- 1384 Okunma
- 8 Yorum
- 3 Beğeni
‘’Im Nin alu’’
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Farkındayım. Deneysel cümleler kurarak içinde bulunduğum durumu sizlere inandırmaya çalışamam. Hele ki bu kadar duyarsızken kendi ruhsal beklentilerime. Tabii sandığımdan çözülmesi zor bir çemberin içindeyim. Öyle ki ne kadar anlatsam, ne kadar ben buradayım desem de pek bir ifade etmeyecek gibi görünüyor manasızlığım. Cennet çok uzaklarda şuan ellerime. Sırf bu yüzden ortalıklardaki görünürlüğümün kime zararı olduğunu bilmek isterdim. En azından böyle düşünmeye kendimi ikna etmeliyim bir süreliğine. Fakat durum henüz o kadar trajikomik değil, yani asıl amacım kendimi sizlerin önüne sermek gibi bir gayeden yoksunum. Ölüyor çocuklar, yine öldürüyor ötekiler dediğimiz o diğerleri. Ah meso demek istiyorum sadece. Ah meso, ah!..
Zolotisky gibi sinirlerim sıkışıyor bazen. Salyalarım toprağı deliyor. Aldatıldığımı düşünmek suç olmamalı. Tek başına bir anlamı olmalı bu saçmalığın ve hatta teşbihte hatalar aranmalı, sorular sorulmalı: Neden Zolotisky? Neden cennetten bu kadar uzaktayım? Psikolojik açıklaması bu mu umurumda olduğunu hiç sanmıyorum, inanın bilmiyorum. Bilinçaltımın ihanetine maruz kalan ben değilmişim gibi davranmaktan bıktım. Sonra o sonralar hep gelir kapıma dayanır. Bir Yusuf Masalı, yani tanrısal şiirler. Tam burada dağılıyor fikirlerim işte. Ruhumsa berbat bir görüntü çiziyor. Dönüşümünden tiksinmek bu kadar kolay mıydı araf’teyken? Haddini aşmış berbat bir kafa bulanıklığı yaşıyorum. Harflerim, kelimelerim ve cümlelerim neye karşılık geldiğini kestiremeyecek kadar muallaktayım? Dedim ya düşünüp düşünüp aklımı kurcalıyor o şiirler. Hep böyle oluyor. Hep böyle zamanlarda tersine dönüyor damarlarıma hayat veren su damlacıkları. Kıblesizim. Karşısına dikilsem evet sizler, sizlersiniz beni bu hâle sokan ey Tanrının seçilmiş kulları? Ama bunu demek erdem değil. Saklamaktır. İliklerime kadar korkuyla dolmuş vaziyette içim. Tanrıya neden sâdık değilim. Hayır çılgınlık değil bu. Bir başka günahın teşhiridir.
Odamın penceresi açık. Pencerem hep açık. Havarilerin Hz. İsa’nın gelişini bekledikleri gibi hep O’nu bekliyorum. Kimdi o? Neden gelmiyor? Pencereler kapanmasın. Pencereler. Kapatma pencereyi. Kuşlar. Kuşlar konuyor damlara. Kuşlar düşüyor damlardan. Kendi ayakları üzerinde duran insanlara imrenmeli miyim? Güzel. Her şey güzel görünüyor ruhumuzla bakınca. Ama ölüm. Değişen hiçbir şey yok. Çocukların gözleri ıslak bakıyor bu akşam da. Dua etmenin diğer adı neydi? İsrailoğulları’na nefretle ne zaman baktım? İnsan. İnsan. Ne vakit kutsal kılındı kanları. Yanıbaşımdasın ey sevgili!.. Lâkin avâzım çıkmıyor. Senin kadar vahşi bakamıyorum ölüme. Neden hep sen? Bunun cevabını bilen kim kaldı bu hayatta? Hz. Davut’un dibinde ağladığı duvar neden artık sızlatmıyor yaramı. Ağlamak size yakışmıyor? Resmi cerbezeler çocukların çığlığını dindirmeye yetecek kadar samimi gelmiyor. Kınamak yetmiyor. Çünkü birilerini kınayınca bombalar yönünü değiştirmiyor. Savaşlara yabancı mı dilim? Bir işaret gelemeyecek. Bir peygamber bir başka kavmi kurtarmaya gelmeyecek bir daha artık. Son ayet çoktan indirildi. Ne yazık ki söylemeden de yüzüm ele veriyor kendi meymenetsizliğini. Diyorum ya her daim açık kalmalı. Kapanmamalı. Bunca kelimeyi sarf edişimin sebebi ne, ne kadar beyaz vicdanım? Tanrı şimdi o çocukların ölülerini de görüyor. Hepimiz biliyoruz bunu. Bir bildiği olmalı diyorum. Gerçekten bir bildiği var ki, sessiz kalıyor şimdilik. Bunu söylediğim için kaç günah bırakıldı heybeme, ne kadar küfre girdim? Müslümanlığım ne kadar yara aldı? İnan ve sorgula diyorum dilime. Ama dilenme. Uzadıkça uzuyor cümlelerimin ardına saklanan hayâsızlık. Kavuşmaya ramak kalıyor yeni günahlara. Günahlar kimin umurundaki. Biri sesleniyor sanki karşı mağaradan. Kaynanaya sövülen damatların bağırsak ağrısıyla inliyor odamın ışıkları.
