- 1307 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SENİN BENDEKİ BENLİĞİN
Güneş her günden farklıydı o gün neler olduğunu kimse bilmiyordu o sabah tavuklar horozlardan ünce kalkmış ve kümesin etrafında çırpınıyorlardı yavru kuşlar annelerinden erken kalkmış kahvaltı istermişçesine ötüyorlardı güneş her günden daha kızıl rüzgar her günden farklıydı insanın suratına bir ustura gibi dokunup geçiyordu herkes olduğu yerde heykelleşmişti ama bir ev vardı ki bir saniye olsun yerinde duramayan insanlar bir oyana bir buyana koşuşturuyorlardı saat sabahın altısını gösterince bir saniye bile yerinde duramayan ev taş kesilmişti sanki Herkes sineğin kanat vızıltısı duyuyordu iki dakikalık kısa bir sürede herkes şaşkınlığını üstünden attıktan sonra açı bir çığlık duyuldu sessiz fırtınadan sonra tüm yüz mimikler ani bir refleksmiş gibi değişiverdi ev bayram havasına dündü bir anda o evin direğinin ilk oğlu ve ikinci çocuğu Olmuş tu fırtına dinmiş kuşlar uyanmış horozlar başını dikleştirmişti hayat kaldığı yerden duvarları ve insanın yüzünü yalayıp geçiyordu artık ama kimin umurunda idi ki yeni bir yüz hayata merhaba demiş o eve bir neşe Gelmiş ti elden ele verilen bebek bir bebek değil de bir şekermiş gibiymişçesine bakılıyordu ona bakışları kesen bir tokmak sesi oldu kapı çalınıyordu postacı postayı teslim etmeye gelmişti baba ilk erkek çocuğunu tam yedi aydır görmemişti çünkü doğduğundan iki ay sonra baba askere gitmişti ve onu çok özlemişti hasretini dindire bilebilmesi için onun resmini istemişti mektubunda, herkes toplanıp köyün hemen yanındaki çaya gidip doya oya resmini çekip gezdiler gün nasıl geçmiş saat kaç olduğundan kimse bilmiyordu saatin kaç olduğunu unutmayan sadece biri vardı oda kendi görevini yapmış ve Yavaş yavaş kendi köşesine çekiliyordu tenleri artık hafiften üşüdüğünü görenler yavaşça eve yol almaya başladılar ama yüz mimikler hala yorulmamıştı o gün mimikler sanki yorulmak bilmiyorlardı kılıcını çekip bir orduya karşı koyarmışçasına bir kahramanı andırıyorlardı. hasat zamanı gelmişti bayram da kapıya dayanmıştı şekerin ismi konulmuş iki yaşına gelmişti ilk pantolonu dedesi almayı Planlanmıştı bile.Kovboy tarzı şapkası ve ipleri sarkılı kovboy gömleğiyle paketlenmiş iki gün önceden bile bayram artık gelişini bilmeleri için kapıyı artık çalmaya başlamıştı ama ev halkı başka bir telaştaydı şeker çocuğa bir kardeş geliyordu çünkü herkes ayrı bir telaştaydı. bayram saatleri devirmişti dakikalarıysa yutmuştu saniyeleri sayıyordu artık kuş sesine benzeyen bir cıvıltı sarmıştı her yeri yürekler taşırmışçasına dolmuştu neşeye her çocuğun ağzında aynı kelimeler her yeri sarmıştı güvercinleri kimi kapıda karşılıyordu kimisi pencereden kimileri de merdiven başlarında esas duruşta onları karşılamayı bekliyordu gün onların gönüydü sanki o gün çocuk değil de her biri birer asker olmuş ve o köyü istila etmişler gibiydiler diledikleri şeyleri yapıyor istemediklerini de arkasına bile bakmadan gidiyorlardı ama bundan hiç kimse şikayetçi değildi güneş çocuklardan daha neşeliydi sanki öyle bir şekilde ışıldıyordu ki kontrolünü kaybetmiş gibiydi tüm çocuklar öyle bir terlemişleri di ceketlerini çıkarmış ellerinden sallıyorlardı bir mendil yerine güneşin parıltısını kıskanan biri vardı o gün sanki gözünü bir an açıp göğsünü yırtarmışçasına kükremek istiyordu sanki öyle bir huysuzlaşmıştı ki sağı solu tekmelemeye başlamıştı ev halkın yüzü terden herkes sanki aynı anda musluğun altına elini koymuş yüzünü birlikte yıkamışlardı ama biri vardı ki orda bağırışları göğü yırtıyordu kulakları sağır ediyordu kimse yanında duramıyordu ebeler her tarafa koşuşuyordu kimisi sıcak su kimisi bez kimisi de ip arıyordu telaştan kimse ne yaptığını bilmiyordu beyhude dolaşıp duruyorlardı kapının hemen yanında duran biri vardı görmeye alışkın olduğumuzdan biraz farklıydı kapıda bekleyen baba değil de dedeydi çünkü oğlu askerdi orda olamıyordu bu sevinç mi yoksa açımıydı belli değildi duyguları karma karışıktı bir şey düşünemiyordu sevinç hüzün kederi ve üstüne de hasrette eklenince biranda hayale dalıverdi nerde olduğunu kendiside bilmiyordu yürüyor muydu yoksa kanatlanmışta uçuyor muydu yanına aniden belirlenen