- 512 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. RESULÜN ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (37)
MEDİNE / MEKKE İLİŞKİLERİ (16)
HENDEK SAVAŞI / OLUŞUMU / ARKASINDAKİ GERÇEKLER (4)
Geçen hafta, Azhap suresinin başındaki ayetlerle, Hendek savaşını değerlendirmiştik. Bu hafta da, aynı şekilde Azhap suresinden devam ediyoruz. Zira Ahzap suresi, Hendek savaşıyla ilgili önemli değerler sunuyor.
Ahzap suresinin 18 – 21 ayetlerinde konu farklı bir açıdan ele alınıyor. Allah ayetlerde; “Allah, içinizden alıkoyanları ve yandaşlarına: "Bize katılın" diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir. Size karşı pek hasistirler. (hasis; eli sıkı, cimri, pinti, kısmık. bayağı, insanı küçülten, alçak) Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir; bunun için Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah’a göre kolaydır. Bunlar, düşman birliklerinin bozulup gitmedikleri evhamı içindedirler. Müttefikler ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi sorsunlar. Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek savaşacak değillerdi. Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir”
Ayetler kişisel inancın, başarının, azmin ötesine çıkıyor, toplumsal analize giriyor. Bizler genelde toplumun önüne çıkmış insanların üzerinden değerlendirmeler yaparız. Müslüman bir toplum denilince, toplum içinde İslam en iyi anlayan, analiz eden, inanan, yaşamına geçirenleri aklımıza getiririz. Allah resulü ve arkadaşlarının üzerinden İslam’ı okumaya başladığımızda da aynı şeyi yaparız. Tarih okumalarımız, İslam anlayışı üzerine okumalarımız genelde kişiler üzerinedir. Okuduğumuz kişiler döneminde İslam’ı bize göre en iyi temsil etmiş kişilerdir. Zaten onlar gibi İslam’ı yaşamına aktararak temsil etmeyenler varsa onlar nifak içinedir. Hz. Resulden sonra gelen kişiler olarak, Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz. Ebuzer Gıffari, Hz. Musab bin Umeyr, Hz. Osman üzerinden İslam’ı okumak, anlamak bizim için önemlidir. Ancak onlar üzerinden İslam’ı okumak eksiktir. Böyle yaparsak Müslüman toplumu toplumun önüne çıkanlarla değerlendirmiş oluruz. Halbuki toplum denilince sadece öne çıkanlar değildir. Geride kalanlar, ortada olanlar gibi üç gruba ayrılır. Üç grup, inançlarını, anlayışlarını, yaşamlarını ortaya koyarak sıralanırlar. İnsani değerlendirmelerimiz genelde, öne çıkanların dışındaki anlayışları, yaşamları nifak alameti olarak değerlendiririz. Örneğin Müslüman bir toplumda, insanlar zafiyet mi gösterdiler? Böyle inanç olmaz deriz. Bu nifaklıktan başka değildir deriz. İnsanlar tereddüt mü gösterdiler? Böyle inanç olmaz deriz. Bu nifaklıktan başka değildir deriz. Allah’ın gönderdiği ayetler ise, toplumu bütün yönleriyle inceler. Eksiklikleri, yanlışları bize gösterir. Nasıl davranılması, ne yapılması gerektiğini bize öğretir. Normal bir yaşamdan, sıra dışı yaşamlara insanlar sorularak denenir. Herkesin işinde gücünde olduğu yaşamlar normal yaşamlardır. Ancak insanların hayatını tehlikeye düşüren, doğal afetler, kıtlıklar, savaşlar sıra dışı yaşamlar olarak karşımıza çıkıverir. Sıra