- 624 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SİNEMACI fikret - 59
Teneffüs bitip de ders zili çaldığında, tahtanın temizlenmemiş olduğunu fark edip, hemen yerinden kalkarak kendisine görev olarak bildiği tahta silme işini tamamlayıp tekrar oturdu yerine. Hiç bir öğretmeni kirli tahtayla karşılamaya gönlü razı değildi. Liseye başladığı günden beri de bu alışkanlığını sürdürüyor, bundan dolayı arkadaşlarının kendisine ’ yağcı’ demelerine bile aldırmıyordu.
Yine hocanın ’ Derse kim çalıştı ? ’ sorusuna, Bahar’la birlikte parmak kaldırdılar. Bu defa hoca, Bahar’ı seçti dersi anlatması için. Şimdi, iki yıldır, ilk gördüğü günden beri sevdiği, âşık olduğu, bazen aşkını anlatmak için çareler düşündüğü, kimi zaman da ona kendini lâyık görmeyip karamsarlığa kapıldığı, her iki şekilde de kara sevdalısı kız, karşısında, son zamanlardaki neşeli, güleç haliyle ders anlatıyordu. Az önceki teneffüsteki fal olayını hatırladı. Biraz düşündükten sonra, şiddetle pişmanlık duymaya başladı. Ne güzel fırsat vermişti sevdiği ona. Sevdiği birinin olduğunu söylemişti de, adının baş harfi, bir türlü çıkamamıştı ağzından. Oysa, bir tek harf, bir tek ’ B ’ harfi döküle bilseydi dudağından, kim bilir neler olacaktı ? Belki aşkının karşılıksız olduğunu öğrenmiş olacaktı ama olsun. En azından, ne zaman biteceği belli olmayan o işkenceden kurtulmuş olacaktı. Ama, hayır. Bu aşkın karşılıksız olduğunu öğrenmeye tahammül edemezdi. Böyle bir durumda yaşaması tüm anlamını kaybeder, belki de hayatına son vermeye bile kalkışabilirdi. Eğer sevmemiş olsa, niçin böyle bir yola baş vursun ? Aslında, çoktan anlamış olmalıydı. Bir defa da onun ağzından duymak istemişti. Haksız mıydı kız ? Madem seviyorsun, söyleyeceksin ? Sevmek ayıp mıydı, günah mıydı ? Ama , hayır. Denk değillerdi. Bir defa sosyal sınıfları farklıydı. Böyle bir aşkın sonu olamazdı. En iyisi, onu unutmaya çalışmaktı.
Bahar ders anlatırken, Fikret bu düşünceler kargaşasında dalıp gitmişti. Hoca bunu fark edip bir de soru sorunca, belki de ilk defa cevap veremeyen Fikret utandı, kızardı, mahçup oldu. Güldü Bahar onun bu haline.
Ders , saat onüçten önce bitiyordu. Zil çalar çalmaz , her zamanki gibi, koşarak çıktı sınıftan. Bir kaç dakika içinde, sabahleyin okula gelirken İstasyondaki Vasfi beyin dükkânına emanet filmleri alıp, doğruca istasyona koştu. Tren beklerken bile yerinde duramıyor, kulvarda volta atıyordu. Tren durur durmaz daldı içeri. Oturacak yer bulduğuna çok sevindi. Az sonra gelen simitçiden bir tane alıp, öğle yemeğini de halletmiş oldu. Az sonra yanında dikilen yaşlı hanıma yer verip dikilmeye başladı. Tren Haydarpaşa’ya vardığında, yine koşarak inip iskeleye kadar koştu. Vapurun üst katına çıkıp oturacak yer bulunca sevindi. Vapurdan da koşarak inerek, Karaköy iskelesinden karşıya geçti, alt geçide girip Bankalar yokuşundaki dolmuş durağına vardı. Galatasaray’a kadar, bu günün antika olan otomobilleri çalışıyordu o zamanlar. Dolmuş, İstiklâl caddesi’nde, Galatasaray Lisesi’nin yakınına kadar gidiyordu. Oradan da koşarak, Lisenin yan sokağında, film aldığı ’ darfilm’ e vardı. Kapıdan girişteki bir iki koltuktan sonraki masada oturan M.Erdem bakardı film alıp verme işlerine. Onun arkasındaki film deposunda da filmleri saran, kontrol eden, paketleyen yardımcı vardı. Hemen o depoya getirdiği filmleri bıraktı. Sonra da Erdem beyin elindeki listeden film seçmeye başladı. Yeni çıkan filmlerin çoğu açık saçık filmlerdi. Erdem beyin tüm ısrarlarına rağmen onlardan kesinlikle almadı. İkisi daha önce oynattığı filmler olma üzere , iki de yeni, dört tane, utanmayacağı filmler alıp, utanmadan yoluna çıktı. Kendini bu konuda, Bahar’a karşı bile sorumlu tutuyordu. Öyle birine âşık biri, açık saçık filmler oynatmamalı, seyretmemeli idi.
