- 840 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SELİM
Hazırlıklar tamamdı. Tam dört bavul. Bütün eşyaları dört bavuldaydı. Bileti masadan alıp el çantasının ön gözüne koydu. İş, bu bavulları yedi kat indirip taksiye yükleyip otogara varıp otobüs peronuna dek hamal gibi taşımaktı. Daha düşünme aşamasında şimdiden bu kadar yorulduysa; eylem zamanında neler olacaktı.
Odalara baktı tek tek. Tüpün altı, buzdolabın fişi, pencereler her şey tamam. Ev her şeyiyle yeni gelenlerin hizmetine hazırdı. İki bavulu, kitaplarıyla tıka basa dolu olduğu için önce onları tıslaya tıslaya indirdi. Diğer ikisi yazlık ve kışlık giysileri ile dolu olduğu için daha hafifti. Apartman girişindeki bakkala evle ilgili emanetleri ve anahtarları büyükçe bir zarf içinde bıraktı. Karşısına İlk çıkan taksiye bindi. “Esenler” dedi. Fatihten, Esenlere giderken İstanbul’a yeniden dönme ümidini canlı tutacak hayallere daldı.” Birkaç yıl, sadece bir kaç yıl içinde geri döneceğim. Şimdilik kısa bir veda bu. Anam, babam, kardeşimsin; sevdiğim tek kadınsın. Aşın havan suyun... Devlet babanın en güzel yanısın.
Esenler’e girerken taksiciye ricada bulundu. Az daha ücret karşılığı perona dek gitmekti niyeti. Acındırdı kendini “dört bavul abi yapma” dedi. İkna için karşısında mızmızlanan kalantor şoföre bütün acındırıcı haliyle bakıp durdu. Şoför “ Ekstra beş kâğıdını alırım ama ha.” dedi tok ve itici sesiyle.
Üst dudak yok, orada onun yerine gri, kocaman pos bir bıyık vardı. Büzüşmüş, sigara alışkanlığından olsa gerek morarmış sarkmış bir alt dudak. Oda olmasa ağız demeye bin şahit ister. Ama işi oldu sonunda. Adam perona dek getirdi. Bavulları indirmeye el atmadı. Sadece sağ sola keskin keskin bakıyor, homurdanıyordu. Bagajı kapatır kapatmaz uçtu taksi.
“Sivas’a yolcu kalması! Sivas! “ Narasının ardından kısa bir bekleme sonunda ağırdan, ağırdan otogardan çıktı otobüs. Şoförün hemen arkasında, yolu her acıdan gören ve kendini de şoförmüş hissi veren, cam kenarı, “ VİP “havasındaki koltuğa kuruldu.
“İşte boğaz, canım deniz vapurlar ne de minik. Veda yok döneceğim ne de olsa.”
Harem.
İlkokul dörtte yatılı geldiğinde, ilk kez gördüğü insan curcunasının mekânıydı burası. Birkaç yolcu da buradan binecekti belki; ancak otobüste tek boş yer onun yanıydı. Sürpriz kişiyi merak etti. Gençse tamamdı. Çok yaşlı olmasındı. Nadiren otobüs yolculuğu yapmış, bunlarda da hep yanında yaşıtları olmuştu. Ha bir keresinde müdür baba oturmuştu yanına. Çanakkale gezisiydi oda ki Selim’in en sevdiği yolculuktu.
Host telaşla girdi içeri, direkt kendine doğru geldi. Olanca kibarlığını konuşması bozdu.
- Ya kardaş acil bir durum var. Yanına yaşlıca bir teyze otursa olur mu?
-Ne, neden ki?
- Teyzem acil Sivas’a gidecekmiş. Ne olursa olsun, dedi. Bizde de tek senin yanın boş. Senlik bir şey yoksa teyze razı.
Ardından beliriverdi teyze. Kendinin daha bir saat olmadan taksiciye takındığı tavrı şimdi teyze birebir aynısını kendine yapıyordu. Kadıncağıza bakamadı. Çaresizce:
-Tamam, benim için sıkıntı olmaz; ama gene de biliyim.
-Sağ ol kardaş. Gel buyur teyze tamam. Kardaşım insan evladı çıktı.
