için neler yapıyoruz? Yoksa ‘battı balık yan gider’ misali hayatı öylesine mi yaşıyoruz?
Benden geçti, bizden geçti, kıymeti kalmadı gibi sözler neyi ifade ediyor bize?...
Aradıklarımız neydi, aradıklarımız ne şimdi? Ne kadarı kayıp ne kadarına ulaştık?
Hiç hasretini duyduğumuz şeyler yok mu?
Yoksa hasret kalmaya da mı hasret kaldık?
Mesela yıllar önceki bir dostun sesini duymak istemez mi insan? Bir bahçede çiçek toplayıp sonra ne tarafa olduğu belli olmayacak şekilde koşmak gelmedi mi hiç aklınıza?
Tek başınıza yürümeyi denediniz mi hiçbir gün?
Yani kendinize de mi hasret kalmadınız? Geçmişinize yani…
Yoksa şöyle bir geriye döndünüz zaman hüzün mü kaplıyor içinizi? “Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz” diyen şairin mısralarında olduğu gibi…
Hasret duymamak geçmişten mi kaçmak, kendimizden mi yoksa?
Yoksa duygularımızı mı kaybettiğimizden…
Yahut kayda değer bir şeylerin olmadığını düşündüğümüzden mi?
Çocukken bir sofrada beraberce yenilen bir akşam yemeği sıradan mı? Hatta sofrada dedemiz, ninemiz, anamız ve babamızla beraber olduğumuz halde. Böyle bir hatıra sıradan bir hatıramıdır? Bu hasret çekilecek bir şey değimlidir yoksa?
Ayaküstü atıştırma, iş yaparken bir şeyler yiyerek açlığımızı bastırmak daha hoş bir duygu mu?
En azından bir kış günü soğuğun iliklerinize kadar işlediği bir zamanda, sobanın karşısına geçtiğinizdeki hissedilen sıcaklığın; sabit kalorifer sıcaklığından daha az faydası olduğuna inanıyorsunuz?
Sizce termometreler her sıcaklığı doğru ölçebilir mi?
Mesela gönlün sıcaklığı kaç derece sizce?
Yani hasretini duyduğumuz şeyler yok mu hiç?
Yoksa kendimizden mi kaçıyoruz?
İnsan kendinden kaçabilir mi?
Nereye kadar?..
YORUMLAR
Valla,
kafamız karıştı...
yazarın hızına yetişmek ne mümkün.
Öyle hızlı, öyle daldan dala atlıyor ki,
bir cümlenin, bir sorunun aklımızdaki, düşüncelerimizdeki yansımasını görmeye fırsat vermeden,
ikinci darbeyi indiriyor bakışlarınıza.
Epeyce bir süre düşünmem gerek bu çalışmanın üzerine.
Yordu gerçekten.