- 713 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
'sahiplenemeyen'
’biraz daha kalsam sana aşık olabilirim’
Büyük bir keyifle uzandığın yatağından kaldırır seni. Hafızandaki kokuları adını hiç bilmediğin yerlerden geçirip, kelimelere dökmek istersin. Acı bir kahve, yalnızlığın ve serseri iradesiyle ağlarcasına önünde eğilen gölgen düşer gözlerinin akından dilinin ıslak toprak parçasına. Et çamurun en olgun halidir, ruhunu bilmediğin sürece. Aklına gelebilecek, geldiğinde kendine darılabileceğin, yer ses martı çığlıklarının mesafesiz ve ayartısız ritimleriyle imgelerin diken gibi ruhuna saplandığı o yer de, işte hiç kimsenin tanımlayamadığı o yer de bir fallık mevsim var.
İçeri girdiğimde beni taze bir av misali süzüp, yanıma yaklaştığında, aslında göstermek istediğin pek çok kitabın olduğunu sanıyordun. Hatalıydın. Deniz hatalıydı. Herkes denizi mavi biliyordu. Deniz büyük ve iyi bir yalancıydı. Dünyadaki bütün insanlar onun mavi olduğuna inanıyorlardı. Hatta evlerinin duvarlarına resim yaparken ’deniz mavisi rengini kullandık’ diye birbirleirne tavsiyede bulunuyorlardı. Hayır, onlar büyük yalancılardı. Bir simit parçasına hasret dudaklarımın, dişlerim arasına ezmek isteyeceği susam parçasına benzer hazzı gözlerin ilkin hayal ettirmişti.
Bu hazzı benden alamazsın. Uzaklaşıyorsun. Birkaç metrekarelik ömrümüzde, gidebileceğin en uzak yer, benim sana yakın olmak istediğim oksijen moleküllerinin uçuşuverdiği bir mekan. Sen dönüyorsun. Hissediyorum. Bu et parçasının içerisine kazılı lipom mezarcıkları mevcut. Ne kadar özel hissediyorum senin yanında ve ne kadar yalnız... Birkaç dakika sonra caddenin ıssız bir köşesinde geçip giden bir kedi kadar yalnız olacağım. Sen bunu bilemeyecek kadar heveslisin. Güzelsin. Acı bir kahve kıvamında tanecik misali kelimelerin. Sesindeki karbon, yasemin çiçeğinin papatyalara selam söylediği bahçede misafir kalmış. Bunu herkes bilmeli:’ Çok güzelsin!’
Gidebilir miyim? Elimdeki poşet içerisindeki dergi... Aradığım yazarın kitaplarından eser yok çalıştığın kitapevinde. Hayır, olmalıydı. Esrik, hatta matiz bir öykü ayakkabısının su geçirip, çoraplarına ve hatta derisine kadar ıslandığı bir tablonun sessiz müdavimleriyiz. Bu sesi yırtan kuşların çığlıkları. Meraklı gözler: ’Daha ne kadar fazla kitap alabilir?’ Almıyorum. Güzelliğin pek çok şeyi değiştirebilir. Uğruna delice savaşlarda çıkabilir ama ben huzurdan ve sulhtan yanayım. Seninle beraber tüm dünya barış içerisinde yaşayabilir. Önce seni tanımaları gerekiyor. Seni sevmemeleri, senden hoşlanmamaları gibi bir sebep yok. Bu seçeneği hiç kimse işaretleyemez. İnsanlar seni gördüklerinde, asla hayatın bir şaka olmadığını ve birkaç seçenek dahi olsa, sorunun cevabını bilmeseler dahi (soruyu ben bile bilmezken), senin ismini, çevreni kuşatacaklarına inanıyorum. İnandığım gibisin. Daha başk anlatamamanın hüznüyle, terlerimi silmek istiyorum. Dünyanın en kaliteli, yumuşak peçetesini sunabilirler. Hayır, ellerini gördükten ve yüzündeki yarı şaşkın ifadeyi ezberledikten sonra yüzümü silecek başka bir şey dilemiyorum. Tanrı, tanrı parçacığına inananların tanrısından daha büyük, bu asla bir sevgi olmamalı. Terinin ve teninin kokusu karışmamalı bana. Uzaktan, dünyanın en değerli tablosuna bakar gibi, arada sırada bu kitapevine uğrayıp, seni görmeliyim.
George Orwell yaşasaydı eğer, ona bir mektup ya da email yazar gönderirdim. Bana kitaplarınızı bu kadar istekli hiç kimse sunmamıştı diye. Marquez’e de aşk olsun! Biraz daha yaşayabilir ve seninle benim aramı yapabilirdi. Ya ’Aile Çay Bahçesi’ öykülerine ne demeli? Akreple yelkovanı karı koca sandığım yıllar çok geride kaldı. Artık yüzyıllık yalnızlığın üzerine hasretler yuva kurdu. Pisledikleri yer de ağır bir yalnızlık ürüyor. Tüm yalnızlar yapışkan ve acı dolu bir sıvı gibi hissediyor kendilerini. Biraz daha kalırsam, biraz daha gözgöze gelirsek, daha yakından geçersen eğer önümden ve çıplak ense köküne doğru uzanırsa burnum (belki ben pinokyoyum)...
Taşlar, sopalar, köpekler korkutabilir beni ve gazlar sürükleyebilir gözlerimi kalbimin haritasındaki en uzak şehirlere... Hepsi birden menüye dahil, kadeh bardağında kendi kanını içen hayalet misafirlerim terimi kurutup, mavilere boşaltırken suyunu...
