- 888 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GERÇEĞİ ARAYAN YALAN
GERÇEĞİ ARAYAN YALAN
Virane olmuş bir kentin yıkıntıları arasında! Koca bir yalan, gerçeği arıyor gibiydi. Belki bir resim, belki bir not, ya da bir mektup, bir işaret bulurum diye saatlerce gezindi! Yorgun ve bitkin bir şekilde! Umutları tükenmek üzereydi.
Belki de yılların yorgunluğundan olacak, ağır bedenini taşıyamamıştı bacakları. Ve bir moloza yaslanarak çöktü dizlerinin üstüne.
Gözleri buğulandı. Yavaşça başını kaldırıp tekrar çevreye göz attı. Her şeyi bulanık görüyordu. Sanki gözbebekleri limon sıkılmışçasına yanıyordu.
Civit mavisi kireçle badanalı bir duvar gördü az ilerde. Mavi bir duvar, umudun renginde bir mavi! Uzunca duvara baktı. Orada olmalıydı, yıkıntılar arasında olmalıydı aradığı şey. Mutlaka olmalıydı bir kanıt geçmişe dair.
Gördükleri bulanık, gözleri yerinden fırlayacak gibiydi. Gözlüğünün camı kirlenmiştir diye düşündü ve gözlüğünü çıkardı. Hayır, her şeyi bu kadar flu görmesinin sebebi gözlük camlarının kirli olması değildi.
Yitirilmiş geçmişini ararken duygudan dolmuş olan gözlerinin buğulanmış olduğunu anladı ve yumruklarını sıkarak gözlerini ovuşturdu ve tekrar baktı. Sonra, tekrar baktı ve Ceketinin eteğini kavrayarak önce gözlerini ve sonra anlından kirpiklerinin arasına sızan boncuk, boncuk teri sildi.
Hep tekrarladığı şeyleri bir kez daha tekrarladı. Mırıldanarak; “olmalı” dedi, “olmalı bir kanıt olmalı!”
Sonra bir çığlık attı, “neredeeeeee, nerede geçmişim benim?.” Attığı çığlıkla birlikte, yanı başında bir şehir daha çökmüştü sanki!
Hemen oturduğu yerden kalktı ve; “belki gerçeği yanlış enkazlar altında arıyorum.” Dedi! Çılgınlar çöken şehrin enkazlarına doğru koşmaya başladı. Şehrin sokaklarına girdiğinde yüreği burkulurcasına bir acı hissetti. Bu acı şehrin sokakları gibi, evleri gibi, öyle ki yüreği gibi cayır, cayır yanıyordu!
Siren seslerine karışan feryatlar beynini kemiriyor, patlayan musluklar gibi gözyaşları taşıyordu pencerelerinden.
Karanlık çökmüştü artık. Geceleri gerçekleri saklayan bu kent, eskiden her gün başka bir maske takar, gizlerdi acılarını, hüzünlerini, çirkinliklerini ve güzelliklerini halkın.
Şehrin taktığı maskeler gibi. Herkesin bir öyküsü bir hayatı vardı. Yaşadıkları ve anlattıkları, hatta anlatamadıkları! Bir de koca şehirde tek başına kaldıklarında yaşadıkları yalnızlıkları!
Bir an nefes nefese soluklanmalarla durdu ve “kendim koca bir yalan iken, gerçeği arıyorum bu şehirde ben.” Diye içinden geçirdi. Dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi.
Ama yılmadı! Nihayet bulmuştu aradığı delili. Daha önce gördüğü civit mavisi boyalı duvar enkazında gizliydi her şey. Orada saklıydı. Mavi dedi. Evet aradığım kanıt bu. Mavi umudun rengiydi çünkü.
Ve tekrar geriye dönerek mavi duvarın olduğu enkaza doğru koştu, koştu, koştu. İlk baktığı enkaz olan civit mavisi boyalı duvarın yakınındaydı artık. Sessizce sokuldu mavi duvara. Aniden üstüne çökecekmiş gibi tedirgin ve bir o kadar da heyecanlı. Mavi boyalı duvarı elleriyle okşar gibi sıvazladı. Birbirine aşık iki sevgili gibi duvarla uzunca sohbet etti.
Ve ekledi;
“madem umudum senin gibi taş,
her konuştuğum, her söylediğim yüzüme çarpacak,
madem insanlar ahraz ve nadan,
madem gerçeğimiz enkazlar gibi yalan, yalanımız öyleyse hangi gerçekte gizli?
Söyler misin hangimiz deli? Hangimiz katı? Küçücük bir sarsıntıya dayanamayıp ta yıkılan sen ve nice sarsıntılara rağmen hala ayakta duran bir yürekle ben. Söyler misin hangimiz taş kesmiş?
Ve bir kez daha dizlerinin üstüne çötü. Başını ellerinin arasına alarak uzunca sustu!
“Taş kesmiş yüreklerimizde, çığlıklarla susmak meğer biz insanların gerçeğiymiş.” Dedi ve sustu!
Kocaaa bir yalan, yaşamlarımız gibi yalnızlık.
Yalnızlıksa taş duvarlar gibi hepimize küs!..
Efkan ÖTGÜN