“Ne yani, vermesek yer ne olacaktık ki “diye geçirdi. Kadın altmış gösteren, başı yarım kapalı diri vücutlu, güngörmüş olduğu her halinden belli sağlam bir kadındı. Anaçlığı, candanlığı kırışmış göz çevresinden ısıl ışıl parlayan yeşil gözlerinden belliydi. Elindeki ufak çantayı önce ayakucuna bıraktı. Rahat edemedi, bu seferde baş ütündeki hazne yerleştirmeye çalıştı. Hostla beraber iteleye iteleye sokuşturdular çantayı. Pardösü benzeri üstlüğünü de çıkardı. Yeni olduğu belli olan koyu renk etek ve bu yaş kadınlarda hiç geçmeyen krem rengi bluzu ile Selim’in yanına nazikçe kuruldu. Yarım kapalı olan başını açtı, yazmayı omuzlarına şal gibi saldı. Selime rahatsızlık vermemek için koridor kısmına doğru çekilebildiği kadar çekildi.
Otobüs haremden çıkmış, hostun; hayırlı yolculuklar dileyen kısa sunumu bitmiş, sıcak ve soğuk içeceklerin ikramına geçilmişti bile. Yavaş yavaş İstanbul’u çıkıyordu. Son uçtaki semtleri, tırlar-otobüsler ve ardı ardına geçen küçük araçlar. Yolun iki tarafı da oldukça yoğundu.
Başında duran hosta çay, dedi. Yanındaki yaşlıca kadında çay, dedi.
- Sağ ol evladım. İnsanmışsın
“Ne olabilirim ki Allah’ım” diye yarı kızgınlıkla geçirdi içinden.
- Ne demek hanımefendi
-İyilik ettin. Kolay kolay kimse kabul etmez. Çekinir. Ben de çekinirim ama acil işte. Acil olmasa. Sağ ol evladım.
Dedi ama kadın çattı kaşlarını.
- Teyzenim ben senin evladım. Kibarlık etme, teyze de samımı olsun.
Hınzırca gülüverdi:
- neymiş o hanımefendi?
- Peki teyzecim.
- hah şöyle. Sen de mi Sivas’a gidiyorsun?
-Evet, teyzecim.
-Sivaslı mısın?
- evet, ama bilmem ben. Küçükken ilkokul dörtte geldim İstanbul’a o zamandan beri ne gidip gördüm ne de bir yerini bilirim. Akrabalarım var ama. Akraba işte.
Aklına gelmeyecekti hoş gelse de yapacak bir şey yoktu. İçinden inşallah konuyu açıp beni sokmaz can sıkıntısına, diye dilendi. Yalnız olan oldu. Kadının gidene kadar onu boş bırakacağı yoktu. Allah’ım sen yardım et, inşallah yolun yarısında uyur da rahata ererim. Hem ilk molada yerimi de vereyim, cama yaslanıp uyusun. Belki inen minen olur da onun yerine geçerim.
Kadın:
- Ailen küsmü evladım? Neden gitmediniz bir daha. Hoş bende çıkalı oldu yirmi sene. Bende de akraba çok yalnız hiçbirine tamah etmem. Bilirim ama Sivas’ı hem işim köyde değil şehirde. Değişse de benim zamanımdan kalma caddelerden buluveririm her yerini. ah ah.
- Benim ailem yok teyze.
Kadın kaldı. Zaman durdu sanki sustu. Yola bakıyordu sadece. Selim’e dönmeden uzaklara bakarak sordu. Belliki Selim’in acısını deşmek istemiyordu. Merakından değil nedensizce konuşma oraya geldiği için sordu. Kadının yeşil gözlerinin etrafındaki çizgiler iyice yaklaştı birbirine. Kıstı gözlerini ötelere bakarken.
- Öldüler mi evladım. Başın…
- Yok yok. Öldüler mi bilmiyorum ama ablam öldü. Babamı ve anamı da merak etmeyeli yıllar oluyor. Annem terk etti önce, sonra da babam. Ardından da yurda verildik. İlkokul dörtte de İstanbul’a yolladılar. Burada devletin kucağında büyüdüm. Okuttu devlet baba, şimdide memleketime memur olarak atadı. Mühendisim ben teyze. İlk olarak orayı istedim. İstanbul’da açık yokmuş. Bende kendi memleketim olsun istedim. Bize öncelik verdiklerinden tez kabul edildi.
