- 737 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
İnsan İnancının Esiridir
İnsan İnancının Esiridir
İnsan, inancının esiridir! O halde sadece kendine inan!
"Ene-l Hak" diyen bir insanın diğer insanlara bu söyleminden bir üstünlüğü olamaz; her insanın "Ben Hakkım" deme hakkı var ama "Ben elçiyim" diyen bu elçiliğinden dolayı diğer insanlardan itaat istemesi söz konusu! Yani pratikte “Hak” olan diğer insanlarla eşit ama “Elçi” olan diğer insanlardan itaat istiyor! Burası mühim.
“Ene-l Hak” konusunu biraz açmak isterim. Özneye dikkat etmek gerek. “Ben, Hak’ım” İle “Hak, Ben’im” aynı manaya çıkıyormuş gibi görünse de inceliği görmek gerek! “Ben, Hak’ım” ifadesinde “Ben” tarif edilir, özne “Ben”! “Kim” sorusuna “Ben” cevabı verilir; bu ifadede! “Hak Ben’im” demiş olsaydı, “Hak” özne olacak ve “Kim” sorusunun cevabı; “Hak” olacak idi. Yani “Ben, Hak’ım” diyen, kendi adına konuşur; konuşabilir! “Hak, Ben’im” diyen, “Hak” adına konuşur; konuşamaz! Kişi, kendi adına kendini nasıl görürse öyle tarif edebilir ama başkasını, “Bu anlamda” tarif etme, sınırlama yetkisi yoktur! Yani kendi sınırını kendi belirleyebilir ama başkasını kendi algısına, tanımına sıkıştırmaz! Yani “Ene-l Hak” ( Ben, Hak’ım) denebilir! “Hak, Ben’im!” ifadesinde sorun vardır! Hakk’ı kendi kalıbına hapsetmek gibi bir durum vardır! İlkinde kendini “Hak” kalıbına hapseder, diğerinde “Hak” kişinin kalıbına hapsedilmek istenir! “Bugün Ahmed benim” diyen Mevlana “Ahmed” i “Övülmüş” manasında kullanmış! Ahmed’in lügat manasında “Övülmüş” var! “D” harfi “T” şeklinde yerleşmiş! Mevlana burada “Bugün” ile “An” a işaret ediyor!
Halife kavramını iyi anlamalı; her insanın kendi potansiyel risaleti, vazifesi var! Kendi risaletini açığa çıkarıp "Halife" olmayı kendinden uzak görenler, birilerini aracı edip onların üzerinden kendilerini göstermek arzusunda olmuş! Buradaki incelik önemli! Halife olarak kendini bilmeyen başkalarını över ya da diğer insanlara kendi itaat ettiği liderin baş olmasını ister! Yani kendi acziyetini yaymak ister aklınca! Oysa kendi halifeliğini yapsa bunlar olmayacak! Allah onu da insan olarak yaratmış ama o bunu kabul etmiyor ve birilerini, başkalarını öne sürüyor! Birilerinin gölgesinde yaşamayı seçiyor! Bu hal, bireysel acizliğin yansımasıdır.
İtiraf, vicdanın kişiye tepkisidir! Fakat herkes kendi adına itiraf edebilir, bir toplum adına kendi itirafını yaymamalı! Yani kişinin kendinde gördüğü aksak hali bir topluma genelleyip yayması, kendinde gözlemlediği hali hafifletmeye çalışmak gibidir! "Hepimiz suçluyuz!" diyen biri aslında kendi suçunu dağıtmaya kalkar topluma! Diğer insanları “Vicdansızlık” la suçlayanların perde arkasında kendi vicdanlarının kendilerine isyanı vardır! Yani kendi suçunu başkalarına atarak ya da yayarak ferahlama arzusu vardır! Bunun ileri, hastalık boyutu ise kendini istisna edip herkesi suçlamaktır! Yani kişi önce kendi dahil herkesi suçlar, bir kaç aşama sonra da kendini çıkarır listeden herkesi suçlar! Bazı da gruplaşarak birlikte kendi gruplarını ayırıp herkesi suçlarlar! Burada da dikkat edilmesi gereken bireyin kendi itirafını bile mertçe yapamamasıdır!