Yine bir araçtan diğerine koşarak yetişen Fikret, hava kararmak üzereyken Kurtköy’deki kahvelerine vardı. Zaman kısıtlı olduğundan üzerini değiştirmeye eve gidemedi. Okul çantasını kahvenin bir köşesine bırakıp, ceketini de duvara astı. Hemen film çantasından, o akşam oynatacağı filmin afişini kahvenin camına astı. Sabahın karanlığından beri , kahvede tek başına çalışan babasını önce yemek için lokantaya, sonra da dinlenmek, uyumak için evlerine gönderdi. Kollarını sıvayıp ocaklığa girdi. Nisan ayı olduğu için, kalkmamış olsa da sobanın yakılmasına pek gerek yoktu. Çaydanlıkları kontrol edip, yeni bir çay demledi. Bulaşıkları yıkadı. Sonra da masalardaki küllükleri boşalttı, boş bardakları topladı. Bu arada seslenen, çay, kahve, su.vb. isteyen müşterilerine hizmet etti. Biraz sakinlikten yararlanıp, bitişiklerindeki, kahvelerinin de sahibi olan muhtarın bakkalına gidip, yarım ekmekle katık alarak döndü. Ocaklığın yanındaki masaya serdiği gazete kâğıdının üzerine koyup, bir de çay doldurarak akşam yemeğini de halletmiş oldu. Yemeğini yerken, bir kaç defa kalkmak zorunda olmasına alışıktı. Asla isyan etmiyor, yemek yerken de hizmete devam ediyordu.
Kahvenin bir köşesinde, bavullar içinde duran sinema makinelerini kahvenin dışına taşıdı. Oradaki bir masanın üzerine yerleştirip, bağlantı kablolarını da taktıktan sonra, opörlörü, bahçe avlusundaki duvarın üzerine yerleştirdi. Artık her akşam aynı yerde sinema oynattığından, her akşam film olduğu da bilindiğinden, müzik çalmayı çoktan beri bırakmış, sadece mikrofonla bir kaç defa o geceki filmin adını ve oyuncularını ilân ediyordu. O akşam da öyle yaptı. Makine hazır olur olmaz, mikrofonu eline alıp filmin adını ve oyuncuların tanıtımını yaptı. Sinema perdesi olarak kullandığı kahve duvarının tam da önündeki masanın üzerinde kurulu televizyonda akşam haberleri verilmeye başladığında, oyunlar da yavaş yavaş sona ermeye başlamış, masaları teker teker duvar kenarına taşımaya başlamıştı. Haberler bitince de televizyonu kapatıp, sinemanın başlamak üzere olduğunu bildiren son bir anons daha yaptı. Dışarıda duran opörlörü içeriye, duvarın önündeki masanın üzerine koydu. Sigaraların da söndürülmesini rica edip, ışıklar da kapatıldıktan sonra, açtı makinesinin düğmelerini ve başladı film oynamaya. Yılmaz Güney’in yeni filmlerinden biriydi ve seyircinin ilgisi hiç de az değildi. Altı- yedi civarındaki çocuk, en öndeki tahta sıraya oturmuşlardı. Yaklaşık elli kişi de yetişkin erkek seyirci vardı.
Film başladıktan yaklaşık on dakika sonra, yanlarına kadar giderek, seyircilerden ücretleri topladı. Çocuklar yetişkinlerin yarısı kadar ödüyorlardı.
Devre arasında sigaralar yakıldı. Kahveyi bir anda sigara dumanı sardı. Kapı ve camlar açıldı. İsteyen müşterilere çay, kahve, gazoz servisini de yine Fikret yapıyordu. Mola bittiğinde sigaraların söndürülmesi ricasından sonra, dumanın da çıktığı anlaşıldığında kapı ce camlar yeniden kapanıp ikinci devre başlatıldı. Film oldukça siyasî mesajlar içeriyor, bazıları o mesajların verildiği sahnelerde kendini tutamayıp alkışlarken, çoğu Ülkücü görüşe sahip Kurtköy’ün yerli gençleri ile Karadeniz’li gençler öfkeleniyorlardı. Seyirciler kadar rahat seyredemediği halde, Fikret’in de bu siyasi mesajlarda etkilenip alkış tuttuğu oluyordu. Adı çoktan solcuya çıkmıştı zaten.
