- 940 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TANRI’NIN ÇALIŞMA PRENSİPLERİ
Çocukluk çağlarımda yaz tatilinde evimize çok yakın Camii’nin kuran kursunda 8-9 Yaşları arasında Kuran’ı kerim ile olan filli tanışmam ilk gençlik çağlarıma kadar sürmüştür.
Elif, lam, mim, diyerek devam eden Arap harflerinden oluşmuş Kuran alfabesiyle başlayan Kuran’ı kerimi öğrenme serüvenim ilerleyen yıllardaki okul tatilleri boyunca da sürmüştü 12 yaşlarımda artık kuranı hatim etmiş ve ezberciliğe dayalı okuyordum. Hatta bizlere kuranı öğreten caminin müezzini olan eğitmenimize yardımcı olmak için Kuran’ı yeni öğrenecek bizlerden daha küçük çocuklara kuran alfabesini ezberci öğretim sisteminden öğrendiğim şekliyle öğretiyordum bir nevi hocalık yapıyordum. Pardon! Fotokopi makinesi görevi görüyordum. Ta ki camiye yeni atanan asık suratlı imamdan suçum olmadığı halde yediğim sağlam bir tokada kadar. Yediğim tokatla kuran ve din eğitimi maceram son bulmuştu.
Yediğim o tokatın benim için özel bir anlamı vardı. Çünkü ülke ortalamasına göre aile bireylerimin tahsil seviyesi eğitim ve kültür düzeyi iyi sayılacak memur ailesinin en küçük çocuğuydum ve ailemden hiç şiddet görmemiştim. Yediğim o tokat, iki boyutuyla hayatımda bir ilk olma özelliği taşıyordu.
1.İnsan suratına bir darp aldığında gözünün etrafında yıldızların uçuşmasının çizgi filmlere özgü bir durum olduğunu sanıyordum. Meğer gerçekten oluyormuş
2. hayatımda yediğim o tokat ilk kez gördüğüm şiddet olmasının yanında devlet memurundan gördüğüm ilk şiddet olma özelliğine de sahipti.
O tokat sonrasında 15 yaşlarımda ortaokulda yanımda oturan sıra arkadaşıma ait porno kitabını sıramın altında bulunduğu için benim sanan sosyalciden yediğim dayak olmuştu. Bu dayağın özelliği de adeta daha sonra yiyeceğim dayakların önünü açmış olmasıydı.
Arkadaşımın gurbetçi bir akrabasının Almanya’dan getirdiği kitap kuşe kâğıda basılmış az yazılı bol resimli idi. Kitaba bakan elinden bırakmak istemiyordu. Kitabın sayfalarını çevirdikçe parlak ve renkli resimler heyecan verici haliyle âdete insanı olayların içine çekiyordu.
Bana dayak attıktan sonra kitabı alan sosyalcide muhtemelen kendisiyle yalnız kaldığı ortamlarda aynı heyecanla kitabın sayfalarını çevirmiş soluk soluğa baktığı kitabı sıkı tutup elinden düşürmemiştir.
Okulun koridorlarında sopayla gezen, derse sopayla giren bir öğretmen, gelişmiş ülkelerde görevden el çektirilip öğretmenlikten uzaklaştırılırken hatta acil! Psikolojik tedavi altına alınırken o yıllarda ülkemizde bu türden saldırgan ruhlu rahatsız insanlar öğretmenlik yapabiliyordu. -( öğretmenler nitelik olarak bu günde saldırgan ruh halinde midir? bilmiyorum.)-
Gelişim çağında biyolojik olarak hassas evrelerden geçen delikanlı adayı bir genci sınıfta arkadaşlarının önünde rencide ederek dayak atan pedagojik eğitim almamış öğretmenin yerini ilerleyen yıllarda demokratik eylemlerden dolayı psikolojik eğitim almamış polisten gördüğüm şiddet almıştı. Daha ileri evrelerde ise hiçbir eğitim almamış çok ciddi ahlaki erozyona uğramış darbeci askerlerden siyasi kitaplar yüzünden gördüğüm şiddet de eklenmişti.
Velhasıl daha sonrada, Sokakta, trafikte, adliyede, hastanede, vs bu şiddet sarmalı yaşamımın her alanında sürüp gitmişti. Ülkemizde yaşanan bu süreç üç aşağı beş yukarı bütün İslam ülkelerinde ve toplumlarında da yaşanıyordu. Nedeni ezberci, baskıcı eğitim ve yönetim şeklerine sahip olmalarıydı.
İtiraf etmeliyim ki din bir döneme kadar yaşantımda çok öncelikli bir kavram olarak yer almıyordu. O dönemde değerli hocam merhum Şahabettin Korkmaz beyle tanışana kadardı. Korkmaz hocamla komşu olarak aynı sitede yaşıyormuşuz ancak tanışmamız uzun yıllar sonra nasip oldu. Fiilen tanışmamızın öncesinde hocamı uzaktan gözlememe neden olan ilgimi çeken şey yaşam tarzı olmuştu.
