- 391 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
PERDE
Pencereden sızan güneş ışıkları yüzümde oynaşıyordu. Terlemiştim. Üzerimdeki battaniyeyi ayağımla ittim. Saatime baktığımda öğlen çoktan olmuştu. Kış ortasında pek alışık olmadığım güneşli güzel bir gündü. Pencereyi açtım, temiz havayı ciğerlerime çektim. Günlerden cumaydı. Eğer biraz daha acele etmezsem Cuma namazını kaçıracaktım. Abdest alıp hemen fırladım.
Mescide girdiğimde ilk sünnet kılınmış imam minberin basamaklarını adım adım tırmanıyordu. Boş bulduğum bir yere bağdaş kurarken bakışlarım mescit içinde gezindi. İhtiyarlar çoğunluğu teşkil ediyordu. Sırtlarını kalorifer peteklerine dayayıp, sıcaklığın etkisiyle şimdiden uyuklamaya başlamışlardı. Gençler acaip saç ve sakal tıraşları, tuhaf (onlara göre modaya uygun ) renkli giyim tarzlarıyla kırlardaki gelincikleri anımsatıyordu. Küçük çocuklar babalarının dizleri dibinde otururken arada sırada sırıtarak birbirlerine çimdik atıp şakalaşıyordu.
İmam yeni gelmiş olmalıydı. Daha önce hiç görmemiştim. Demek ki uzun bir bekleyişten sonra aranan taze kan bulunmuştu. Genç ve yakışıklıydı. Üzerindeki işlemeli beyaz cübbesi uzun boyuna pek de güzel yakışmıştı. Çehresinde çocuklara has bir masumiyet, alabildiğine bir nuraniyet vardı. Ben yeni gelen bu çaylak imamın yabancı bir ülkeye intibakını ve cemaatle ilişkisinin nasıl olacağını düşünürken selefinin başına gelen ibretlik, vahim ve elim olayı düşünüyordum.
Şehrin kuzey bölgesinde çeşitli cemaat ve tarikatlere ait çoğu eski fabrika ve atölyelerden dönüştürülen irili ufaklı onlarca mescit vardı. İmamlar genellikle Türkiye’den gelirdi. İmam da aranan tek özellik cemaat ve tarikat üyesi olmasıydı. Hele bir de yanık sesli ise, mevlit dinlemesi pek de keyifli olurdu. Rahmetli eski imam da bu şekilde gelmişti. Güzel, yanık bir sesi vardı, azimli ve gayretliydi. Evliydi, yetişkin iki çocuğu vardı. Namaz harici ev sohbetlerine gider, hafta sonları, Müslüman evladı yabancı memleketlerde eriyip asimile olmasın deyip çocuklara kuran, hadis dersleri öğretirdi. İmam Efendi, gel zaman git zaman kız öğrencilerinden birine aşık oldu. Şeytan ergenlik dönemine henüz girmiş kızın kanına girmiş olacak ki o da Hoca’ya aşık oldu. Arkadaşları arasında yetişkin erkeklerle çıkan, evli erkeklerle beraber olanlar vardı. Bu son derece normaldi bu ülkede. Cinsel özgürlük kutsaldı buralarda. Hem İmam kendine nikah bile kıymıştı. Bu durumu öğrenen kızın ailesi Hoca’yı polise şikayet ettiler. Elin polisi ne anlasın imam nikahından, kız yaşı küçük diye geri ailesine teslim edildi. İmam bunu namus meseleyi saydı vay siz benim imam nikahlı mahremimi nasıl elimden alırsınız diyerek kızın anne babasını öldürdü. Olaya polis müdahil oldu çıkan silahlı çatışmada imam keskin nişancı polisler tarafından başından vurularak öldürüldü. Olay günlerce Avrupa medyasından düşmedi. Yabancılar, harem, kültürler, mescitler.. vs gibi konular üzerine programlar yapıldı. İslamiyetin ve doğu toplumların ilkelliğinden ve barbarlığından bahsedildi.
Hafızamdan işte bu traji komik olay geçerken İmam hutbenin konusunun güzel ahlak ve davranış olduğunu belirterek hutbesine başlamıştı. İnsanın içini mest eden tatlı ses tonu yayıldı mescide:
“İslam Dini güzel ahlak ve güzel davranıştır. Peygamberimiz hayatı boyunca güzel ahlakını muhafaza etti. Onun hayatı edepti, incelik, zarafetti. Onun yaşantısı biz müslümanlar için her zaman birer ölçü ve emsaldir, çünkü onun ahlakı -huluguhul Kurandı- yani kuran ahlakı idi. O kuran ile ahlaklanmıştı. Günlük hayatta davranışlarımız ön plandadır. İnsanlar söze değil, davranışlarımıza bakarlar. Verilen bir söz, akabinde davranışlarla tasdik edilirse bir mana ifade eder. Eğer biz hakikaten islam’ın emirlerini kendi nefislerimizde tatbik edebilseydik, yasaklardan yılandan akrepten kaçar gibi kaçsaydık, dünyamızı cennet bahçesine çevirirdik ve sair milletlerin halkları bundan etkilenip bizim inancımıza girer, ezeli kurtuluşa ererlerdi.”