gölge oluşu verdi o gölge meleği di melek güneşin doğduğunu haberini vermeye gelmişti aniden üstünden daldığı hayali atarmışçasına sirkelendi ani bir hareketle ayağa kalktı eline alıp anlından öptü ve yukarı kaldırıp adını doğduğu günün adını koydu şeker çocuğa bir kardeş gelmişti artık o ağabey di bu sorumluluk sahibi olacağının ilk adımıydı habersiz şeker çocuk dedesine bakıyordu ve göz göze geldiler dedesiyle melek onu alıp dedesine getirdi yanalız olduğunu hissetmiş olacak ki onları bir araya getirdi nefes alışı karlı dağları eteğinde esen rüzgar gibi ses çıkarıyordu verişi ise bir ejderhanın püskürmesiydi sanki baktı baktı ve sonra bak barış sen artık bir abı sin bu senin ilk sorumluluğun ve ilk adım atacağın bir yük artık sen şeker çocuk değil sen bir abı sin yani artık sen bir delikanlısın babanın yerini sen alacaksın yük senin yükün o evde olmadığı anlarda barışsa dedesinin suratına öyle bakıyordu ki o gözlerde kendini görür oldu aradan aylar geçmesine rağmen barış aynı gündeydi ve bir süreden sonra hastalandı annesi ile dedesi onu alıp doktora götürdüler sadece biraz ateşi varmış dediler ve biraz iğne ile şurup verildi ona ilk gün iğneyi doktor vurmuştu o gün azda olsa yatmış ve ateşi düşmüştü ama ertesi gün iğneyi tarladan daha yeni gelen (eskiden askerde bir iki ay doktorun yanında çalışan.) komşuları gelir gelmez barışın annesi ününe çıkıp çocuğunun bir iğnesi olduğunu ve vurmasını istedi oda komşusu olduğundan dolayı hiç itiraz etmeden ve düşün maden gitti iğnesini vurup evine dönüp kafayı yastığa vurup yattı huzur içerisin de. Barış o gün yatmamıştı her tarafı ateşler içindeydi ve ayağı acıyordu ve kimse yanında yoktu annesi tarlaya gitmişti onu evde bırakmıştı barış açıdan dayanamadığından acıyan yaranın üstünde yatmıştı acısı dinsin diye ama nerden bilirdi ki Öyle yapsa hayatına bile mal olabileceğine o minnacık aklıyla annesi tarladan dününce çapayı evin avlusuna bırakıp içeriye baktı barış nasıl diye merak etmişti onun ters yattığını gürünce ayağındaki çamurlu ayakkabıyı bile hiç düşünmeden içeriye koşup onu düzeltti düzeltirken elinin yanacak şekilde olduğunu gürdü ani bir hareketle barışın üzerindekileri alı verdi alnına elini koyunca yanacak şekilde görür görmez mutfağa koşup mendil ıslatıp alnına koydu biraz kolonyada eline döküp barışın göğsünü ovalamaya başladı ama ateşi bir türlü düşmemişti korku içerisinde hemen onun dedesine koştu evleri zaten birbirine yakındı ama o endişe içinde iki adımlık yol öyle uzanmıştı ki bitmek bilmiyordu sanki dedesi gelinini o halde gürünce biraz korktu dağ gibi o adam kuru bir yaprağa dönmüştü sanki sirkelendikten sonra olayı anlamaya başlamıştı anlayınca da ok gibi fırlayıp komşunun arabasını istedi onu doktora götürmek için, Hastaneye vardıklarında sedye kapıda beklemiş bulunmaktaydı üstüne koyup içeriye fırladılar doktor diyen sesler koridorlar da yankılar oluşturuyordu sonunda doktor gelmişti. Muayeden sonra doktorun yüzündeki mimikler ani bir değişikliliğe uğradılar sanki mimikler ondan değil de bir başkasından emir alıyorlarmış gibi doktor dedesinin yüzüne bakıp çok uzun söylenen sözleri bir solukta söyleyen doktorun dilinde kelimeler kifayetsiz kalıyorlardı çünkü barışı kurtarmak için geç kalmışlardı o artık herkes gibi olmayacaktı biryanı eksik olarak yaşayacaktı tüm arkadaşlarının yanında ve hayata karşı savaşında. Ayağı sağlı sollu tahtalaşıp taburcu edildi artık o şeker çocuk değil şampiyon çocuktu bu lakabı amcası takmıştı takımından dolayı amcası Beşiktaşlıydı ve o yıl takımı da şampiyon olmuştu amcası onu çok sevdiğinden mutlu olmasını isterdi. o artı okula başlamıştı tek bildiği ise bir yanı eksik olduğu iki ye geçtiğinde iki kere iki dört ettiğini bile bilmeden okudu o yıl nasılda geçti hiç anlamadı kafası zifiri karanlıktı üçe geçtiğinde babası odalarının bir yanını küçücük bir manav bulumu olarak kulan maya başladı önceleri babası baktı her geçen gün babası sıkılmaya başlayarak birine devretmeye kalktı böylelikle küçük kardeşi Mehmet de bırakıp canı her sıkıldığında batmana gitmeye başladı başlangıç olarak iği idi ama sonra giderek eve bile gelmemeye başladı üçer beşer gün eve gelmez oldu barışın dörtte