dışı yaşamlarda nasıl davranacağız? İnancımız, metanetimiz, paylaşım değerlerimiz ne olacak? Bütün bunlar imtihanın bir parçası olarak hayatımızın gerçekleridir. Tarih normal yaşamlardan söz etmez. Tarih sıra dışı yaşamları inceler. Onları bize getirir. Ancak tarihin yanıldığı bir gerçek vardır. Tarihin yanıldığı gerçek, yaşamı, insanları, kişiler üzerinden okumasıdır. Öne çıkmış kişiler, geride kalan kişiler, ihanet eden kişiler. Yani; sıra dışı yaşamlarda sivrilmiş değerler üzerinden bize yaşamı tanıtır. Kahramanlar üzerinden, hainler üzerinden, geride kalıp nifak alametleri sergileyenler üzerinden, bizler tarihten gerçekleri öğrenmeye çalışırız. Eğer biz tarih kitabı okumuş olsaydık. Hendek savaşında, kimler kahramanca savaştı? Kimler ihanet etti? Kimler geride kalıp korkakça davrandılar? Bunları görürdük. Allah ise ayetleriyle farklı analizler yapıyor. Toplumu bir bütün alarak, her yönüyle sıra dışı yaşamlar anında veya sonrasında bize analizlerini bildiriyor. Sadece bildirmekle yetinmiyor. Aynı zamanda eğitiyor. Allah’ın ayetleri tarihten farklı olarak, insanların içlerine, duygularına, akıllarına, kalplerine giriyor. Halbuki tarih görünen kısımları bize aktarıyor. Şunlar kahramandı, şunlar haindi, şunlar geride kaldılar, korkaktılar. Tarihin getirdiği vurgular içinde, insanların duygularından, akıllarından geçenler yok. Sadece dışa yansıyanlar var. Çünkü tarihçi insanların duygularını, kalplerini, akıllarını bilmez. Ama Allah her şeyi bilir. Korkunun ardındaki gerçekleri. Kahramanlıkların altındaki gizleri. Tereddütlerin altındaki nedenleri bilir. İnsanlar söyleyemese de, Allah bildiği gerçekleri bize göndererek üzerinden sonuçlar çıkarır.
Okuduğumuz ayetler içinde Allah’ın bize öğrettiklerini inceleyelim.
1. Toplumlar sıra dışı yaşamlara girdiğinde, normal hayatları bozulan insanlar rahatsız olmuşlardır. Bozulan hayatlarının tehlikeye düştüğünü görenler hemen bir güç oluştururlar. İnsanları oluşturdukları güce çağırırlar. “Bize gelin”, “Bize gelerek kendinizi tehlikeye atmayın” Ana başlığında oluşturulan güç, asılda normal yaşamı koruyarak, insanların tehlikeye atılmaması gibi, önemli bir nedene dayanır. Bu öz, günün aklı, mantığı, bilgilerine göre güçlendirilir. Kendilerine gelmeyenlerin nasıl bir belanın içine düştükleri tam deyimiyle usturuplu lisanla anlatılır. Böylece dinleyenlerin çoğunun aklı yatmaya başlar. Böyle diyenlerin çoğu savaş istemez. Zorlandığında çok azı savaşa gelirler. Kendilerine göre savaşın çözüm olmadığına inanırlar. Bunu anlatırlar. Onlara göre; güç kimdeyse onun önünde eğilmek gerekir. Hani bizim toplumumuzda bir deyim var. “Bükemediğin bileği öpeceksin” Bükülemeyen bileğin tespiti, tayini, değerlendirilmesi insani akla, bilgiye, duyguya aittir. Genelde bunlara dayalı olarak yapılır. İnanç, azim, Allah’ın yardımı ikinci plana itilir. Toplum içinde insanları savaştan geri kalmaya çağıran bu tür insanların korkaklıkla hiçbir ilgisi yoktur. Onlar, savaşta veya savaş öncesinde karşılarına çıkabilecek güçleri hesaba kitaba oturturlar. Önlerine bir tehlike haritası korlar. Haritaya göre tavır