Birey, kendi algısını neden topluma yaymayı ister, bunun ölçüsü nedir?
Kendinden emin olan yani kendine, algısına güvenen herkesin bunu topluma yayma isteği doğaldır! Sorun nerede çıkar! Birey bizzat kendi algısını topluma yaymak ister ise genelde sorun çıkmaz, başkalarından hazır ezber aldığı bilgileri ve öğretileri kendisi içselleştirmeden, özümlemeden yaymak isterse sorun çıkar! Kendinden emin olan arif olanlar, gayet sakin bir şekilde bilgileri aktarır; isteyen alsın, istemeyen almasın şeklinde bir durum vardır! Kendinden emin olmayan avam olanlar böyle yapmaz; herkes kabul edecek şeklinde bir dayatmaya girer! Sebebi açıktır; herkesin hali kendisi ile aynı olur ise güya ferahlayacak! Çünkü fikrinden ya da ezberinden, eski zaman nakillerinden emin değildir! Emin olsa sorun çıkarmaz, sadece beyan ederdi; emin olmadığı için dayatır ve kavgalara, savaşlara zemin hazırlar! Kavgacılara dikkat edin; ezber ve nakil bilgileri kullanırlar!
“İnsan, inancının esiridir” Bu çok önemli! İnsanları inanç ekseninde bloke etmek için eski zaman öğretileri ve yeni ideolojik fikirler denendi; tümü içe çöktü diyebilirim! Yeni fikirler üretildi “Zihin kodlaması”; popüler alanda kişisel gelişimciler, “Beyin Programlaması” şeklinde çalışıyorlar! Bu nedir? En iyimser şekliyle “Beyin yıkama” bu! Beyin yıkamanın adı “Beyin Programlamak” oluvermiş! Pek çok insan da bu alandan menfaat elde eder! Başka insanlara önderlik etmek için bu alanı kullanmaya çalışanların da aslında herhangi bir meslekte başarısı olmayan atıl kesim olduğunu isteyen herkes gözlemleyebilir! Kişisel gelişimciler alınmasın, o alanda da çalışanlar olmalı, olacak elbet! Ben sistematik bir zihin kodlamasından bahsediyorum. Bu kodlamada, toplumun her kesimi hedef kitledir! Kişisel gelişimin ilk yayılmaya başladığı yılları hatırlıyorum; kızlarını okutmamış hatırı sayılır bir kesim, o zamanlar “Kişisel Gelişim” kurslarına yollamışlardı, eksiklerini tamamlasın diye! Sertifika alanlar, toplumda kendini ifade etme şansı bulmuş idi! Ama akademik bir kariyeri olmadığı için bu insanların hurafeciliğe düşmesi kaçınılmaz oldu! Yani bir kısmı hurafeci, bir kısmı da siyasi taraftar şeklinde toplumda bu öğretinin kaymağını yemek için kolları sıvadı! Günümüzde ise bu alanda çok menfaat var! Bu kişilerin yarım yamalak bilgi ile toplumda diğerlerini baskılamaya çalışma gayretleri de gözlemlenebilir! Bu alanda kimin, neye hizmet ettiğini de aklı olan gözlemleyebilir!
Son tahlilde; insan, inancının esiridir. Bizzat kendi algısına inananlar, başkalarına da faydalı olabilir! Çünkü nakil değil akıl ile ezber değil bilinç ile edinilen bilgiler sorun çıkarmaz! Öğrenilen bilgi sorun çıkarmaz, öğretilen bilgi sorun çıkarır! “Öğrenilen” nedir, “Öğretilen” nedir? Öğrenilen, kişinin bizzat kendi bilinci ile içselleştirdiği bilgilerin hazmedilmesiyle oluşan bir arif halidir! “Öğretilen” ise eski zaman nakilleri dahil, toplama bilgiler ve ezber edilen fakat içselleştirilmeyen bilgilerin ham halidir! “Hamdım, piştim, yandım!” Aşamalara dikkat!