geçişinde ona manavı öretmeye başladılar çünkü amcası ile babası arasında tartışma çıkmıştı her şey barışa devredilecekti. yükü barış alacaktı manavdan çıkmış bakkalcığa yönelik küçük manav aradan bir yıl geçmeden tamamen barışa devredilmiş artık manav değil bakkaldı (Akbay gıda pazarı ) ve barış beşe geçmişti iyi kütü sınıfın iyileri arasındaydı ve bakkalına alışmış hatta elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyordu sabahleyin okuluna gidiyordu öğlenden sonrada bakkalın da kalıyordu dersini bile orda yapıyordu saat On ikiye dek fikirler artık eskisi gibi değildi artık birini seviyordu minnacık yüreği Sıçaklığı hissediyordu sevdiği kız karsıdaki köydendi kız her gün karşı köyden onun köyüne okumaya gelirdi oda bundan büyük bir ders almış ve ona aşık olmuştu ama nasıl açılacağını bilmiyordu en iyi arkadaşına danıştı bu durum için arkadaşı da ona yardım edeceğine söz vermesini istedi oda kabul etti plan güzeldi ama içre at yoktu. Barış arkadaşının Sevgilisine onu sevdiğini söyleyecek ti, arkadaşı da barışın sevdiği kıza barışın onu sevdiğini söyleyecek ti plan yapıldı. Kızlar öğretmenler için köyden yemek getirince arkadaşı barışın sevdiği kıza diyecekti (okul köyün dışında) saat öğleyi gösterince kızlar köyün çıkışında görünmeye başlamışlardı ki arkadaşı harekete geçti ve yanlarına sokulup bende yardım edebilir miyim? Sorusunu sohbeti açmak için sordu. Kızlarda tabi. Deyince tepsiyi barışın sevdiği kızın elinden alıp senle biraz konuşmamız lazım ne dersin diye sordu kıza - elbette deyice arkadaşı anlatmaya başladı kızın yüz mimikleri sertleşti bakışları keskinleşti ve kükremeye başladı -ulan siz bizi ne sandınız peşimi bırakın yoksa başınız büyük bir belaya girecek deyip tepsiyi
2) arkadaşından
3) alıp onu geride bıraktılar. Arkadaşı bakkala doğu yol almaya başladı düşünceler içinde(ulan barış dünyada başka bir kız kalmadı da bu dişi terminatürü mü buldun? (diye içinden geçirdi) arkadaşı bakkalın kapısına girer girmez kardeş sana tek diyeceğim o kızı sen unut demek oldu barış nedenini sorunca en ince ayrıntıyı bile atlamadan anlattı barış başka bir plan yapmaya başladı bu sefer o kütüphane başkanıydı kütüphane ondan sorulurdu illaki sevdiği kız oraya gelecekti iki gün sonrada geldi de fazla beklemeye de gerek kalmamıştı her şey planlanmıştı kütüphanedekiler de arkadaşlarıydı o gelince bir hareketle herkes dışarı çıktı sadece ikisi kalmıştı barışta yanına yaklaşıp -sen seni seveni biliyor musun diye sordu.kız - ee ne olmuş diye sordu .barış - sen ateş olsan kendin kadar yer yakarsın deyip sustu kız dışarıya koşarak ağladı ağlamasını hoca gürünce sordu oda sadece barış deyip gitti hoca önceden bir şeyler biliyordu ama aldırmıyordu ama bu olay büyüktü öğleden sonra barışı odasına istedi . Sıra artık barıştaydı arkadaşının sevgilisine söyleyecekti anlaşmamın kuralı buydu ama tuhaf olan barışın arkadaşının sevgilisi can arkadaşının kız kardeşiydi bu durumları karıştırıyordu barış ne yapacağını şaşırmıştı. Barış olayları can arkadaşına detaylı bir şeklide anlattı ve söylemek zorunda olduğunu da söyledi ve kız kardeşine de söyledi ama bu durum barışla can arkadaşının bir yıl ayrılmasına neden oldu. taki barış gidip can arkadaşından özür dileyene dek olaylar kapanmış kırgınlıklar bitmişti. barış artık okura okulunu okumak için köyden çıkıp başka bir yerde okumalıydı tek çare Silvan da yeni bir yurtta kalmasıydı ama kayıtlarda dolduğundan gelecek seneyi beklemeliydi aradaki boşluğu barı istanbull da çalışmak istedi ailesi de onu dayısının yanana yolladılar. barış ilk defa bu kadar büyük bir şehre gelmişti ne yapacak nasıl iş bulacak düşünürken midesinin bulandığını hissetti ama nedenini bir türlü bulamadı iki gün sonra midesi rahatlamıştı ve kendisine bir konfeksiyonda işte bulmuştu iyi bir yerdi küçük ama neşe doluydu üç patronu vardı onlar da beş sene ünce İstanbulla gelmişlerdi birlikte ve aynı yerde kalmışlardı aynı sofrayı paylaşıyorlardı ve kendilerine iş kurmuşlardı aylar birbirini kovalaya dursun işyeri neşe doluyordu her geçen gün sonunda ev hasreti ile bitiyordu bayram akşamı otobüse bindi ve hayallere daldı aradan sekiz ay geçmişti nasıl geçmişti nasıl gelmişti hiç