belirlerler. Belirledikleri tavır kendilerini güçsüz, karşı tarafı güçlü hissetmişlerse hemen bileklerini öpmek için siyaset üretirler. Anlaşma yoluna giderler. Veya tehlikeli gördükleri düşmanlar birbirine girmişse, o zaman kendilerinin hangi tarafta olduklarını yaptıkları hesaplarla karar verirler. Mesela; Osmanlı’nın son döneminde katıldığı birinci dünya savaşının öncesi bu tür hesapların neticesidir. Osmanlı aydınları, paşaları illaki savaş isterler. Savaş istemeyiz diyenleri korkaklıkla suçlarlar. Savaş isteyenler ikiye ayrılır. Birinci grup Almanya’dan yana olmaktır. Zira Almanya karşı grubu dize getirecek. Bir sürü ganimet üzerine konulacaktır. İkinci Grup İngilizlerin başın çektiği gruptur. Osmanlı paşalarına, aydınlarına göre bu grup Almanya’yı yenecektir. Bütün hesap kitap bunu göstermektedir. Rivayetlere göre ülkenin başındaki padişah savaş yanlısı değildir. Savaş için tartışanlar padişahı pısırıklıkla korkaklıkla suçlarlar. Almancılar ile İngilizciler tartışırken ülke Almancıların oyunuyla savaşa girer. Osmanlı böylece yıkılır. Osmanlı yıkılınca bu sefer ikinci tartışma başlar. Savaşın galibi gücün lideri İngilizlerin mandası mı olalım? Yoksa bağımsız devlet mi kuralım? Tarihler sonuçta bağımsız devlet kuralım düşüncesinin ağır bastığını, bu nedenle kurtuluş savaşı verildiğini söyleseler de, kurtuluş savaşında birinci dünya savaşının galiplerine karşı herhangi bir savaş verilmemiş. Birinci dünya savaşı bittikten sonra Egeden Anadolu’ya çıkartma yapan ve egeyi işgal eden yunanlılara karşı kurtuluş savaşı verilmiştir. Koskoca Osmanlıyı yıkan İngilizler, Fransızlar, Ruslar, İtalyanlar, Yunanlılar yenildi diye işgal ettikleri Osmanlı ülkesinden kaçıp gitmişlerdir. Osmanlının düzenli ordusunun yapamadığını, Anadolu’nun derme çatma ordusu başarmıştır. Tarihler böyle anlatır. Böylece Kurtuluş savaşında Mustafa kemal’in yönettiği Anadolu ordusu, İngilizlere, Fransızlara, İtalyanlara kurşun sıkmadan, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlılar yenildi diye yenilgiyi kabul edip gitmişlerdir. Bazen öyle hikayeler vardır ki, insanın inanması için kendini baya zorlaması gerekir. İşte bu hikayede böyle bir şeydir. Tabi Yunan savaşından sonra ülkenin, batıdan tercüme edilen yasalarla, batıdan getirilen siyasi, yaşamsal düzenle yönetilmeye başlaması, işin bir başka boyutta olduğuna işaret etmektedir. Hiçbir galip devlet, yendiği ülkelerin düzenleriyle, yasalarıyla, yaşam biçimleriyle yönetilmez. Dünya tarihinin kuralı buyken, biz bunun tersini başarmışızdır.
Allah ayetlerinde hendek savaşı sırasında oluşan bu tür düşüncelerin içine girer. Ben-i Kureyza savaş sırasında yaptığı hesaplara göre çok taraf değiştirmiştir. Müslüman toplum içinde hesapçı kitapçı olan Müslümanlar arasında bu tür düşünceler muhasara boyunca sürmüştür. Ve onların her biri insanları “bize gelin, bize katılın” diye kendilerine çağırmıştır. Amaçları nedir? Muhasara altından kurtulmak… Bunun için güçlü sandıkları Mekkelilerin bileğini öpmek. Hayatlarını, varlıklarını kurtarmak için anlaşma yapmak. Böylece Allah resulünü, savaşa girenleri yalnız, çaresiz bırakmak.