Örneğin; sayfiye yeri olması itibariyle ilerlemiş yaşına rağmen şortunu giyer tişörtü ve spor ayakkabılarıyla bisikletine biner gezinti yapardı. arabasının arka koltuk panelinde duran kuranı alır. Bisikletinin ön sepetine koyar hep yanında taşırdı.
Bazen camide namazını eda eder sonrada balkonunda oturup ağaç dallarından harika küçük biblolar yaptığı ahşap oyma işleriyle uğraşırdı.
Torununu götürdüğü çocuk Parkında bir banka oturur kuranını okur sonrada plaj terliklerini giyer güneş gözlükleri gözüne takar havlusunu elinde denize inerdi. Sahildeki Zodyak şişme botuyla kıyı gezintisi yapar denize dalıp midye istiridye falan çıkartırdı. Kısacası hem dindar hem de modern ve aktif birisiydi.
Eşi Türkan Hanım da ayni şekilde dindardı ve alışılmışın dışında bir yaşam aktivitesine sahipti. Edebiyatla okuyucu olarak ilgilenen yağlı boya resim çalışmaları olan, ressam özelliğinin yanında müzisyen yönüyle de enstrüman olarak ut ve keman çalan, çok donanımlı sanatçı ruhlu modern, bakımlı, sade ve şık giyinen bir hanım efendiydi.
Şehabettin bey ve eşi Türkan Hanım efendinin hac vazifelerini yerine getirmiş hacı olma şerefine nail olmuş insanlar olduğunu öğrendiğimde bu enteresan insanlarla tanışmalıyım diye karar aldım iyi ki de böyle bir karar almışım. Çünkü değerli hocamın ilginç özellikleri buz dağının görünen kısmıydı.
Devam edecek.
Serhat BİNGÖL 19.07.2014
YORUMLAR
Yazınızda dikkatımi çeken şeylerin başında; unuttuklarınız ve unutamadıklarınız vardı Serhat Bey...!
Bunlar bir küçük çocuğun gözlerinin önünden ve aklından hiç bir zaman silinmeyecektir.
**
Cami hocası acaba tokatı size mi attı o an, yoksa yıldızlara mı? Eminim şimdi ne zaman gökyüzünde yıldız görseniz, gözünüzün önünde başka yıldızlar da çakıyordur.
Ne zaman hocalarınızın isimlerinden duysanız, aklınıza onlar geliyordur. Çocukları kırıp, üzüp, sonra da Hac vazifelerini yerine getirmek için koşuşmak ne kadar yerinde acaba?
Tebrik ederim yazarım.
Saygıyla.
Serhat BİNGÖL
Kıymetli dostum Davidoff
Hoş geldiniz
Hangi yaşta olursa olsun insanın şiddet görmesi insan onuruna yapılmış bir saldırıdır.
Tabi ki gelişme çağında olan bir çocuk için psikolojik anlamda bu olumsuz durum daha da önemli bir hal alıyor.
Örneğin; cami hocasından yediğim o tokatla beklide dinden çıkmış din düşmanı hâşâ bir kâfir olabilirdim.
Bilimden ve bilimsellikten uzak toplumlarda gelişim olmaz bugün Müslüman toplumların yaşadığı bu ilkel ve rezil durum sorunlarını şiddet yoluyla toplumu sindirerek hallettiklerini zannetmelerinden kaynaklanıyor.
Değerli yorumunuza çok teşekkür ederim.
Saygı sevgi selamlarımla.
Hayatı bize hazırlayanları ezbere boğan zihniyet, aynen devam. Vaazlarla toplumu eğiten, cennet ve sevapların sahipleri olanlar, cehennem ve günahlarla toplumu duvara kıstıran zihniyet, devam. Büyüdükçe dayağın, siddete dönüştüğü bir dünya, devam. Tanrının satıldığı, dinin satıldığı bir dünya, devam.
Devam...
eyirDefterime bakmak için çekmecemi açtığımda,hal ve perişan sözlerini gördüm bir metin üzerinde...
Açmaz,durulmaz bir yan, hep karanlık.İçimizden geldiği gibi davranmak,utanılacak şeyler haline gelmiş.Tutsak edilmiş toplumsal davranışların,bir ilah ağzından çıkmış gibi beynime tıka-pasa doldurulması SeyirDefterimi yazmama neden oluyor.Çünkü o defterdeki kişi benim.Dünyada yaşayan kişi ise,Onların istediği kişi benim.'
Yaşadığımız dünya,yaşadığımız ülke,insanlarının ne düşünmesi gerektiğini,neleri görmeleri gerektiğini,kime alkış tutacak,kimlere ağlamaları gerektiğini emreden bir hal aldı.Kişi önce kendinden çıkmalı ki başka insanları anlasın ve onlara ulaşsın.