hatırlamıyordu çünkü yüreği hasretle doluydu ve bir kısmında da mutlulukla ama ona fazla yer vermek istemiyordu ne zaman istediyse tersine dönüyordu bayram günü indi saat on biri çeyrek geçiyordu gözleri yaşarmıştı çünkü tüm özlemle arayan gözleri ümit ettiği şeyi bulamamıştı kayan bir yıldız kadar hızlı bir hançer saplanmıştı kalbine sanki çünkü arayan gözler babasını bulamamıştı valizi ona ağır geliyordu bacakları gövdesini taşımıyordu sanki titrektiler neden ne den diye sorular sorulmaya başlandı yoksa ben... yavaş yavaş babasının takıldığını bildiği kıraathaneye yol aldı nedense orda olamayacağını hiç ihtimal vermeden oraya yol almıştı evet hiçte şaşılacak şeyde değil di çünkü babası onun geleceği saati unutmuştu oyuna daldığından içeri girdiğin de bildiği masaya yöneldi ve babasının karşısında valizini yere bırakıp gözlerine baktı nemli gözlerle haykırmışçasına neden gelmedin beni özlemedin mi yok sa…sen oyunu bana tercih mi ettin yoksa ben... Haykırıyordu ama neyazıki kimse onu duyamıyordu babası şaşırmıştı hiç istifini bozmak mı istemiyordu yoksa masadakilere küçük düşmesin mi diye sadece kuru bir hoş geldin kelimesi susuzluk tan çatlamış dudaklarından oturmaktan yorulmuş ciğerin den çıkan meltemle söylenmişti sanki akşam eve dün düğünde tüm mutsuzluğu geride kalmıştı evdekiler onu öyle üzmemişlerdi ki iki cihan onların olmuştu sanki ama biri vardı ki hep geride olduğu gibi gene de gerideydi sessiz köşede bakmakla yetindi sadece
Kimine Hediye getirmiş kimi nede sadece yüreğindeki sevgiyi vermişti sadece ama kimsede hediyesinden Mutsuz değildi gelişi yeterdi herkese
-okula başlamıştı tüm özlemleriyle okullunu nefesi kadar özlemiş ti okula ilk başladığı gün ayakkabısı olmadığından terlikle gitmişti sınıfta bunu güren hocası -barış kabın yok mu sana alayım
-hayır, hocam benim ayakkabım var ben okulu çok özlediğimden bir şey istemeden böyle geldim eğer tebeşiriniz yoksa ben vereyim hocam çoktandır tahtaya bir şey yazmadın da diye cevap verdi hocasına bu olayın karşısında şaşıran hoca barışa karsı bir sıcaklılık hissetmiş olmalı ki öğretmenler odasına gidip bir kitap alıp sınıfa geri dönüp barışa yöneldi al bunu oku ve bana bir hafta sonra ver dedi
Barış nasıl yapacağını kara kara düşünü yordu çünkü o güne dek hayatında Hiçbir roman okumamıştı ve bir haftada nasıl bitireceğine de bilmiyordu ani bir kararla okumaya başladı kitabin ismini ve arkasındaki notu okudu (kitabın ismi sis ti yazarı ise md unamunoy du bir çocuğun kendi hayallerin peşinden ve gür düğü hayallerin peşinden gitmesini anlatıyordu )hoca bu kitabı ona neden vermişti anlatmak istediğineydi diye düşündü kitabı bir kenara bırakıp bakkaldaki işleri yapmaya başladı farkında olmamalıydı ki karanlık çükmüş yemek saati delmişti di acıktığını hisseti saatine baktığında saat yirmi bire dayanıyordu
yatağa uzandığında kitabı eline alıp okumaya başladı ilk sayfalar onu boğuyordu bu ne saçmalık dermişçesine okumak istemiyordu ama hoca bunu neden vermiş olmalı ki düşüncesi onu okumaya zorluyordu ki kitap ilgisini çekmeye başlamıştı her okuduğu sayfa ona ayrı bir haz ayrı bir tat veriyordu sabah kahvaltısını hazırlamaya kalkan annesi onu yatmış ve kitabı göğsünde gürünce onu okul saatine dek uyandırmak istemede halbuki onun oka dar işi vardı ki buna rağmen uyandırmak istemedi ve onun işlerini ondan küçüğüne verdi okul saati geldiğinde onu uyandırıp okulla gitmesi gerektiğini söyledi barış üç saat deyide bir sene yattığını sanıyordu o kadar güzel uyumuştu ki kitabın tüm kelimeleri hangi sayfalarda olduğunu bile biliyordu oysaki daha elli sayfa okumuş ve saat sabahın yedisini gösteriyordu. Ben bugüne dek neymişim lan dedi kendi kendine hayatmış, hayalmiş, sevdaymış ve üstüne de arkadaşmış evet arkadaşlık önemli ama ben şimdiye dek arkadaşlık kuramamışım demek çünkü arkadaş dediğin empati kora bilmek ben bugüne dek hiç kurmadığımı boş ver ismini bile bilmiyordum, sen biryanda benliğin biryanda şimdiye dek hiç düşünemediğim bişi hatta hayalini bile göremediğim yani bir insanın ayna karşına geçip karşısında duran benliğine bakması gibi he hoş bişi be arkadaşına dedi. Gözüne onun gözüyle bakabilmek şimdiye dek hiç tatmadığım bir duygu.
