- 736 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
SİNEMACI fikret - 57
Hayat her zaman acı, keder ve cezalar vermiyor insanoğluna. Ödülleri, fırsatları, mutlulukları da sunuyor işte kimi zaman. Şimdi, o güne kadar ve belki de hayatının kalan dönemlerinde bulmadığı, bulamayacağı kadar mutlu, güzel günleri yaşama fırsatı verilmişti Fikret’e. Daha bir kaç gün öncesine kadar, doğru dürüst yüzüne bile bakmayan, onunla konuşmayan, üstelik ona öfke dolu gözlerle bakan, hayatının aşkı, kara sevdası, ömrünce unutamayacağı, daima iyilikle, güzellikle anacağı, o güzel kız, Bahar, ona gülümsüyor, onunla ilgileniyor, konuşmak için bahaneler üretiyor, davranışlarıyla adeta ona ilânı-aşk etmek istiyordu. Fikret’in yerine bir başkası olsa, belki de çoktan, onun bu davranışlarından cesaret bulup açılabilir, aşkını anlatabilirdi. Ama, Fikret için çok zor bir işti bu.
Her gece ders çalışmaya başladığı andan itibaren, sabahlara kadar, ertesi gün okulda ona açılmayı hayâl etmeye başladı. En çok aklına gelen yol, mektup yazmaktı. Günler süren düşüncelerinden sonra, şiir yazmaya karar verdi. Hatta bu şiiri kıza vermeyi değil de, sınıfta okumayı düşündü. Genellikle, dönem sonlarında böyle şeyler oluyor, öğrenciler sınıfta şarkı söyleyip, şiirler okuyabiliyordu. O da böyle bir şiirle aşkını ona duyurmayı hayâl edip, bir şiir karalamaya başladı.
Dönem sonu yaklaştığında okul gezileri de başladı. Fizik hocalarının tertiplediği Emirgân gezisi, yine hayatının en güzel günlerinden birini daha yaşattı. Birlikte doluştukları otobüste, şen şakrak eğlendiler, şarkılar söylediler. O günlerde aldığı küçük bir fotoğraf makinasıyle arkadaşlarının resmini çekmeye başladı Fikret. Yıldız parkında devam eden resim çekme olayında, sıra Bahar’ın da resmini çekmeye gelince, heyecanı doruk noktasına ulaştı. Cesarete gelip teklif edebilse, belki de tek Bahar’ın resmini çekebilirdi. Fakat yine cesaret edemeyip, iki arkadaşı ile birlikte çekti kara sevdalısının resmini. Öyle güzel gülümsedi resimde, uzun süre deklanşöre basmak içinden gelmedi Fikret’in. O güzel bakışın, gülüşün, daha uzun süre devam etmesini istedi. Sonunda iki poz resmini çekmiş oldu sevdiğinin.
O güzel günün ardından, filmi yaptırmak için verdiği fotoğrafçıya gittiğinde, Bahar’ın resminin özel olarak yapılmasını, mümkünse, yanındakilerin çıkartılmasını istedi. Onu kendisine saklayacaktı. Diğer pozundan da bir tane kendisi için yaptırmıştı bile.
Okula getirdiği resimler çok beğenildi. Bu konuda Bahar’dan bile övgüler aldı. Bir kez daha mutlu oldu. Tüm ısrarlara rağmen, kimseden resim parası almadı. Öyleydi zaten huyu. Okula her zaman çok miktarda yazılı kâğıdı götürür, olmayan herkese bedava dağıtırdı. Hatta, kalemi, silgisi olmayan herkes bunları ondan ister ve mutlaka da bulurdu.
Her gece şiir üzerinde yeni çalışmalar yaparken, bir taraftan da karamsarlığı aklına geliyordu. Aslında, kendisini Bahar’a lâyık görmüyordu. Onu mutlu edeceğine bir türlü inanması mümkün olmuyordu. Okuma yazma bile bilmeyen, cahil, yoksul bir babanın oğluydu o. Kurtköy’ün sefilleri ve en yoksulu onlardı. Herkesin acıdığı, merhamet gösterdiği, bu yüzden sever göründüğü insanlardı. Ne evleri ne başka, hiç bir mal varlıkları yoktu. Oysa Bahar’ın , en azından eğitimli, elit bir ailenin kızı olduğunu çok iyi biliyordu. Veteriner baba, öğretmen annesi olduğunu duymuştu. Acaba, Bahar da Kurtköylüler gibi merhamet mi duymaya başlamıştı ona ? Özellikle annesizliğine, yoksulluğuna inandığı için mi öyle iyi davranmaya başlamıştı ? Ama, davranışları başka bir anlam taşıyor gibiydi. Aşık olamaz mıydı, sevdalanmış olamaz mıydı ? Tüm bu düşünceler arasında, bunalmaya, bazen umutlanmaya bazen de karamsarlaşmaya başlamıştı Fikret. Yazmaya başladığı şiirine de bu duyguların etki etmemesi mümkün değildi elbet.
Sonunda, şiirine koyduğu başlık ’ Olamazsın ’ oldu.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Bazen anlatamadığımız duyguları kağıda dökmekle başlar şiir yazmalar şair olmalar ,tebrik ederim saygılarımla.
Fikret TEZEL
Ah be sinemacı Fikret, metropollere gelip onun bir parçası olmaya çalışmış, ne kadar kentin devasa çarkına alışmış gibi davransa da köyünün yaşam biçiminden sıyrılamamış ebeveynlerin öykülerinden sıyrılamayan ikinci kuşak şehirlilerin sevdaya naif duruşları o senin, bizlerin de çok uzağında olmadığımız, aşk korkaklığın değil miydi?
Belki de güzel olan oydu. Günler boyu hüzünlü bekleyişten doğan karın ağrılarıyla beslenmiş, söylenememiş, yarım kalmış sevdalar...
Her şeyin dev metropolün dev çaklarında hızla tüketilmesinden günümüz aşkları da nasabini almadı mı sanki? Zevksiz bir iş başarısı gibi mekanik ve hızlı yaşanıyor, doyumsuz, canavarlaşmış kalplerin elinde heba oluyorlar.
Kaleminize sağlık üstadım