2. Hesaba, kitaba dayalı kararlar veren insanlar pek hasistirler. Hasis kelimesi önemlidir. Anlamları içinde bir çok farklılıklar vardır. Hasis; eli sıkı, cimri, pinti, kısmık. bayağı, insanı küçülten, alçak. Ayette kelime seçilirken çok geniş boyutlu seçilmiştir. İnançlarını, Allah’ın yardımını bir kenara koyanlar, eli sıkıdırlar. Paylaşma değerleri neredeyse yok gibidir. Cimridirler; bir şeyi vermemek için ellerinden geleni yaparlar. Pintidirler, herhangi bir şey verirken kılı kırk yararlar. Kısmıktırlar, yapmalarını gerekeni bile yapmamak için çaba harcarlar. Nasıl bir yol bulsalar da, yapmak zorunda olduklarını yapmasınlar. Bütün düşünceleri, dertleri, tasaları bu noktaya toplanır. Bayağıdırlar, hemen çirkefleşirler. Üzerlerine vardığınızda aslan kesilirler. Üstte çıkmaya çalışırlar. İnsanları küçültürler. İnsanın gücünü, inancın gücünü hesaba katmazlar. Bütün dertleri, kişi olarak varlıklarını onurla koruma yerine, ne şekilde olursa olsun koruma çabasındadırlar. Anlaşmak, köleliğe, köpekliğe razılık, ne olursa olsun, yeter ki varlıklarına dokunulmasın, buna razıdırlar. Peşinen aklı, mantığı, kişisel onuru sıfırlarlar. Bu tür psikoloji çok aşağılayıcı psikolojidir. Bugün genelde tarikat camiasında bolca kullanılan “ben falancanın köpeğiyim” sözü, Allah’ın insan olarak yarattığı varlığın nerelere kadar düşürüldüğünü gösterir. Aslında köpek şerefli bir varlıktır. “Ben falancanın köpeğiyim” diyen kişi, kendi değerini, köpekliğe düşürürken, farklı bir şeyde söylemek ister. Demek ister ki, ben onun için havlarım. Ben onun kapısında beklerim. Ben onun tarafından beslenirim. Ben sadece ona sadığım. Bir köpek hangi özellikleri taşıyorsa, ben o özellikleri taşırım. İnsan gibi aklımı kullanmam, Muhakememi kullanmam, özgür irademle karar verip doğruyu, yanlışı ayırmam. Benim bütün derdim, tasam, o falancanın köpekliğini yapmaktır. O doğruymuş, yanlışmış ben buna karar vermem. Bütün bu anlamlar Hasis kelimesinin içine yerleştirilip anlatılırken, ayet, bu tür insanların olaylar içinde her türlü anlamıyla karşımıza çıkabileceğini hatırlatıyor.
Hasis olanların üzerine korku çöktüğünde, gözleri baygınlaşır. Artık hiçbir şey düşünemez olur. Ne yapacaklarını bilemeden öylece bakakalırlar. Ama korkularını yendiklerinde ise, her türlü rezilliği işlerler. Mala mülke düşkünlüklerini ortaya çıkarırlar. İnsanları incitmek için dillerinin sivri yanlarını kullanırlar. Yani bir köpeğin dişlerini gösterdiği gibi hırıldayıp dururlar. O anda akılları, muhakemeleri, iradeleri çalışmaz. İnançlarından ise eser kalmaz. Aslında onlar iman etmiş kişiler de değildir. Onların iman ettik demelerinin bir anlamı yoktur. Zira iman akıl, muhakeme, irade ile sonuçlandırılan, bilgiyi bilinci öne çıkaran, inananlar arasında paylaşımı ve sadece Allah’a güvenmeyi, dayanmayı esas alan, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmama üzerine kurulu bir bilinçtir. Halbuki onları bu hale getiren korkularıdır. Onlar Allah’tan değil, Allah dışındaki her şeyden korkmuşlardır. Onlara söyleyin. Allah onların yaptığı, yapacağı işleri boşa çıkarmıştır. Artık onlar bu halleriyle ne yaparlarsa yapsınlar, yaptıklarının bir anlamı yoktur. Boşu boşuna çaba gösterirler. Allah’ın kendilerine verdiği canı, malı, aklı, muhakemeyi, iradeyi boşu boşuna taşımaktadırlar. Onların işlerini boşa çıkarmak Allah zor değildir. Çünkü dinin kurallarını koyan, yaşamın standardını belirleyen Allah’tır. Onlar hem inandık diyecek, hem Allah’ın koyduğu kurallara, öze aykırı hareket edecekler.