Uyanmıştı ama hala hayal gür düğünü sanıyordu çünkü oka dar rahattı ki kanadı olmuşta uçtuğunu hissediyordu okula nasıl gittiğini kendiside bilmiyordu gözünü açtığında matematik dersindeydi çünkü matematik dersini sevmezdi ona iğneleniyor gibi gelirdi ona matematikte çok zorlanıyordu tahtaya hiç kalmamıştı kalkmaktan korkuyordu ve korktuğu başına da gelmişti uykusundan uyanmasını sebebi de buydu hoca onu tahtaya kalkmasını istemişti elleri ve ayakları titriyordu beyni bir yerine bir milyon olmuştu ya yapmasam ya yapmasam diye dendi kendine haykırıyordu yüreği öyle atıyordu ki sesi köyden duyuluyordu onun için güzleri korku filimler deki karanlık bir odada parlayan gölere benziyordu hoca ise ona cellat olmuştu sırası ilk sıra olmasına rağmen ayakları emrini dinlemiyor onu tahtaya taşımıyorlardı eli ise sımsıkı tutmuş bomba patlamış gibi tebeşiri tutmak istemiyordu en sonunda başladı karatahtaya saldırmaya karşısındaki savunmasız bir tahta değil de en sevdiği kişileri öldürmüş ve intikam kolu saldırmışçasına saldırmaya başladı tahtaya kimse ne yaptığını bilmiyordu ama unu da durdurmuyorlardı merakla onu bekliyorlardı en sonunda düşmanı yenmiş ve yorgun bitkin kendini can havliyle masasına attı kendisini öyle nefes alıp veriyordu ki göğü yırtıyordu gözündeki kanlar çekilmiş nefes alışı sakinleşmiş kap atışları kasırgadan sonra harabe olan bir şehir gibi olmuştu. Tüm cesaretini toplayıp etrafına bakmaya başladı ben yanlışımı yaptım acaba diye. sınıf çıkan sesten 7.4 şiddetinde sallana bir deprem olmuşta herkes bir oyana bir buyana koşuşturuyor gibi çığlık çığlığaydı ama deprem falan yoktu barış soruyu doğru yapmıştı ve bu soru çok zor bir soruymuş herkes bunun farkındaydı ama hoca barış da çözmek istemişti ve onun bu sorudan hiç haberi de yoktu ama artık o bir kahramandı çünkü o soruyu sınıfın matematikçileri çözememişlerdi o günden sonra barış kendini matematiğe ve aldığı kitaba verdi günün dört saati matematik altı saati ise kitabi okuyordu kitabi tam on dünde zor bitirdi. Matematik gününden sonra çoğu kişi yanına gelip sorularını yanında çözmeye başladı barışın hayatı baştanbaşa değişmişti köyüne batmandan bir aile taşınmıştı bir ay ünce ve o evden onun sınıfına bir kız kayıt olmuştu ama onun bundan hiçte haberi yoktu. Ta ki köyün imamın oğlunun düğünü olan güne dek düğüne barışla arkadaşı birlikte gitmişti ve arkadaşı -ona o kızı tanıyor musun sen diye sorduğunda -yok tanımıyorum veda tanımakta zorunda olduğumu da sanmıyorum değil mi -evet ama galiba oğlum sen uyuyan gezensin – neden lan benim o kızı tanıman gerektiren şey ne ki -ulan o kız iki aydır senin sınıfında ve senin hemen arka sıranda dediğinde dona kaldı – yapma lan o kızı daha ünce hiç güremdim ve o kız büyük bir ihtimalle düğün sahiplerin uzak bir akrabaları başka bir yerden düğüne gelmiştir
—ulan sen gerçekten ayakta yatıyorsun
Barış onu bek düşünmeden bakkalına doğru yol almaya başladı
Ertesi gün barışın matematik sınavı vardı çalışmıştı sınavına hazırdı okuldan ünce evde de bir göz gezdirdi notlarına ve okuluna gitti sırasına otururken iki kişi yanına geldi bize şu soruları çözer misin diye soruları çözdükten sonra hoca geldi evet arkadaşlar yerlerinize oturun sınava başlayalım
hoca sınav kağıtları dağıtırken barışın kafasını karıştıran arkadaşlarının sözleri aklına takıldı oda bir arkama bakayım derken hoca onu gurup onu kopya çekmekten dışarıya çıkardı ve müdürün odasında onu sınava aldı sınavı iği geçmişti ama teneffüsü dört gözle bekledi arkadaşları çıkarken -ulan neden yaptın buna deydi mi diye soru sordular oysa bunlara aldırış etmeden içeriye girdi ve arkasındaki sıraya gözünü dikleştirdi evet ordaydı ve arkadaşı yalan söylememişti sırasına otururken ismini bile bilmediği kız ona - yaptığına deydi mi dedi -evet deydi hatta çokta iği oldu bu sözleri merak eden kız- teneffüste konuşup ve birlikte dolaşmaya ne dersin diye sorduğuna -olur neden olmasın dışarıya çıktılar söze barış başladı –siz ne zamandan beri bizim sınıftasınız –ne yani benim için mi arkana baktın – sendemi beni yanlış anladın -yok yok -geçenlerde seni düğünde arkadaşım gösterdi tanıyor musun diye bende yok deyince o senin arkandaki sırada oturuyor dediğinde dalga geçtiğini sandım bugünde aklıma takılınca bende arkama bakacaktım ki...