Sırf neden niye nasıl soruları sormasın, eskileri açmasın diye bir çırpıda her şeyi olanca hızıyla anlattı Selim. Devam edecekti ama kadına takıldı. Dinliyor muydu dinlemiyor muydu, emin olamadı. Gözleri iyi kısıık yol bakıyordu. Kadına “böh” dese kesin korkuturdu da bu denli dalış nedendi? Meraklandı.
Kadın Selim’in susup kendine baktığını sezdi. Kısacık “yaa!!” diyebildi. Selim devam etti.
- Hem fazla durmayacağım iki-üç yıla kalmaz İstanbul’a döneceğim. Yapamam gibi geliyor, bu şehir her şeyim oldu. Dostlarım var, büyüklerim var hele de dünyalar tatlısı bir bakıcımız vardı, Saliha Ana, onu haftada bir görmezsem olmaz. Aşığım bu şehre. Ne diyim işte teyze devlet baktı, okuttu, memur etti ama en güzel hediyesi bana İstanbul oldu.
Teyze kesin daldı, beni zerre dinlemiyor. Eh ucuz yırttım, dedi rahatlayarak. Kadın gitti ya. Bende bir yara onda da mı bir yar var ne dedi. Şüphelendi. Ne olabilirdi ki? Kadının gözleri dolu doluydu sanki yandan bakıldığında. Sadece ileriye bakıyor, başı sağa yatık, elleri birbirine kenetli. Önündeki çaya bile dokunmadan uzaklara daldığını anladı Selim.
Çayını yudumladı
- Benim acılı bir hayatım var senin gibi evladım. Ondan daldım ta eskilere. Dediklerin hepsini bir bir canlandırdı gözümde. Hiç dinmeyen-kalbinin üzerine sağ elini getirdi- şuramda bir sızı var. Hayat işte. Bizi alıp nerelere götürüyor.
Selimi kendininkine benzer bir hikayenin anlatılmasını hiç çekemeyeceğini biliyordu. Gaddarlık mı diye bir an tereddüt etti. Kaldığı yurdun odalarında öyle acılara şahit olmuştu ki, yaşlı kadının çektiklerini çok iyi bildiğini düşünerek konuyu değiştirme çabasıyla soru sordu:
- Sen de Sivaslısın değil teyze?
- Evet, oralayım. Benim de yirmi yılı geçti oradan çıkmışlığım. Bir aile dostunun yardımıyla İstanbul’a geldim. Yıllarca Göztepe’de kaldım. Her işte çalıştım.
Kadında anladı Selim’in bu acıklı durum mevzularından kaçmak istediğini. İki, ayrı acının insanı yan yana bir otobüste, yol uzun elbet denk gelirdi gene konu oraya. Kısmetse de konuşulurdu. Konuşmak, evet; kadına iyi geldi. Ağlamaklı halinden sıyrılmaya başladı anlattıkça. Hem böylelikle de yol arkadaşını sıkmaktan kurtulacak hem de kendilerinin acılarını yeniden tazelememiş olacaktı.
- Son işim ölene dek zengin yaşlı bir çifte bakmak oldu evladım. Çok insanlardı her bir şeyleri vardı. Hatta onlarla İtalya’ya bile gittim. Gezdirdiler beni her fırsatta. Kızları gibi bildiler. Ayırmadılar, kendilerinden ayrı olarak görmediler beni.
- Ne güzel teyzecim ya. Demek İtalya’ya kadar gittin. Bakalım bizim de dünyayı gezme şansımız olacak mı?
- Gezersin evladım yaşın genç. Hem bak mühendis olmuşsun bir de çalışan hanımla evlendin mi tamam. Önce ülkeni gez ama.
- Birkaç yere gittik bizde yurtlarda kalırken. En çok Çanakkale’yi sevdim.
- Daha da gezersin inşallah.
- İnşallah.
Selim rahatladı. Az önceki duygusal ortamdan sıyrıldılar. İçinden çekemezdim, dedi.
Kadın bir süre durdu. Soğuk çayına el attı. İçti. Bitirdi.