Günümüzde bu tür insanlar çoktur. Şöyle etrafınıza bakın. Siz onları konuşmalarından akıllı, muhakemeli sanırsınız. Onların size iyiliği, doğruyu gösterdiğini sanırsınız. Sizi kötülüklerden koruduklarını sanırsınız. Dikkatle dinleyin. Onların her söylediği, Allah’ın dinini yaşama yolunda, saf, samimiliğin dışına çıkarak, çıkarı, insan bencilliğini öne çıkarmak olarak şekillenecektir. Her söylediklerine Allah’ın yardımına inanma, Allah’a güvenme yerine başka şeyleri söyleyeceklerdir. Hele bugün, alim, uzman, profesör unvanlarıyla gazete, dergi köşelerinde yazanlar. Televizyonlara çıkıp halkı yönlendirenler. Yaptıkları hesap kitap, sanki bu şartlarda, çağda İslam’ın yaşanamayacağını anlatırlar. Onlar dini, insanları rahatsız etmeyen ritüeller içinde yaşamayı önerirler. Hatta daha ileri giderek, insanları saptıracak şeylerle oyalamaya din derler. Müslümanları tekkelerde, mezheplerde robotlaştırmak. Partiler içinde oyuncak etmek. Mezarlardan medet umar hale getirmek. Türbelerde türlü sapkınlıkları yaptırmak isterler. Ama ciddi bir konu gelince, o zaman iş hemen değişir. Mesela; ülkede Müslümanların özgürlüğü denilince, özgürlüğün iyi bir şey olmadığından, batı kavramları olduğundan başlayarak, içinde bulundukları ülkede, dünyanın reel gerçeklerinde Müslümanların özgürlük taleplerinin olamayacağına akıl yormaya başlarlar. Kiminle baş edebilir Müslümanlar. Ülkelerinde kendilerini yöneten sermaye sınıfıyla mı? Askeri güçlerle mi? Güçlü partilerle mi? Hele ülke dışına çıkıldığında, karşınızda dünyanın devleri vardır. Amerika, Avrupa, Rusya, Çin vs. Müslüman toplumlar bunların hiç biriyle mücadele edemez. Onun için, bunlardan birinin sırtına dayanmak. Eline yapışmak zorundadır. Güç onlardadır. Silah onlardadır. Para onlardadır. Üstelik Müslümanlar birbirini öldürmektedir. Son dönemlerdeki en gıcık olduğum, rahatsız olduğum cümle budur. Müslümanlar birbirini öldürüyor. “Akıllı olun, Müslüman Müslüman’ı öldürmez. Ama Müslüman’ım diyenler birbirini öldürürler. Onlar gerçekten Allah’ın tarif ettiği Müslümanlardan olsalardı asla birbirleriyle savaşmazlardı. Şeytan onların arasına fitneyi, fesadı, bencil çıkarları soktu. Artık onlar birbirlerine kinle, nefretle, kibirle bakanlardır. Birbirlerine, kinle, nefretle, kibirle bakanların İslam ile hiçbir ilgisi yoktur. Allah ayetlerinde Müslüman’ı tarif ediyor. Onlar her şeye, her konuya Rabbinin ayetleriyle bakarlar. Allah’a güvenir ve Allah’a dayanırlar. Müminlerin aralarında ki ilişki, selamdır, paylaşımdır, huzurdur, güvenliktir. Şimdi bu ilkeleri oluşturamayanların Müslüman kabul edilmesi kadar İslam’a, Müslümanlığa ihanet olabilir mi?” Ant olsun ki, onlar Müslüman olsalardı asla birbirlerini öldürmezlerdi. Andolsun ki birbirini öldürenlerin İslam ile ilgileri ancak Rabbimin katındadır. Rabbim birbirini öldürüp üstüne ben Müslümanlardanım diyenlerin hesabını elbette adaletle görecektir. Bizim dünya ölçülerimizle yaptığımız değerlendirmelerin hiçbir anlamı yoktur.