-yani buna neden olan ben miyim -e birazda öyle odu – biraz nazik olsan barış – bak ismini bile hala bilmiyorum ama sen baktığım kadarıyla benimkini biliyorsun ben bir şehir çocuğu değilim laflarım dağdaki gül dikeni kadar sivri hançer kadar keskin tokat kadar sert olacak tabiî ki -sende beni şehirdeki kızlar kadar tüy kadar hafif sünger kadar yumuşak rüzgar kadar geçen sanma sonuçta bende bir köylüyüm deyince kahkahalar ortalığı kasıp kavurdu o günden sonra araları giderek iyi olmaya başladı her gün birlikte ders çalışmaya başladılar nasıl oldu da bilinmez barış boşluğu yakalamış olacak ki ona teklif açtı ve oda kabul etmeyince araları bozuldu hatta onun amca oğulları ve alakası olmayan bir iki kişi daha barışın iki üç defa ününü kesip onu rahat bırak dediler bırakmadı üç defada dayak yemesine de hala bırakmadı kızın da günlü vardı ama amca oğullarından dolayı ona söyleyemiyordu sadece ona yakın olan barışın halasına söyleyebiliyordu ve ona yakın kız arkadaşlarına barışa bu kadarda yeterliydi okulun tümü bundan haberi vardı artık yanına hangi arkadaşı gelse – a barış seninki şuan ne yaptığını
Biliyor musun der olmuştu. Bir keresinde barış dükkanını düzeltme sırasında arkadaşlarından biri gelip -barış kardeş seninki şuan ne yaptığını bir bilsen için yanacak kardeş – nedenmiş bir sorun mu var ne yapacak ki –hem de ne sorun seni aldatıyor -benimle olmadıkı aldatsın lan benimle oyun mu oynuyorsun – yok kardeş gel de sen gür gerçektende oyun oynuyorlardı kızın amca oğulları kızı evin arkasına çağırmışları dı ve barışı da oraya getirmekti amaçları ve getirmişlerdi de barış işi anlayıncaya dek iş işten çoktan geçmişti bile birden kendini dört kişi arasında bulmuştu ne yapacağını şaşırmış bir vaziyetteydi sevdiği kızsa arkalarında ağlıyordu barışı aralarına almış her biri bir yerden vuruyordu oysa kız arkadaşına rezil olmuşluğu değil de arkadaşının ihanetine anlam veremiyordu bunu neden yapmıştı? Ne den arkadaşını satmıştı? Buda mı çocuk aklıydı? Buda mı bir şakaydı? Hayır, bu bir ihanetti bu senin elinden bir şeyin gelemeyeceğinin bir anlamıydı. kendine geldiğinde tekti ürkek bir kedi kadar çaresizdi sünger kadar büzülmüştü her yeri kanlar içerisindeydi kimseye belli etmesin diye köyün arkasından dolanıp çaya indi bir güzel duş alıp eve dün düğünde annesi şimdiye dek bakkalın neden kapalı olduğunu soruyordu bunun cevabını vermeden bakkala girip kapıyı kilitleyip en karanlık köşeye çekilip diz çüktü ve başını iki elinin arasına aldı ben neyim? Bir aptal mı? Yoksa bir oyuncak mı? İsteyim ne? Neden yaşıyorum? Ne için varım? Bu ben olamam sorularına cevap arayıp durdu. Cevapları bulana dek saat gece yarısını devirmişti bakkalı kapatıp yatağına uzandı tüm rüyasında yediği dayak vardı. Sabah yaptığı ilk şey okul hazırlıklarını yaptı ve onlara meydanın boş olmadığını hatırlatmaktı ama nedense onların yanında olmak istedi ve kızı bıraktı kendini tam anlamıyla derslerine verdi öyle oldu ki tüm okulun dikkatini çekmeyi başardı çünkü her beş yılda bir yapılan bölge okullar arasındaki yarış maya kendiside çağırılmıştı bu onun için inanılmaz bir duyguydu akşam yatamamıştı oraya nasıl çıkacağını hayal etmekten Silvan a gittiklerinde ilk işleri okul müdürün evini bulmaktı tarif edilmiş evi bulmuşlardı isimlerde bir birini tutuyordu ikisi de hocaydı ikisi de müdürdü ama neyazıki ki o müdür değildi çünkü onların müdürün çocukları yoktu ve üstelik evli bile değildi yünlerini öğretmenler evine çevirdiler oraya vardıklarındaysa hocalar orda onları bekliyorlardı bile oturup bir şeyler içmek istediklerinde her biri Bir şeyler istediler arkadaşlarında biri ise kuşburnu isteyeceğine karga burnu deyince içeri kahkaha çığlığı altında kaldı o kadar göldüler ki gözlerden yaş gelmeye başlanmıştı arkadaşları da bu kahkahalara katılmıştı yarışma öncesi güzel bir performans yakalamışlardı yarışma yerine gittiler orası o kadar büyüleyiciydi ki oradaki atmosfer bile barışa yetmiş olmalı ki kendi yerine onlarla birlikte gelen arkadaşını kırmayıp kendi yerine yarışmaya koymuştu hocalar barışa bunu neden yaptığını sorunca – bana bu kadarı yeter ben oyum oda benim fark etmez benim için demişti yarışmaya köy olarak sadece onlar katılmışlardı diğer okullar hep şehirdeki okullardı buna rağmen onlar dördüncü sıraya girmişlerdi bu onlar için az ama öğretmenler içinse gurur verici bir şey di valide okul müdürü bir plaket aldı ve tebrikler almıştı okula dününce yeni arkadaşlarının ellerini sıktı. yarışmadan bir hafta sonra barışla yani arkadaşlarından biriyle çaya balık yakalamak için gittiler ağlarını dizdikten sonra eve döndüler gece yarısı barış çaya gidip yeni arkadaşının ağını alıp önceden hazırladığı kuru odunların üstünü koyup ateşe verdi ve kendi ağını da alıp yerin altına sakladı oradan uzak bir yerde sabahleyin birlikte ağ almaya geldiklerindeyse arkadaşı şaşırmış bir vaziyette ağlar nede barış çalınmışlar diyince barışta şaşırmış bir tavra takıldı orada iz aramaya başladılar barış onu ateşe güttürüp bak çalmamışlar yakmışlar böyle bir şeyi kim yapa bilir dedi barış bilmem bir köyden araştırma yapalım dedi yeni arkadaşı