Gürültü: Sesler çok şeydir. Mucizeler. Bedenleri gölgelerinin ardında, ama sesleri…Sonra… Gitme!. Kal. Sövsen de benimsin, dövsen de. Şaşmamak mümkün mü buna? Her şey mümkün. Kasabalar, köyler ve varoşlar. Oralarda büyüdük. Ama artık kentliyiz. Oysa ruhumuz taşralı. Taşra kabadayısıyız. Tanrı bu yüzden kentte. Ruhumsa bu yüzden azapta. Bu sözleri neden ikrar ettiğimi bilseydim, anlatmazdım bunları. Sadece susardım. Susmanın bir başka adı var mıydı? Ölüler neden susardı mesela? Konuşan ölülerden neden bu kadar korkulur? Hadisene bana inandır suskunluğunu. Kalbimde nabzını yitiren mahremimin menfaatini anlat bana. Artık konuşmak istiyorum. Dönüşmek istiyorum.
Temmuz 2014
YORUMLAR
Sorular sorarız,cevaplar ararız.Belki de her sorunun cevabı yoktur.Cevabını kaldıramayacağımızdan mıdır hepsinin cevabını bilemeyişimiz?,bilmememiz mi gerekiyordur yoksa?, bilsek aklımız keser mi çare bulup aramaya?,hep sorular sorarız,cevaplar ararız...
Günah varsa bedel elbet ödenir..bu ilk andan beri böyledir..
Lâkin acı veren şey çoğu zaman dile gelmez.
Bazen bir gülüşü bile kılıf belleriz kanayan yanımıza. Rengi kimseyi incitmesin de isteriz. Bundandır bir kalbin nabzının mahremde kendi içine akması..
..
Küfür ve aşağılama söz konusu olduğunda, yenilen hep yenen olmuştur esasında.
İncinmişliklerin yanıtlanmasının öfkeli bir çığlığı sanki kelimeler. Suçlamak hep kolay gelir insana..kendimize yönelik her çatlak sese müdahalemiz neticesi midir vicdanları bembeyaz kılan.
Sesler çok şeydir..evet.
Sessizliğin içinde kaybolmadığı sürece ve haklı oldukları nispetince.
Göklerin tâ içine bakmak dönüştürür elbet bizi.
~~
Saygı ve selâm ile...
"Im nin alu..." nedir bilmiyorum..cok sey soylemek istiyorum ama yoruldum..
Sancisi olanin yansimalari yorgunlugumu oyle artirdi ki,yorulmamis birisi uzun zamandir beni bu kadar doyurmayan bir yaziya guzel bi cift laf etsin diye hazira konasim da var.bi sey artiracagindan degil,bu icsel yorgunlukla cirpinmamak icin daha fazla.
Cok iyiydi..
bültenler Filistin' den ve başka yerlerden ölüm haberlerini duyurmaya devam ediyor dünyaya...ama dünya derin uykuya dalmışçasına istifini hiç bozmuyor...hatta insanların gürültüleriyle sabah-akşam yerinden sarsıldığı için sitem bile ediyor biz insanlara...peki sizce ne kadar insanız biz? işte ona sonra geleceğim...
bombalar bir sınırdan, öteki komşu sınıra fırlatılıp (ki herkes komşularına çok değer verirdi eskiden oysa, öyle görmüşlerdi büyüklerinden... ama sıra haritada çekilen hudutlara gelince; işler yokuşa sürülüp-sarpa sarıyor, ne hikmetse hesaplar kanla dökülüyordu ortaya..."burası benim-şurası senin, çizgiyi geçme; geçersen anandan emdiğin sütü burnundan getirir, dünyayı dar ederim sana" diye diye görmüyordu kimse, toprakların parsellenip, gitgide parçalara bölünerek; zaten kesilip-biçildiğini dünyanın...ve her gün bir tarafından yontulup azaltıldığının...evet dünya çok dar geliyordu...tehdit altındaydı herkes...ve insanlar bastığı her adımdan şüphe duyup, tedirginleşerek her gün biraz daha sınırlara-sınıflara bölüyordu kendini)... gayet sıradan ve sanki birşeyi kutlarcasına havai fişek gösterileri eşliğinde havada parlayp, İsrail halkının alkışları arasında düşman topraklarını yerle bir ediyordu...