Hendekte o gün, Müslüman’ım dedikleri halde Müslümanlığının dışında olan. Ehli kitaptan olup Allah’a inanıyoruz dedikleri ve Allah resulüne söz verdikleri halde, verdikleri sözlerin dışında davrananlar vardı. Onlar bütün gayretleriyle, kendilerini kuşatan Mekkelilerden kurtulmak için, gerekirse Medine’yi Mekke’ye teslim etmeyi düşünüyorlardı. Gerçekten Hendek kazılmamış olsaydı. Medine dışına, içine girip çıkmak kolay olsaydı. Onlar hiç tereddütsüz Mekkelileri içeri sokacaklar veya hemen Mekkelilerin yanına aman dilemek için koşacaklardı. İşte onlar imandan çok küfürdeydiler. İster Müslüman’ım desin, ister Musevi’yim desin. Onların imanı boşa çıkmıştır. Onlar yanılmışlardır. Halbuki Allah bütün inananlara, Allah’a güvenmelerini. Azimle inançları doğrultusunda yaşamalarını. Verdikleri sözlere uymalarını emretmişti.
3. Ayetler enteresan bir konuya değiniyor. Hasis olan insanlar, inançla yürüyen, sadece Allah’a güvenen, Allah’a dayanan, dünyevi hesaplar yapmayan, yapacakları işlerde hesabı kitabı ikinci plana iten Müslümanları kıskanırlar. Kendi aralarında konuşurlar. Müslümanlar hakkında bilgi toplamaya çalışırlar. Müslümanların zaferini duydukça kıskanırlar. Müslümanların hüsranını duydukça sevinirler. Çünkü onlar, Müslümanlar onları cihada çağırdığında onlar hesap kitap yapmış. Müslümanlarla birlikte olmamayı tercih etmişlerdir. Bu nedenle Müslümanların başarısızlığı onların haklı çıkmasını sağlamış olacaktır. Tabi bu yargı onlara göredir. Hendek savaşında, Mekkeliler çekilmişlerdi. Ama böyle düşünen insanlar onların çekilmediğini, güç kuvvet kazanmak için geri çekildiklerini. Tekrar daha güçlü olarak geleceklerini söylüyorlardı. Sürekli bir tedirginliği insanlara zerk etmeyi. İnsanların kafalarını karıştırmayı amaç edinmişlerdi. Kendi içlerindeki inançsızlıklarından kaynaklanan huzursuzluğu Müslüman topluma da yansıtmaya çalışırlardı.
Günümüzde de Müslümanlar arasında böyleleri vardır Müslümanların içinde dolaşırlar. Biz de Müslüman’ız derler. Ama bütün yorumları, düşünceleri Müslümanların başarısızlığı üzerine kuruludur. İnsanlara İslam’ı öğretmeye kalkarsınız, derler ki, boşuna uğraşıyorsunuz. Onlar inanmaz. Onlar laiktir. Onlar tarikatçıdır. Onlar Nurcudur. Onlar particidir. Onlar ateisttir. Onlar solcudur. Böylece İslam’ı insanlara ulaştırmamak için önce kendilerini ikna ederler. Sonra bütün Müslümanları ikna etmeye çalışırlar. Müslümanlar kendi çaplarına göre çalışmaya başlarlar. Onlara geçmişteki çalışmaları örnek göstererek, bu tür çalışmaların bir şey ifade etmeyeceğini, akamete uğrayacağını anlatırlar. Bütün bunları yaparken Müslümanlardır. Sürekli Müslümanlar arasındaki kavgalardan, tartışmalardan söz ederler. İşin aslında amaç farklıdır. Kavga yerine, anlaşmayı, tartışma yerine konuşmayı düşünmezler. Buna önce kendilerini ikna ederler. Sonra bütün toplumu ikna etmeye çalışırlar. Onlar böyle uğraşırken, bazı Müslümanlar ortaya çıkıp, hiç kimseyi dinlemeden çalışırlarsa, bir şeyler yapmaya başlarlarsa, onların aleyhinde