Gece saat onbir civarında film bitmiş, seyirciler dağılmıştı. Daha film bitmeden ocaklığın temizliğini bitiren Fikret, şimdi de sinema makinesini toplayıp, kahvenin bir köşesine yerleştirdi. Sandalyeleri toplayıp kahveyi süpürdü. Kahveyi kapatıp eve geldiğinde, saat gecenin onikisine yaklaşmıştı.
Ertesi gün okul vardı. Yirmi yaşından sonra liseye başlamış, en sevdiği öğretmeni Behice hanım bile o yaşta okumasının çok zor olacağını söylediğinde ’ İlle de okuyacağım ’ deyip, bir de söz vermişti. Üstelik sevdiği kız vardı aynı sınıfta. Sosyal sınıfları farklı olmasına, kendini ona denk görmediği halde, okuyarak , okumuş bir insan olarak ona denk duruma gelebileceğine, kavuşabileceğine inandığı zamanlar da oluyordu. Bu aşktan tamamen umudunu kestiğinde bile, onun karşısında mahçup olmamak için, sabahlara kadar uyumama pahasına, ders çalışmadan okula gittiği hiç olmamıştı.
Üzerini bile değiştirmeden, babasının çoktan uyuduğu, ortak kullandıkları odadaki masasına yerleşti. Çantasından aldığı ders programına göre, ertesi günkü derslerin defter ve kitaplarını masaya yerleştirdi. Tam karşısına da, Bahar’ın Yıldız parkında çektiği, özel olarak kendisi yaptırıp sakladığı resmini karşısına koydu. karşısında sevdiği kızın resmi, aklında, özellikle bir gün önceki fal olayı ve kaçırdığı açılma fırsatı olduğu halde derslerini çalışmaya başladı. Bir ara, ona yazmaya çalıştığı şiiri aldı eline. Bir kaç satır daha yazdı. Sonra karalayıp tekrar yazdı.
Babası uyandığında, onun masada uyukladığını gördü. karşısındaki resmi de fark etti. Gülümsedi. ’ Hey gidi gençlik , hey ! ’ dedi. Elleriyle okşadı oğlunu.
’ Fikret. Uyan oğlum, sabah oldu. Hiç yatmadın mı sen yine ? ’ Şaşkın bir halde uyandı Fikret. Ayağa kalktı. Gözlerini ovuşturmaya başladı.
’ Yatarım şimdi baba. Bu gün yazılı var da, çalıştım biraz. ’
Babası hazırlanıp kahveyi açmak üzere evden çıktığında, uyumak için fazla zamanı kalmamıştı Fikret’in. Akşam eve geldiğinde, çamaşır yıkamayı unuttuğunu hatırladı. Hemen kirlileri topladı, üzerindekileri çıkartıp makineye doldurdu ve yarı otomatik çamaşır makinesini çalıştırdı. Duş almak için de bir güğüm su doldurup ocağın üzerine koydu. Ütüyü fişe takıp ısınmasını bekledi. Isınınca atlet ve gömlek ütüledi. Yıkanması biten çamaşırları, makinenin sıkma bölümüne aktarıp tekrar çalıştırdı.Takım elbiselerini her hafta sırayla kuru temizlemeye verdiğinden, onlara ütü yapmıyordu. Önce traş oldu, sonra duşunu aldı. Sıkma işlemi de biten çamaşırları makineden çıkartıp, evin önündeki ipe mandalladı. Temiz çamaşır ve yeni ütülediği temiz bir gömlek giydikten sonra, o günkü ders programına göre çantasını hazırlayıp, çoğu gün olduğu gibi, tamamen koşuşturmadan ibaret hayatının uykusuz bir gününe daha başladı.
Kahveye , babasına uğradı. Baba oğul, peynir, zeytin, ekmek ve çaydan ibaret sabah kahvaltılarını yaptılar. Saat yediye yaklaşmıştı. Okul sekizde başlıyordu. Kahvelerinin önünden kalkan Pendik minibüsüne binerek okuluna gitmek üzere yola çıktı.
Bir türlü alışamadığı gözlüğü yine takıp çıkardıkça, gözlerinin kan çanağı gibi oluşu dikkat çekiyordu. Bu defa Bahar, içi yanar gibi sordu .
’ Ne oldu gözlerine ? Kıpkırmızı kan olmuş ! ’
’ Şey, önemli değil. Biraz uykusuz kaldım galiba ! ’
Zil çaldı. Hoca sınıfa girdi, yerine oturdu ve sordu.
’ Kim çalıştı bakalım bu gün ? ’ Yine, her zamanki gibi, güvenle, ısrarla, ilk kalkan parmak Fikret’indi, ikincisi de Bahar’ın. Üçüncüsü yoktu, hemen hemen hiç olmamıştı.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
koşturmalar devam ediyor,iyi ki genç dayanır Fikret.Tebrik ederim saygılarımla.