Biraz daha kalamam. Şu dergiyi alıp, çıkacağım. Başka tere ve tene karışsan dahi aklımdan çıkmayacaksın.
Kolay gelsin. İyi günler.
-’tekrar görüşmek üzere’
’beni son kez sevdiğini söyle’
’Dün burada uyuyordu. Bugünde uyuyabilirdi. Onu yazan yazar, istediği gibi metni değiştirdi ve onu bu dünyadan aldı.’
Bu kaçıncı dünya savaşı, onun ellerini değdiği ev burası. İnsan kaybedince, kaybettiği şeylerin değerini anlıyor. Kayıplar çok genç, kaybetmek acı, geri gelmeyeceği bilmek ise geç kalınmışlık alameti. Onun yatağındaydım. Aslında onun kendine ait bir yatağı hiç olmadı.
Ölüm bu. A şehrindne B şehrine geçiş kadar kolay olmalıydı. Öyle de olabilir. Çitlerin griliği beni korkutuyor. Penis ucu sertliğinde bir çamurun içine gömülen vücudunu oradan çıkarıp, tekrar yaşatabilecek bir güç yok. Onunla beraber yapılmış her şey ne kadar da güzelmiş. İzlenilen filmler, o filmler de gülünen sahneler, onun ağladığı saniyeler. Sokakta yürürken onun telefonunun zil sesine ait müziği duymak, sonra onu görememek, gözlerin çaresiz kalıp da, önüne eğildiği tablonun resmedilişi...
Her ölüm ne kadar da erken!
Soru: Bir daha onunla konuşamayacak mıyım?
Yanıt: Onu unutmalısın!
Soru: Onu unutmak için, bu zamana kadar onunla paylaştığım her şeyi silmeli miyim hayatımdan?
Yanıt: Asla geri dönüşü olmayan bir şey yapmamalısın!
Soru: İntihar edersem cehennem de her zaman mı kalırım?
Yanıt: Her aşk biraz tarih kokar.
Mitolojiden bahsedelim. Eşi ölünce ya da babası ölünce intihar eden kadınlardan bahsedelim. Alcyone, Cleite, Cleopatra, Polydora, Polymede, Antigone, Coronides... Hür engizisyon perdesinin altında yatan onlarca intihar kokulu toprak yığınları. Tarih eski denildikçe, kendini yeniler ve bir daha olmaz denilen şeyler tekerrür eder.
Yani yeniden ölebiliriz. Yani yeniden sevebiliriz. Ayağa kalkabiliriz.
...
şu an saygı duruşunun son cümleleri.
seni intihar ettiler
aynı ben, sen kokuyorum anne
gülüyor musun. bu çiçek, bir çiçek adı olmamalı yüzünde resmedilmiş. her anne çok güzel. güzeldir her anne. misli çiçekler, güzel kokular... aklıma rana demek geliyor, kargalar ip gibi telefon kablosuna sıralanmış, ölüm şarkısını söylerken. mezarlıkta bu telefon kablosunun ne işi var? yoksa böyle bir hakkınız var da, yeni mi öğrendik?
senin bir odan asla olmadı anne. odan burası olmalıydı. bu odayı sana tahsis etmeliydim. eğer yaratıcının dilini bilseydim, eminim senin adına o da bunu dilerdi.
senin bir odan olmalıydı ve o odada çiçeklerin... sulamalıydın her birini gözlerinle.
Ne olursun uyan! Bir kez daha söyle, ’seni seviyorum.’
Öyle muhtacım ki bu aydınlığa!
’patlayamayan mısır duaları’
Baba mısır alalım.
Baba mısır alalım.
Baba patlamış mısır alalım.
Baba patlamış mısır ben çok seviyorum. Alalım mı?
Baba, bir daha buradan geçerken patlamış mısır da alalım mı?
Baba, patlamış mısır nasıl da güzel gözüküyor. Alalım mı?
Baba patlamış mısır yiyen çocuklar çabuk büyüyormuş. Alalım mı?
Senin için patlamıyorum yavrum. Eğer ben patlarsam, öğrenemeyeceksin insan neden acı çeker. Patlamıyorum ki, acı çekesin. Acı çekip, büyüyüp, düşkünlere ve zayıflara yardım edesin. Onların çocuklarına patlamış mısır alasın. Bir de asidi kaçmamış kola.
Sarı kola:
’Güneş.’
-hemen açmayalım yavrum. aydınlık yarınlara
YORUMLAR
“Çünkü koku, soluğun kardeşiydi. Onunla birlikte insanların içine giriyordu, yaşamak istiyorlarsa karşı duramıyorlardı. Hem de tam orta yerlerine giriyordu koku, doğrudan kalplerine ve orada akla karayı ayırır gibi ayırıyordu ilgiyle aşağılamayı, iğrentiyle zevki, aşkla nefreti. Kokulara egemen olan insan kalbine egemen olurdu”
Patrick Süskind’in Koku adlı kitabından bir alıntı sadece..
ve yazınızda geçen "patlamayan mısır duâları" kokusu..
o çocuğun hayatı boyunca zihnine kazınan,
ki her asidi kaçmamış kola ve mısır kokusu duyduğunda yeniden canlanan ertelenmiş yahut reddedilmiş o masumane çocukluk isteği..
şimdi çok gizli yanaştıralım duygu gemimizi, denizi toprağa..
karışsın maî' kokuya.
HakkınSesi
deniz
üzerinde uyutacak ne çok hikayeler var
acıyla pek çoğu
ve çocuk
..
saygılar