konuşurlar. Kuytuda bekleyen tazı gibi öyle beklerler. Eğer çalışmaya başlayan Müslümanlar arasında bir yılgınlık, bir yeniklik, bir dağınıklık olursa, hemen “gördünüz mü? Biz demedik mi?” diyerek kendilerini haklı çıkarırlar. Ayetlerin özünde anlatılan bu psikolojiler o gün savaş nedeniyle anlatılıyor. Ancak ayetin özünü genişlettiğinizde, hasis insanların yapısının, bencillik üzerine kurulduğunu görürsünüz. Sadece bencillik olsa iyi. Hem bencillik yaparlar, hem iyi bir şey yapmayı istemezler, hem de iyi şeylerin önünü kesmeye çalışırlar. Kendileri iyi bir şey yapmak istemiyorlar ya, isterler ki, başkaları yaparak onları yanlış çıkarmasın. Onların kurduğu düzen bozulmasın. Rahmetli Muhammed Kutup, İslam’a göre insan psikoloji isimli kitabında güzel bir örnek verir. Meyhaneye içki içmeyen biri girse, orada içki içmeden yemek yemeye kalksa, içki içenler rahatsız olur. Çünkü içki içmeyen kişi onlara içkinin haramlığını anlatır. Halbuki onlar, kendi başlarına, kendi dalgalarını geçerek eğleniyorlardı. Rüşvetin bolca alıp verildiği ir yerde, rüşvet almayan barınamaz. Hırsızların arasında hırsız olmayan barınamaz. Bunlar gibi, Allah yolunda füturca, sadece Allah’a güvenerek, dayanarak mücadele edenler, hasis insanlar tarafından eleştirilirler. Bu eleştirinin yanında kıskançlık vardır. Samimi Müslümanların varlığı, ben de Müslüman’ım diyen hasis insanları sürekli tedirgin eder.
4. Onun için ey Müslümanlar Allah size hatırlatıyor. “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir” Allah resulü; samimiyet içinde, sadece Allah’a güvenerek, Allah’a dayanarak işlerini yapar. Onun kalbinde hasislik yoktur. Sizin örnek alacağınız insan resuldür. İçinizde örnek olabilecek her türlü vardır. Size Ömer, Osman, Ebubekir, Ebu zer, Musab bin Umeyr ve daha nicesi size örnek olabilir. Bunlarda iyi insanlardır. Hasis olanlar da size örnek olabilir. Siz en iyisini kendinize örnek alın. En iyisi, resuldür. Resul, Rabbinizin emriyle size örnek kılınmıştır. Sonra diğer müminleri kendinize örnek alın ki, insanların kendi özellikleriyle nasıl ayrıldığını görün. Bunu başardığınızda aranızdaki kavga bitecektir. Eğer insanlar sadece resulü kendilerine örnek alır. Allah’ı dinler. Allah’ın dediklerini yaparsa, aralarında kavga bitecek. Müslümanlar arasında huzur, esenlik, barış sağlanacaktır. Müslümanlar kısır tartışmaları bir kenara bırakacak, Allah ipinde toplanacaklardır. Halbuki günümüzde tartışmalar bencil duygularla, bilgi yarışmasına döndürülmüştür. Hem öyle ki, karşı tarafı tamamıyla, her türlü olumsuz yollarla, kuralsız bir şekilde diskalifiye etmek üzere yapılmaktadır. Hasislik; en tehlikeli kanser gibi, akla, muhakemeye, iradeye, kalbe egemen olmuştur.
Müslümanlar bu durumdan kurtulmak zorundadırlar. Aksi halde, Allah’a inanmamış, Allah’a güvenmemiş, böylece kendilerini kandırmış olarak hayatlarını tamamlamış olurlar.
İnşallah Allah’ı dinleyenlerden oluruz ki, gereği gibi Müslüman olabilelim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.