AŞKI İLAHİ
Şair döküyordu en mahrem hislerini sayfanın en ortasına. Sayfaya isabet eden her kelime yakıyordu değdiği yeri, ya kalbe ne yapıyordu bu ateşin sözler? Alevler vardı şairin sözlerinde, ateşler saçan bir ejderhaydı sanki! Bu güneşin haller Leyla’yı ne eyliyordu acaba? Sözleri aşkın ilmihali gibiydi ahvali ibadetin misaliydi.
-Temmuzun bu en narlı ve harlı gününde içi zehir zemberek, dışı yel yepelek bir biçimde seviyorum seni. Gel artık. Oruçlu oruçlu gel! İmanlı gel! Bana ne hava gerek, ne su, ne ekmek, ne de deva? Her şey ab-u hava sensiz. Dua gibi gel, münacaat eder gibi! Onulmaz bir dertle haşır neşirim. Yokluğunla şen şakrağım. Hasretinle cıvıl cıvılım. Gel gayri! Cahiliye devrimi asrı saadetime çevirir gibi gel! Hazreti Hamza gibi gel! Yalnız kaldığı Arap Çölleri’nde hakikati bulan Hazreti Hamza gibi! Hazreti Hüseyin gibi gel! Bir damla suya mahkum edilen ve kavrum kavrum kavrulan dudaklarıyla ’Rabbime şükrolsun’ diyen Hazreti Hüseyin gibi gel! Burak’a biner gibi gel! Meleklerle gel!
Şaire ilham olan peri ise bu ateş yağmurunda çaresizce müdafaaya çekilmişti. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilemiyordu? Karşısında duran bu yanardağın savurduğu ateşten küller onu derinden yakıyordu. Kalbine isabet eden ve ruhundaki büyük açlığı deşifre eden bu davete ne diyecekti? Duyulur bir sesle mırıldandı.
-Bu bir davet mi yanmaya? Yoksa düello mu aşka? Ya da recm mi sevdaya? Sen beni sende bilmez misin? Ben seni beşeri bir aşkla sevdim, senin dediklerin oysa ilahi...
Şair söz oltasını almıştı eline atmıştı yâr denizine. Yemi safi aşk ve sitem kokan sözlerdi. Bu aşkın gem’i ise onun ellerindeydi. İstediği gibi yön veriyordu.Kâh hazandan dem vuruyor kâh bahardan, kâh mutluluktan kâh hüzünden... Külli aşktı sözleri, aşkındı hisleri. Ol aşktan kopup geldik aleme, yine ol aşka döneceğiz ve devriyemiz tamamlanmış olacak.
-Bu bir davettir sana ben tarafından yapılmış, tez elden ulaşsın hem de! Sağa sola sapmadan, ayağın dolanmadan, koşa koşa gel! Yaz günü aniden bastıran yağmur gibi gel! Damdan düşer gibi... Sacda pişen ekmek gibi gel, taze taze.. Yerde biten papatya gibi... Uçan kuş gibi... Akan yıldız gibi... Gel be! Semalardan haber getirir gibi gel, kalplere inen nur gibi! Bilal-i Habeşi gibi gel! Şehit düşer gibi koşa koşa gel! Aşa aşa gel kendini, bendini yıka yıka gel! Yıldız, ay ve güneşe "Bunlar benim rabbim değildir." diyen Hazreti İbrahim gibi gel. Tenini canından ayırarak gel, maddi varlığını manevi olana katarak gel. Kör kuyularda Hazreti Yusuf gibi gel, saraylarda Züleyha gibi gel.
Peri yüzlü, güzel huylu, sözü menevişli kız, munis ve halis bir şekilde şakır yine, sanırsınız ki dünyanın en tatlı melodisidir çalınıyor kulağınıza, ağzınıza değen bir şeker parçası tadımlık, kıvamlık bir aşk! Bir nur perdesi indi yüzüne. Bakan görmez oldu. Bakan yanan oldu.
- Sendeyim ey zamane Mecnun, bu gel nasıl bir geldir ki ulaşamıyorum sana.Ve sonsuz utanıyorum şimdi. Bu nasıl içten bir gel deyiştir ki bir türlü aşamıyorum sensizliği, engelleri yıkamıyorum. Sendeyim ama sana ulaşamıyorum. Bu ben duvarını yık, aç kapını ardına değin, perdelerini çek! Bir adımlık mesafe değil mi geleceğim yer? Bir göğüs kafesi değil mi delip geçeceğim yer? Kırar da gelirim. Bir kafa tası değil mi aklına gireceğim yer? Yıkar da gelirim. Hira’daki örümcek ağıyım, güvercin gerdanlığıyım. Gayri gelsem de seni göremem, beni bulamazsın. Siyahın içindeki siyahım, beyazın içindeki beyazım. Kalbindeki süveydayım.
Adam almıştı ipi eline sevdanın bu uçsuz bucaksız sahrasında istediği gibi at koşturuyordu. Kızgın kumlardan daha beterdi sözleri, güneşten daha suzandı gözleri. O, kış günü tepede duran güneşti, sevdiği ise onun ışığı ve sıcaklığı karşısında eriyen kar topuydu. O ateşti, sevdiği mumdu. Adam hakimdi aşka, lebaleb aşktı. Aşkla bakıyordu, aşkla yazıyordu, aşkla yatıp kalkıyordu. 24 saat işi aşktı. Aşkın her merhalesinden geçmişti. Yanmıştı geçmişti, pişmişti geçmişti.
-Bendesin ama sen varsın yine! Bendesin ama ben varım yine! Çek kendini aradan! Sil seni oradan, yok et beni... Seni beni yok say! Tek biz kalsın. Bütün çiçekleri özünde toplayan tek çiçek olalım. Bütün şakımaları sesinde toplayan tek kuş olalım. Elif olalım, diğer harflerin hepsini temsil edelim. Sen ve beni düş lügatinde!
Safi aşk olan kızcağız uzunca durdu. Kalpten akıla, akıldan kalbe atlayıp durdu. Tefekkür etti, hayal kurdu. Ateş denizlerinde yandı. Buz denizinde dondu. Cam kırıklarının üzerinde yalınayak gezdi. Yerin yad kat altında böceklerle, çıyanlarla, yılanlarla dolaştı. Arş u alada meleklerle sohbet etti. Bu duruşta çiçekler açtı kuşlar öttü. Kış bitti bahar geldi. Yeşillendi her yer. Sonra derinden bir nefes çekerek konuştu.
-Anladım. dedi ’Bu aşk beşeri bir aşktan ziyade olmuş artık. Sen ve ben gecekondularını yıkıp biz apartmanını yapmak istiyorsun. Bu aşkın mimarı olmayı arzu ediyor ve aynı zamanda da bu aşkın temelinin sağlam olmasını talep ediyorsun. Baki olana vasıl olalım istiyorsun. Hak olanı...Harcı ilahi olanı diliyorsun.’
Kadın yürüdü şaire doğru. Şair yürüdü kadına doğru.
Bir kutlu doğum, bir ilahi vuslat, bir semavi saltanat peyda oldu.
Şebi arusu oldu aşkın, ikisinin bir oluşu.
İki beden bir nur oldu.
Yok oldu.
Ol’du.
Çünkü elest bezminde "Ol" demişti yaradan.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.