Cehennem, bir açıdan da şöyle; kişinin maddi ve manevi öz potansiyelini kutsal saydığı kişilere vermesinin sonucunda kendini iflas halinde diğer boyutta bulması. Yani kişinin kendisini unutup, potansiyelini başkalarına hem bu boyutta hem ahir boyutta hediye etmesinin sonucu olarak, derin bir iflası yaşaması gibi.
Selametle,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
insan doğumundan hemen sonra öğrenme aşamasına gelmeden daha bebekken çocukken aile toplum sürekli öğretir ve dayatılır toplumun ve ailenin geçmişlerinden öğretilen ezberletilen yada dayatılan öğretileri çocugun hafızasına zorla sıkıştırılır. çocukluk dönemini aşıp öğrenme çağına geldiği zaman düşünüp bilgi arayışına geçtiğinde öğrendikleri çğretildikleriyle ters düştüğünde öğretilenlerden sıyrılmak ister benliğini bulur. aile ve toplum kendi öğrettiklerine ters düşen bu yeni kişiyi kabullenmez ve dışlar. ortaya çıkan kendi özüyle gerçek inancını bulan kişi yoldan sapmış inançsız olarak damgalanır.
her satırınız beni benden alıp daha önce düşünmediğim akıl edip düşünemediğim uzaklara derinliklere götürdü anladıklarımı ne kadar yorumlayabildim bilmiyorum ama yazdıknızın her harfini anladığımdan emin olun. her kelimeyi bir daha bir daha okuyup iyice düşünüp sonra doğrumu düşündüm yoksa tam anlayamadımmı düşüncesine kaptıran bir yazı.
Ahmet Bektaş
İç Ses
Hazır öğretiler ve profesyonel yalancı aracıların gösterdiği yola esir olmaktan ise kendi yolumuzu çizip Allah'a ulaşabiliriz! Yani kendimize ulaşabiliriz aracısız! Bunu imkan dahilinde görmeyenler de profesyonel yalancıların peşine takılır ve birbirlerini kandırırlar; ihanetleri, karşılıklı olur!
"Kendinin esiri olmak" şöyle; insan madem inancının esiri, o halde her şeye inanmayacak! Yani insan, sadece kendi iç sesine inanacak; birilerinin dışa vurulmuş iç sesinin ardından gitmeyecek! O zaman kendine dahi esir olmamış olur! Çünkü kendi iç sesine kendisi müdahale edip değiştirebilir; başkalarının İç-dış sesini değiştirince ya da buna kalkışınca sorun çıkar! İnançsızlıkla suçlarlar insanları! Ne garip değil mi? Kendi iç sesini vicdanının etkisi ile düzenleyebilen bir insan, başkasının dışa vurduğu iç-dış sese dokunamaz! Bu aslında doğaldır! Yani başkasının iç-dış sesine müdahale olmaz! Ya kabul edersin, ya da kendi iç sesinle yol alırsın!
Sorun şurada; birileri, birilerinin dışa vurduğu iç sesini dayatıyor! Bu sese kulak vermeyeni suçluyor, hatta onlarla savaşıyor! İşte burada eski zaman insanlarının yarım yamalak günümüze taşınmış dışa vurulan iç seslerine günümüz insanı dahi kurban edilmek istenir! Herkesin kendi iç sesini dinlemesi ideal olanıdır! Kimse başkasının hele ki h/iç yüzünü dahi görmediği birinin ya da birilerinin dışa vurulan iç sesine mahkum edilemez! Yani senin iç sesin sana, benim iç sesim bana yol göstersin!
Kimse kimseye eski zaman filozofları ya da din adamlarının iç sesini dayatmasın. Kendi iç sesini dışa vurabilir! Ama herkesin “İnsan” olma noktasında eşit olduğunu kabul etsin! Değiştiremeyeceğim bir iç-dış sesin ardından gitmem!
Ahmet Bektaş