araştırma tam iki hafta sürmüştü ama bir sonuç yoktu. Barış onların arasına çok iyi girmişti çünkü onların arasında hem meraklı hem de çok salak biri vardı bunu bilen barış onun oyunuyla oynuyordu ve onu kendine yakın tutmuştu her bilgiyi ondan alıyordu araları oka dar bozulmuştu ki bölünmüşler di ve birbirlerini barışa bile şikayet ediyorlardı hatta barışta bundan faydalanıyordu onun onları dövmeye gücü yoktu ama onların gücünü onlara kullanıyordu ve her fırsatta ateşi körükleyerek onları birbirine kavga etmesine zorluyordu hatta en sonda başarmıştı bir gön öylesine otururken sınıfta onlardan biri bir şey yazarken diğeri de öylesine baktı ki barış -başkasın özel eşyasını neden okuyor diyince diğeri de -evet benim özel eşyamı neden okuyorsun lan deyip bir birine girdiler kavga o kadar büyüdü ki içlerinden birinin kolu kırıldı ve sınıfın kapısı kırılmıştı bunu gören müdür onların babalarını okula çağırıp onları okuldan iki hafta uzaklaştırmıştı meydan barışa kalınca kız arkadaşıyla rahat rahat konuşuyordu artık diğer günler hep sadece kız arkadaşı bakkala gelince iki kelime ede biliyorlardı. barış rahatlamıştı ve planı başarıyla sonuçlanmıştı ama yapacağı son bir şey kalmıştı onun düşmanı yakındı yeni arkadaşları işi anlayıncaya dek köprüden çoktan geçilmişti bile bundan dolayı sadece onlarda barışa yanaşmaya çalıştılar. Uzaklaştırma cezaları bitince okula devam ettiler her şey yolundaydı taki barışa iki üç kişi okula yakın bir yerde top oynaya dek onlar hiçbir şeyden haberi yokken içerden aniden kız arkadaşının amcasının kızı (bahar) içerden çıkıp oynayanların arasından birine küfür savurdu. hiçkimse anlamamıştı hatta kime de küfür edildiğini de bilmiyorlardı en sonunda birini işaret edip (Ercan)ulan... Sen kimsinde bunları kardeşlerime dersin he(onun kardeşleri Ercancın yeğenin kalemlerini çalmışlar Ercan da çalmak kütü bir alışkanlıktır yapmayın şimdi kalemlerini deri verin lütfen demiş )barışın arkadaşı aniden küfredip üstüne yürüdü - kimsin lan sen bana küfür ediyorsun eğer arkadaşı ona tokat veya aksine dövseydi barışında orda olduğundan dolayı kız arkadaşı ile arası bozula bilirdi. Barış bu sözleri düşüne durdu ama aniden gözleri yeni olan arkadaşlarına takıldı ve anlamaya çalıştı içerden kız arkadaşı da çıkınca da bütün bağlar çözülmüştü perdeler inmişti arkadaşı tam tokat atacaktı ki barış bağırdı -(Ercan)eğer arkadaşımsan o laneti bırak gitsin yok değilsen beni ezmelisin kardeş gel de oyunumuza devam edelim keyfini kaçırma -etrafına bak bir – kardeş boş ver sen gel ne olursun – bak barış bu senin için sadece inan o köpek oğulları (amcasının oğulları yani barışın yeni arkadaşları) neden karışmadıklarda sen beni durdurdun kardeş – kardeş zaten bu bana yapılan bir şeydi ama seni kullandılar ok... Okul zili çalınca içeri girdiler herkes sırasına oturunca kız arkadaşı yanından geçer gibi yapıp teşekkür etti barışın yüreği öyle atar oldu ki sesi sanki iki metre öteden duyuluyordu içi içine sığmaz olmuştu anlaşılan sınavı atlatmıştı oyunları bozulmuştu ama öyle değildi çünkü kız eve gittiğinde her şeyi ailesine tersine anlatmıştı ailesi de barışı babasına şikayet etmişlerdi akşam babası eve kızgın bir boğa gibi eve geldi gözleri güneşin batışı gibi kızıl saçları ise sonbaharı gelmiş çam ağaçlarını andırıyordu iki gözün arasında şimşekler çakıyordu kapıya girer girmez okul bugün nasıl geçti barış onun bu halini gürünce ve de şimdiye dek hiç okulu sormayan babası bugün bunu sormasının bir nedeni vardır kendi içinde diyen barış sadece kuru bir kelimeyle – iği idi neden sordun bir şeymi var – bilmem bana sen söyleyecek sin dedim kendi kendime ne dersin ha barış – anlamadım pek biraz anlatsan -mesela -evet -mesela bugün kimi dövdün -ne ne diyorsun ben kimseyi dövmedim – bana yalan söyleme kızın babası bana her şeyi anlattı – kim ne anlattı(barış olayı çakmıştı ama anlamak istemiyordu ) - örneğin senin dövdüğün kızı arkadaşın senden düversen eğer beni de ezmelisin demesi demesine ne dersin bunları damı hatırlamıyorsun heee... -seni nasıl ikna edebilirim baba -geçerli bir sözle desem -tamam yemeğimi yiyebilirliyim şimdi?