Dünya tarihi bile tanrılarını bir bedende yaratırken,kendilerini tanrı diye ilan eden insanlar bile asıl tanrıya ulaşmanın yolunu yükseklikle ölçer durumdaydı.İnsanoğlu aya vardığında tekrar bir yanılgıyla karşılaştı.O yükseklikte tanrı yoktu.
Sayısız sorunların yüklendiği bir dünya...Sayısız sorunları defalarca pencereden saydığımız bir gün.Sayısız insanları yaraladığımız,ağladığımız yada izlediğimiz saatler.Biz günü karşılarken üst aklın dizaynı karşısında çaresiz kalan bizler.
''Vurun kahpeye'' adlı kitabı çok seviyorum.İnsanlar hatalarını yükledikleri bir insanı şeytan diye ilan ederken hala kendilerindeki bir yanı uslandırmaya çalışıyorlar.
Koca bir zaman dilimi içinde kendime dünyanın en büyük sahnesini dizayn ettim. Sahnenin bütün ışıklarını, ses tonlarını,renk ve eşyalarını da halletim.Oyuncuları seçerken,insanda zorlandım.Hayal ederken insanın aklından korktum.En mükemmel hayalleri dahi yerle bir eden korkunç akıl,şu anda dünyayı yok etmek için yine kendisiyle savaşır durumda.Ne ilahi bir adaletten korkan var,ne onun yolladığı Peygamberleri dinleyen var .İnsan aklı yoldan çıkmış,yol tepetaklak.
Burada her birimizin hayatından bir parça var. Kendimi de buldum, başkalarınıda gördüm.
Saygılar, Sevgiler Dostum
Serhat BİNGÖL
Kıymetli Dostum
Esasen yorumunuzu geç saatlerde okumuştum böylesine güzel bir yoruma alelacele bir cevap yazmak istemedim.
Evet, dostum harika yorumunuzun her satırını beğeniyle okudum.
İlaveten şunları belirtmek isterim ki
İnsanlık var oluşundan bu güne tanrıyla kendi arasında adı konmamış bir üstünlük mücadelesiyle geçen bir yaşam sürdürmüştür.
İnsanlar arasında yaşanan dinsel savaşlarda iman etmiş tapınanlarla mevcut tanrıdan sıkılmış insanlar arasında olmuştur.
Önce tapmak için tanrılar yaratmıştır. Sonrada yarattığı tanrıyı kendisine rakip görmüş ve onu alaşağı etmeye çalışmıştır. Çünkü o tanrı artık o tanrı değildir. nedeni Bazı insanlar Tanrıyı insanlığın üzerinde hakimiyet kuracağı bir argüman bir araç olarak kullanmaya başlamıştır.
Yazının devam edecek bölümünden alıntılar yaptığım yorumunuza cevabımda anlatmak istediğim şey bilginin ve bilimin reddettiği toplumlarda Gazze de yaşanan trajediler kaçınılmaz olur.
Bir buçuk milyar İslam âlemi bir avuç İsrail’e niye sessiz kalıyor biliyor musunuz? Mevcut tanrının gücüne inanmıyorlar da ondan.
Saygı sevgi selamlarımla.
CaNMaYBuLL
Ben birazda şuna bağlıyorum. Thé Dua
İşleri gücleri sadece Tanrıya yalvarmak, ondan atak yapmasını beklemek. Eller havaya, camiler tika-pasa dolu. Yapılan dualara Tanrı emin ol ki gözlerini kapamış. Hazıra alışmış hir zihniyet. Elma pisecek, ağızlarına düşecek. Yoksa biz sana hoşamı inaniyoruz diyecek ,bu kullar o Tanrı'ya.
Bin yıldır dualar kabul görmüyor, lakin bin yıldır zihniyet değişmiyor.
Dünyada Müsluman diye anılan devletlerde, eğer bir dalevera yada para toplanacaksa, o millet sömürulecekse dikkat et çevrende bak neler oluyor.
Thé Para Thé Tanrı The Dua ... ya Allah Bismillah
Serhat BİNGÖL
Aynen öyle size katılıyorum. İslam toplumları dua edip işi tanrıya bırakmış yan gelip yatmıştır.
O toplumlarda Bazı istisnai insanlar yan gelip yatmayalım bizde bir şeyler yapalım diyenler de çıkmışsa da ya haklarında ölüm fetvaları çıkarılmıştır yada yazıda bahsedildiği gibi toplumun her alanında şiddetle baskı uygulamışlardır. Sonuç olarak da İslam toplumları bu ilkellik seviyesinde kalmıştır. Bir başka ifade ile dua soyut bir kavramdır. İsrail’inin füzeleri somut bir kavram,
Saygı sevgi selamlarımla.