-memlekette bağlantıda olduğum arkadaşım var benim. Hep mektuplaştık yıllarca. İstanbul’a geldikten sonra epeyce habersiz kaldık birbirimizden. Bir de içim öyle doluydu ki. İşte ondan geçenlerde haber geldi. Üvey anam ölmüş. Babam ta evvelinden rahmetli olduydu. Üvey kardeşlerim miras için birbirine düşmüş. Avukata sordum bende. Hakkın var dedi. Bakıcılığını yaptığım kişiler de tez elden var git durumu da bize bildir. Arkandayız senin, dediler. Benim de nicedir aklımda olan bir şey var. Hem onu kovuşturayım hem de babadan baya tarla var. Hakkım neyse alayım veya satayım, dedim. İşte şimdi yanındayım. Asker ayıymış hiç yer yok.
-inşallah halledersin teyzecim işlerini.
- inşallah bakalım evladım.
Sustular. Artık otobüs İstanbul’u epeyce geride bırakmıştı. Kocaeli’nden geçtiler. Sustular. Sakarya’yı geçtiler sustular. Yalnız ara ara kadın, Selim’e göz ucuyla bakıyordu. Selim bunu hissetse de olur da konuşur korkusuyla hep başı cama dayalı yola bakıyordu. Yaşlı kadının da derdi konuşmak değildi. İçinde neler vardı, neler. Dese miydi acep? Dökse miydi içindekilerini. Ağlasa mıydı Selim’den medet umarak.
Selim hiç birini bilmeden ne yaraları depreştirmişti oysa. Kadının ne hali vardı adım atacak ne de niyeti. O yol hiç bitmeden öylece sürüp gitsindi arzusu. Hatta neden, dedi kendi kendine; nedir bu saatten sonra içindeki mal derdi. İşte her şey önünde. Niye tamah ettin ki bunca yıl sonra. Canı çıkasıca işte ölmüş, gitmiş. Onca acının müsebbibi toprağı boylamıştı. Mal neyine senin. Babacığından gün görmemiş, analığından gün görmemiş, kocasından ki nasıl sevdiydi onu, ondan gün görmemiş kala kala üç-beş dönüm tarlanın gününü mü görecekti.
Kanadı yaraları içinde kadının yeniden. Ne tuzlar basmıştı acısını dindirip kabuklaştırıp unutmak için. Ne yazık ki yıllar geçse de hep yüreciğinin bir kenarı yanar yanar kor oluyordu her daim bir çocuk gördüğünde. Selim’e baktı “şimdi bu yaştadır” diye düşündü. Gözlerine hakim olsa da içi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Her zaman dışından ağladı da olsun şimdi içinden ağlasındı çok mu?
Yol Bolu’ya getirdi. Otobüs kıvrıla kıvrıla, dolana dolana tırmanıyordu koca dağı. Her sola dönüşte elde olmadan Selim’e doğru yaklaşıyor, onun kokusunu içine çekiyordu. Bir evladın mis kokan kokusu gibi çekti içine. Olaydı evladı bu yaşlarda olacaktı. Her haliyle süzdü Selim’i. Başı, saçı, boynu; elleri, bacakları, ayakları… Yetişkin bir gençte olması gibiydi her şey. Okumuş, mühendis olmuş demek; acaba…
Hostun çağrısıyla toparlandı. Yarım saatlik çay ve dinlenme molası için tamda zirvede bir tesise girdi otobüs. Ayaklandı tüm yolcular. Kapıdan inerken düşecekti nerdeyse kadıncağız. Önündeki kapıdan son anda tutunarak indi basamaklardan. Selim, onu geçip direkt lavaboya geçti hızlı adımlarla. Kadın oturdu önüne denk gelen ilk masaya. Terlemeye başlamıştı. Elleri titremeye başladı. Selim baktıkça aklına dank eden kuşkuya yer vermemek için mücadele ediyordu. Kendine kabul ettirmemek için aklına gelen-güya deli zırvası- her düşünceyi ötelemeye çalışıyordu. İmkânsız, olamaz, asla… Sözcüklerini sık sık kullanıyordu. Dahası hayatın hala kendine bir oyun oynamasına izin vermek olurdu, içini kemiren kuşkulara yer vermek. Hem o muydu? Nasıp bir kader böyle bir çizgiyi bu denli olmayacak bir yerde kesiştirebilirdi ki?
Selim’i gördü. Selim lavabodan çıkmış ayakta dolanıyordu. El etti, çağırdı. Selim’in yüzünde rahatsızlık duyan bir hal yoktu, ama içinden gene mi demiştir, diye düşündü. Uzundu Selim, uzun ve ince gövdesine göre başı büyük gibiydi. Kaşlarına, burnuna baktı. Bir iz, bir iz diyordu her şeyi ortaya koyacak bir iz diyordu.