bunlar kameraların hemen yanıbaşında olup-bitip ekrandan bize sunuluyordu...biz ise geniş koltuklarımıza rahat bir şekilde yayılmış, günün stresini dağıtmak için, elimizdeki çekirdeği dişlerimizin gıcırdayan sesleriyle birlikte, odanın s.ağır duvarlarına asıyor, ordan da tekrar avuçlarımıza düşürüyorduk...bazıları kahvesini içip, çıkacağından değil sırf fala olan merakından, içinden hayırlı bir niyetini tutup, fincanı ters kapatıyor (çıksa Alaaddin de çıkar gelirdi her gün bir masaldan çocuklara öyle değil mi?), bazılarının da bir elinde günlük gazetesi; baş sayfada büyük harflerle hemen kendini belli eden birkaç habere gözü takılıyor (muhtemelen cinnet geçirip intihar edenlerin ve cinayet haberlerinin kanlı görüntüleri iştahını kabartmış ve sonra da "off anam off Allah kimseyi şaşırmasın!" ünlemiyle eşlik edip okumuştur), diğer elinde demli çayı derin bir iç çekişle-keyifle yudumluyor, sanki öyle yapınca bütün yorgunluğunu saniyesinde üstünden atacakmış gibi...bazıları da televizyonda ne seyredeceğinin kararsızlığıyla; o kanaldan öbür kanala atlayıp, elinden düşürmüyordu uzaktan kumandayı...böylelerinin de belli ki savaş görüntülerine karnı tok...artık günlük yaşamın kaçınılmaz ve alışılmış hali...ne olacak yani yine bir yerlerde birileri ölmüş veya öldürülmüş...biz kayıp vermedik ne de olsa...bizi ne ilgilendirir?..
en çok da neye üzüldüm biliyor musun?..dün İsrail topraklarında, bayraklarını omuzlarına almış ve sokağa çıkmış bir grup gencin; bombaların Filistin üzerine düştüğü sırada; dört ayak üstünde zıplayıp, attıkları çığlıkları ve sevinç gösterileriydi...ve bir soru üstüne kendisine uzatılan mikrofona; bir gencin göğsünü gere gere ekran karşısında "onlar bizim kadınlarımızı,çocuklarımızı hiç acımadan öldürdüler...öyleyse biz de onların kadınlarını, çocuklarını öldüreceğiz!" deyip tüylerimi diken diken edişiydi...
yani insanlar savaşa-savaş, kurşuna-kurşun, dişe diş-kana kan mantığıyla birbirine yaklaşacak olursa (burda uzun uzun birbirine yaklaşmanın ne olduğunu da sana anlatmayı çok isterdim Harun ama eminim ki ben söylemeden anlıyorsun ne yazacağımı, kaldı ki sayfanı yeterince işgal ettim zaten bağışla), biz daha çok kanlar görür, daha çok ya savaşın ortasına düşeriz, ya da bir köşeden dizlerimize vurup izleriz...
hadi her şeyden vazgeçtim...ölen sayıların bilançosundan...busundan...şusundan...kirli politikalardan v.s...ölen çocuklar var ya!..küçücük yaşta hayata gözünü yuman yavrucaklar var...ey insanlar bir çocuğu öldürmek, bir hayatı söndürmek ne demek ya? sizce ne demek?..bir canlıyı öldürmek ve gelişigüzel katletmek?..
şimdi başa dönelim ve tekrar soralım kendimize: sizce ne kadar insanız?...hangi sıfatla insan olduğumuzu iddia ediyoruz?..
bundan sonra karşımıza savaştan uzak, mutlu ve güler yüzlü, kansız bir yeryüzü çıkar mı?..bilmiyorum...eskiden insan olduğuma dair kalıntılar taşıyordum üstümde fakat ne zamandır bunu da redediyorum...tıpkı Camus'un dediği gibi:
"Çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi, ölünceye kadar reddedeceğim!"..
ve bir melodinin tınısına kulak verip diyeceğim ki:
"cömertlerin kapısı kilitli olsa bile
göklerin kapısı her zaman açıktır"
duyarlı yüreğine ve emeğine sevgiyle...
Yaralım tarafından 8/5/2014 1:34:28 AM zamanında düzenlenmiştir.
küsss
Gule
Harun Aktaş
İçe bakış yöntemi ve soru cevaplarla ilerleyen bu tarz yazılara hep çok yakın hissetmisimdir kendimi.. sorgulamak iyidir her zaman; ki önce kendinden başlamalı insan; her şeyde olması gerektiği gibi.. insan ancak kendinden çıkarsa yola cikmazlardan kurtulur çünkü. . Böylece empati yeteneği de gelişir ve "insan"olma yolundaki tekamülünü tamamlayabilir diye düşünüyorum.
Çok güzel ve edebî yönü doyurucu bir yaziydi. .
Saygımla. ..