-hayır ünce söyle -tamam deyip çıktı on dakika sonra geri dündü ama Yalnız değildi arkadaşını da getirmişti- senden ricam babama her şeyi anlatman kardeş. Arkadaşı başladı anlatmaya babası keskin bir kulakla dinledi onları her şey anlaşılınca da -evet şimdi yemeğinizi yiyin dedi. Babası kalkıp kızın evine gidip babasıyla konuştu kızın babasının da bakkalı vardı. Bundan dolayı babaları bakkalda konuştular sabah olunca kızın babası kardeşlerinin yanına gitti(kızın amcaoğulların evine) – yeğenlerine -ulan bizde sizi adam sanıp kızlarımızı size teslim ediyoruz ama siz ne yaptınız kızları kollanmasını geçtim kızıma yardım eden adama iftira atıp beni babasının yanında küçük düşürdünüz siz var ya... Okulda adamların başları hep eğikti hiçbir tanesi okul bitinceye dek kafasını kıpırdatmadı. barış bakkalında otururken birden eskilere daldı aklına ilk gelense kız arkadaşına teklif açılışı gelmişti Ogünlerde kızın küçük kardeşi bakkala geliyordu barışta onun hakkında her şeyi ancak böyle öğrenirim diye çocuğun her gelişinde onunla oyun oynar şekerler verir ve evde kim var kim ney apar kim nereye ne zaman nasıl gideceğini hepsini böylelikle öğrenirdi barışta böylelikle onunla karşılaşmayı sıklaştırırdı. Fazla sıklaştırmış olmalı ki kız arkadaşı uyanıp kardeşini bir müddet onun bakkalına yollamadı o daha yakın olmasına rağmen kardeşini aşağıdaki bakkala yolluyordu. Kız arkadaşı beden eğitiminde yanına yaklaşıp - bak barış kardeşimi sıkma ve oraya alıştırman boşuna diyeceğin bişi varsa bana de ama cevabını da biliyorsun zaten. Barışsa çok heyecanlanmış olmalı ki hayatında hiç yapmadığı salaklığı yaptı Ogün ve yemin etti bundan böyle kimsenin karşısında susmayacağına ve kelimelerinin takılmayacağına dek çalışacağına okuyacağına -ben şuan çok heyecanlıyım deyip sınıfa koşmuştu bunu duyan kız arkadaşı şaşırmış hatta taş kesilmiş gibi olmuştu durduğu yerde tam beş dakika hareketsiz kaldığını arkadaşı barışa anlatmıştı -ulan sen ne dedin kıza kız taş kesildi senden
Sonra hiç kıpırdamadı zil çalana dek barış bunları düşünerek kendi kendine gülüyordu ki babası karşısına çıktı - neyin var? Kendi kendine gölüne ne derler bilirsin... Babasıyla gülüştüler babası bakkaldan çıkınca hemen ardında da kız arkadaşı içeri girdi sanki babasının çıkmasını bekliyormuş gibi halbuki sadece denk gelmişlerdi -hoş geldin – hoş bulduk – küçükhanım size nasıl yardımcı olabilirim acaba - o barışı çok iği tanıdığından susup sakinleşmesini bekledi bir müddet sonra – hayır gene neyin var barış bir sorun mu var? - hayır sadece seni göremediğim zamanlar canım sıkılır – hadi hadi edebiyatı parçalama -evet biraz kafam dağınıkta – neyin var o dönemler de sayın Ecevit başta olduğundan her hastalandığında borsada dalgalanma olduğu için çiftçinin boğazına ip geçirilmiş ve celladın sandalyeyi tekmelemesi kalmıştı sadece ama onu yapmak istemiyorlardı çünkü başkaldırışlar olacaktı ve bu onların işine de gelmezdi tabi onun için ipi bir bırakıp bir çekiyorlardı yani ne nefes aldırıyorlar nede boğuyorlardı bundan dolayı barışın her getirdiği mal köyün içine borç olarak giriyordu ve buda barışı zora sokmasına neden oluyordu taki bakalı kapatana dek çünkü elinde bişi kalmamıştı en sonunda parası köylüde toptancının da barışta alacağı vardı köylünün de mahsule dek alacağı alamadığı için barışta kapattı en sonunda öyle olmuştu ki barışın evinde yiyecek ekmekleri de kalmamıştı bir gün barışın kardeşlerinden biri enesin den ekmek isteyince oda babanızdan isteyin o çok iş yaptığın dan evin içinden ekmekten geçilmiyor dediğinden dolayı barışın annesi ile babası kavga ettiklerinden dolayı barışın beyninde kazılmış bir anı olarak kalmıştı en unutamadığı şeyse onlar kavga ederken ekmek isteyen kardeşi kuru bir soğanı eline almış bir köşeye çekilip soymadan dişleriyle parçalamasıydı o anı hayatı boyunca unutamayacağı andı o gün bulutlar ona ne kadar sadık olduklarını dile getirmeye gelmişlerdi – dost bak sen tek başına değilsin unutma biz senle söz vermiştik birbirimizi iği günde kütü günde yalnız bırakmayacağız değil mi? Barış başını eğip bardaktan boşalırcasına dökmeye başlayınca kimse ne olduğunu anlamadan çatlaklar dolmuş su yatakları taşmış ve kimse dışarıda kalmamıştı bulutlar barış gibi hazırlıksız yakalanmışlardı yanına mendil almayı unuttuklarından gözyaşları her yere saçmıştı öyle hale gelmişti ki günün ortasında her kez gaz lambalarını yakmıştı teller birbirine çaptığından elektrikler kesilmişti tam üç gön boyunca göneşin üstün çabaları sonuçuyla zifirikaranlığı yarıb ben burdayım unutmayınki neşeli günler benlegelir bukadar yasyeterli hayat devam ediyor uyanın pasişeyler siz büylemi hayat denen sonhılan giden tireni yakalayacaksınız neyazık demekki benyeterikada sizinle olamamışım ve birşeyler anlatamamışım neyazık kaplun bağanın kabuğundan başını çıkarıp güneşin süzlerine kulak veren barış başını kaldırıp kanla dolmuş güzlerini silip yılmak yok yorulmakta yoladevam madem biz butunıldeyiz ve geridünüşüyok kuralıda senkoymuşsun olsun varımben ve burdayım . O sene barışla aylesi dedesinin onlara tarlanın en ucunda üçken şeklindeki onbeş dünümlük arazinin altısının yola girdinin gerikalanına verdiler kendilerini tüm günlerini neredeyse
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.