Selim, baştan aşağı süzüldüğünün farkındaydı. Yaşlı kadın işte, bu tipler hep böyle midir, dedi.
- Nasıl geçiyor yolculuk teyzecim?
- Şükür evladım. Sağ salim varalım hayırlısıyla hele bir.
- Daha var yolun başındayız, sormuştum binmeden de baya var Sivas’a
Dayandı, derin bir nefes aldı kadın. Aklına hücum eden tüm soruları gerisin geriye bastırmaya çalışıyordu. Ellerini yüzüne götürüp yüzünü sıvazladı. Hemen garson bulmak için sağına soluna bakındı. Yeter ki içinde pıtrak gibi çoğalan sorulardan kaçabilsindi. Eli havada bir süre baktı.
- Buyur abla! Dedi çelimsiz bir garson.
- İki çay ver bize.
- Tamam abla
Garson uzaklaşırken yeniden kendi içindeki hesaplaşmalarına döndü. İşe yaramadı hamlesi. Terlemesi içten içe artı. Gözleri kısıklaştı iyice. Selim’e bakamıyordu. Birden irkildi. “Hah, tamam” dedi içinden hevesle. Sesinin titremesi için kendini ayarladı. Başını kaldırmadan çantasını karıştırır gibi içinde sigara ve çakmağını çıkarırken Selim’e:
- Hay Allah, bu sigara alışkanlığını bırakamadım gitti. İçer misin?
- Hayır, kullanmıyorum.
- Ne güzel. Alışınca ne yaparsın.
Aklında belirlediği ve kendisini de kurtaracak soruya bir türlü dili varmıyordu. Çaylar geldi. Selim’e bakıyordu. Çayı karıştırmasını, bardaktan kaşığı çıkarıp bardağın kenarına koyuşunu, bardağı eline alıp ilk yudumu alışını izledi. Göz göze geldiler. Utanıverdi kadın. Selim gülümsüyordu. Yavrum ne düşündü ki, dedi. Yaşlı kadın beni birine mi benzetiyor acaba, dedi. Başını öne eğdi, çayını yudumladı; sigarasından derin derin çekti içine.
- Onca yolu gideceğiz seninle, seni şimdiden sevdim seni evladım. Ne zaman gelirsen İstanbul’a kapım açık sana bilesin.
- Sağ olasın teyzecim. İnşallah nasipse.
- Kesin gel ama.
- Yahu evladım bunca zaman konuşuyoruz. Hiç aklıma gelmedi. Evladım diyorum ama adını hiç sormadım. Sahi adın ne senin?
- Selim, teyzecim.
Boşandı tüm sinirleri. Titremesi arttı. Bayılacak noktaya geldi. Kalbi sıkıştı. Dudakları uyuştu. İçinden olamaz, olamaz diye haykırdı kendine.
Selim afalladı gördüklerinin karşısında.
- Hayırdır, teyze iyi misin? Sarardı benzin. Titriyorsun.
Toparlanmaya gayret etmeye çalışıyordu kadıncağız. İlk olarak başını salladı sağa sola salladı hayır manasında. Selim ayaklanınca kolundan tuttu son anda.
-Tansiyon, diyebildi olanca gücüyle. Çantasından bir kutu çıkardı: “bir tane içerim geçer şimdi. “
- Başka bir şey ister misin teyze.
-Yok evladım. Tamam, birazdan gelirim kendime. Yol yordu anlaşılan. Bir de bir şey yemedim. Çünkü alelacele çıktım evden. Ondan da sebep olabilir. Otur sen otur telaşlanma. Malum yaş geçti evladım. Yılların yorgunluğu var.
-Geçmiş olsun teyze.
- Sağ olasın evladım. Ablam öldü demiştin. Allah rahmet eylesin. Peki onun adı neydi?
Selim anlam veremedi. Ancak nedenini kestirmek için merakla tepkisini izlemek biraz durdu. O anki tepkilerini iyice süzdü. İsmi söyledikten sonra tepkisinin çoğalıp çoğalmadığını izlemek için gözlerini kadına dikti.