Hutbesini kıssalarla süsledi:
“Muhterem Müslümanlar, gurbet ellerde yaşıyor olmamız davranışlarımızda azami dikkati gerektirir. Komşuluk hukuku çok önemlidir. Hakkın müslümanı gayri müslimi olmaz. Nitekim Hz. Hasan efendimiz Yahudi komşusunun patlayan lağım kokusuna hiç ses çıkarmadan sabretmiş. Bunu gören Yahudi. Ey Hasan neden lağımın patladığını bana söylemedin bak ızdırap içinde kalmışsın dediğinde Bizler dedemiz Rasulullah’tan öyle gördük. Komşudan eziyet de gelse sabır deyince Yahudi şehadet getirerek Müslüman olmuştur.”
İmam Efendi hutbesini bitirmiş minberde son duasını ederken içimden yeni gelen her hocanın idealist olduğunu zamanla ülkenin nimetlerinden istifade etmeye başladıklarında bu idealistlikten vazgeçtiklerini hele işin içine para ve menfaat girince yelkenleri tamamen suya indirdiklerini düşünüyordum.
Namaz sonrası insanlar caminin caddeye bakan küçük bahçesini doldurmuş bir uğultu yükselmişti etrafa. Az önce hocanın anlattıkları çoktan unutulmuş kısır siyasetten, düşündüren işsizlikten ve futbol maçlarından söz ediliyordu.
Gökyüzü pırıl pırıldı. Güneşin sıcaklığı daha da artmıştı. Böyle güzel bir günü asla kaçırmak istemezdim. Bulduğum ilk sandalyeye ilişirken, karşıki apartmanın penceresinde bembeyaz saçlı, ihtiyar bir nine (Alman nine) belirdi. Caddeden gelip geçenleri ve camiden çıkan insanları bir dedektif hassasiyetiyle gözetliyordu.
Kendime çay söyledim. Günlük gazeteyi elime alırken nereden geldi bilinmez bir kuş kümesi kestane ağacının dalları arasına konmuş, cıvıldaşıyordu. Üzerinden buharlar tüten çayımdan bir yudum alırken, camiden en son çıkan şişman bir adam yan tarafımdaki boş masaya oturdu.
Ayakkabısından çıkardığı ayaklarını sandalyeye uzatırken, koltukları altına iki sandalye daha çekti. Göbeği düğmeleri kopmuş gömleğinden dışarı çıkmıştı. Arada yırtarcasına göbeğini kaşıyor sonra elleri iğreti sakalında dolaşıyordu. Kollarını yana açıp esnerken bir düğme daha koptu gömleğinden. Çayından höpürtülü bir yudum çekerek:
“Hocayı sevdim çok güzel konuştu değil mi arkadaşlar maşallah pekte genç.”
Diğer masalardaki ikişerli üçerli gruplar adamı tasdik edip hoca hakkında konuşuyorlardı.
Adam konuşmasına devam etti:
“Hocaya sahip çıkalım arkadaşlar. Önümüz kurban, derneğimizin hali ortada. Acilen paraya ihtiyacımız var. Hoca sayesinde cemaat sayısını artırabiliriz.”
Çayımdan bir yudum daha alırken adam oturduğu yerden kalkıp ilerdeki kurumuş çiçeklere doğru yöneldi. Gök gürlemesini andıran bir ses eşliğinde burnunu çiçekler arasına boşalttı. Arka cebinden çıkardığı mendille burnunu silerken, kocaman bir tükürük topunu caddeye fırlattı. Bereket ki cadde o sırada boştu. Yüzünde gazını çıkartıp rahatlayan bebeklerin rahatlığı vardı. Yanıma gelip oturdu ve ne diyordum deyip İslamiyetten anlatmaya başladı.
Elimdeki ince belli çay bardağı havada asılı kaldı. İçsem mi içmesem mi? Midem bulanmaya başladığından bardağı gerisin geriye bıraktım, Masadan kalkarken gözüm karşı penceredeki ihtiyar nineye tekrar ilişti. Meraklı bakışlar manzarayı hayretle takip etmişti.
Cılız bedenini zorlukla içeriye çekti. Tül perdeler üzerine kalın perdeleri de sıkıca örtmeyi ihmal etmedi.
Kim bilir belki de o perdeler hiçbir zaman açılmayacak.