Kadın, ne olursun o farklı olsun, diye umutlandırmaya çalıştı kendini kadıncağız. Yanıyordu tüm bedeni. Nasıl yanmasın? Nasıl tansiyonları fırlamasın? Nasıl bunca yılın yürek yarası kanamasın?
- Rahmetlinin adı Elif’ti teyze.
- Allah rahmet eylesin evladım.
Emindi artık. Kendini kaybetti iyice. Yol burada bitti onun için. Boşalan sinirlerinin devamında tüm vücudu iflas etti. Her şey karardı kadın için. Kulaklarında şınlamayla kayboldu yer ve gök.
Gözlerini zar zor açabildi. Başında bir maske vardı. Sallanmaktaydı devamlı. Uzun uzadıysa yatıyordu. Sol tarafında bir hemşire vardı. Kolunda bir serum takılıydı. Yerinden kalkmayı denedi. Hemşire onu omuzlarından yerine geri yatırdı. Oksijen maskesini çıkardı.
- Ne oldu kızım bana?
- Hanım efendi kendinizden geçip bayılmışsınız. Ambulanstasınız şuan. Hastaneye gidiyoruz.
- Ama ben, otobüsteydim.
- Çantanız burada merak etmeyin.
- Hayır derdim çanta değil kızım.
Oydu, evet oydu. Yıllar önce kocasının ve analığının zulmü iki canından olmuştu. Evlatlarından birini ise nasıl bir kader ki öyle bir zamanda karşılaştı. Şimdi ondan yine ayrı kalmıştı. Yıllardır tuttuğu acısının artık dayanılacak hali kalmadı. Gözünde kimse yoktu. İçindeki yangın ölümüne sardı artık kendini. Kalkıp inmeliydi araçtan, koşmalıydı Sivas’a kadar koşsa dinmezdi içindeki kavuşma arzusu. Boşaldı gözlerinden yaşlar. Yıllarca ağlamıştı; ama bugün ağlaması onca yılı bastırıyordu.
Kriz geçirir gibi ağlaması hemşireyi tedirgin etti. Ön tarafa acele olmalarını iletti. Bir kadının bu denli ağlamasına çok şaşırdı. Elinden bir şey gelmiyordu. Teskin etmek için elinden bir şey gelmiyordu. Sakinleştirici hazırladı kolundan vurdu kadının. Hıçkırıklar yavaşladı kadın yeniden kendinden geçmek üzereydi. Yeniden kalkmaya yeltendi. Olamazdı bu. Son mecali idi hâlbuki. “Otobüs, Sivas” diye sayıkladı kadın.
- Çantanız burada meraklanmayın. Bakın.
Çantasını kaldırdı kadının havaya. Kadının kendinden geçmeden son cümlesini hiç anlamadı hemşire.
- Oğlum, oğlum orada…
YORUMLAR
Evet, yine bol ayrıntıyla sanki bir komediye başlayacakmış havası, öykünün ortalarında karşılaştığı insana dair tasvirlerle okuyucunun içine 'bu hikayenin içine düşeceksin galiba' cümlelerini fısıldamaya başlıyor.
Kurgudaki büyük tesadüf, işte o hazırlık evresinin ustalığıyla okuyucuyu bırakın rahatsız etmeyi, -kederden ya da mutluluktan- yaşlarının göz pınarlarında birikmesine sebep oluyor.
Mükemmeldi, benim çok hoşuma gitti ve etkiledi.
Bravo yazar!
edebiyatciCASH
yorumunuz için ayrıyetten teşekkürlerimi sunarım.
Kadın karakterinin üstünde çok gidip geldim. okuyanın aklına takılacağını düşündüm. açmayı olayı uzatmayı istedim. velakin çarpıcı bitirmek gibi bir çelişkiye düşeceğinden çekindim.
dil ve anlatım yönünden henüz hikayeciliğim( karalamalarım diyim) çok yeni.
ancak tek olsa sizin çözümlemeyi anladığınız beni ziyadesiyle heveslendirdi kurgunun sağlamlığı adına.
var olun kaleminiz daim olsun.
sonuyla ilgili biraz kuşkularım var. ambulans ve öncesinde kendisinden geçmeden evvle ruh tahlilinde.
sonuyla ekstra bir öneriniz olursa memnuniyetle değerlendireceğim.
iyi geceler baki kalın.