Narziss mektuplar IV
Cumartesi sabahı ,aynı zaman da ilk oruç günü...Hava öyle sıcak ve nemli ki sanki ılık bir suyun için de uyandık...Balkon kapısından dışarıyı izliyorum ,sabahın geç saatleri olduğu hal de dışarıda in cin top atıyor,her şey sıcaktan dalgalanıyor...Annemin bugün akşamı nasıl getireceğini düşünüyorum böyle bir hava da susuzluğa katlanmak eziyet gibi bir şey..
Dudaklarım da yarım bir gülümseme ile Cüneyt Özdemir’in bir makalesini okuyorum..Bu ülkeden bir hafta bile uzaklaşmaya gelmiyor diyor...Bir hafta da sekiz önemli gündemi kaçırıyorsun,oysa Norveç’te gündem hala’ ada katliamı ’ hiç yeri değil ama bu bana sanki fıkraymış gibi geliyor ..Gerçekten de hızlı yaşanan her şeyin çabucak unutulduğu bir ülkede yaşıyoruz aslında..Bir konuyu yeterince tartışmadan ,başka bir konu çıkıveriyor hepsini akılda tutmak kolay şey değil...
Kuzenlerinle geçirdiğin zaman aralığın da ,benim kafam epey karışıktı...Bazen hayat gereğinden çok hızlanıveriyor,benim gibi durağanlığa alışmış bir insanın baş edebileceğinden daha hızlı bir hal alıyor...
İki mektup arasın da ki zaman zarfın da ben de ancak Kemer’e bocce turnuvasına gidebildim..Kime bocce kelimesini söylesem bir de bocce nin ne olduğuna dair açıklama yapmak zorun da kalıyorum..Oysa Avrupa’da epey yaygın spor dalı bu ..Kemer’de tatil yapmakta olan Letonya’lı bir hanımla tanıştık şansa bak o da Letonya bocce milli takımın da oynuyormuş oyun stiline hayran kaldık...Eh dedim kendi kendime bende gittikçe daha iyi oynuyorum ben de onun kadar iyi olurum umarım diye söylendim ,ama buna kendim de pek inanmadım...
Eskişehir’i gezini biraz kıskandığımı söyleyebilirim..Nispet yapmakta da üstüne yok hani Porsuk nehri kıyısın da kahvaltılar,Odun pazarı evlerin de gezmeler falan...Bilmem söyledim mi ben o mahalle de doğdum.Tabi doksanların sonlarına kadar pek öyle bakımlı bir mahalle değildi,önce bir kaç ev restore edildi sonra Yılmaz hoca geldi mahalle kökten değişti..
Red-kid ’in son sahnesi örneğini vermen beni gülümsetti...Bunu daha önce ben neden düşünmedim ki diye hayıflandım..Akşam üstlerinden pek hoşlanmadığımı biliyorsun çok hüzünlü vakitler ve son sahne de tam bu ruh haline uygun..Red-kid’in omuzları düşmüş,atı yorgun ve güneş muhteşem bir şekil de batmaktadır....Red-kid en azından o saatler de yavaş da olsa hep hareket halin de ,belki de yapılacak şey bu ;yavaş da olsa hep hareket halin de olmak...Bu zamana kadar güneşin batışını hiç izlemediğinden söz etmişsin bu beni biraz şaşırttı..Dediğin gibi bunu en kısa zaman da yapmalısın, Buckett List’inin en tepesine yazılmalı..Pek çok kereler güneşin batışını izledim fakat hiçbir yer de güneş Dalyan’da ki gibi batmıyordur...Güneş sarı rengini bırakıyor kızıl bir küreye dönüşüyor kızıllık havadan gölün durgun yüzeyine yansıyor etraf sanki için için kızıl bir kor misali yanıyor , dünyanın sonu gelmiş gibi hissediyorsun tek kelime edemiyorsun hüzün iyice içselleşiyor... İnanılacak gibi değil aynı anda kaya mezarlarına bakıyorsun geçiciliği ve ölümü anlatıyor..Bu muhteşem mezarlarda yatanlar kim bilir kaç kere izledi bu manzarayı diyorsun belki de hala izliyorlardır sen ne dersin.?
Okuma konusu bu aralar biraz sekteye uğramaya başladı.. Bilmem sıcaktan mı ,yorgunluktan mı yoksa kafa karışıklığından mı odaklanmakta zorluk çekiyorum...Bu nedenle toplayıcı oldum biraz eski küçük boy ’Varlık yayın evi’ baskılarını topluyorum son zamanlar da nerede görsem hemen satın alıyorum...Ve bulmak zamanla daha da zorlaşıyor...Klasiklerin varlık yayın evinden çıkan nüshalarının çevirileri yeni basımlarla karşılaştırılmayacak kadar mükemmel...Bunu en iyi Knut Hamsun’un ’Açlık’ adlı romanın da fark ettim...Mışkin ve Natalia gerçekten ruhani olarak ilginç karakterler,fakat Pilar Ternara’da bunu bulamayacaksın,Ternara’nın çekiciliği tamamen doğal olmasından geliyor...’Budala’ ve ’Yüzyıllık Yanlızlık’ı okumanı çok istiyorum...Tercihinin Narziss olduğunu söylemişsin sen de ,benimde öyle fakat dediğim gibi Goldmunt’a meyilim daha fazla...Goldmunt’u sevmek ,Narziss’i sevmekten daha kolay,daha huzurlu....
Artık dizilerden film seyretmeye pek vakit ayıramıyoruz..Şu dizi filmlerin kalitesi şöyle böyle filmleri çoktan aştı gitti...Diziler de sekizinci sanat dalı olarak sinemaya dahil edilebilir mi?Son zamanlar da izlediğim beni etkileyen tek film ’Hayallerin Peşinde’ adlı bir aile dramı...Bu film de anladım ki Di Caprio’ya sinirli çaresiz haller çok yakışıyor...Kate Winset’de ayak uydurmuş buna her şeyden önce küçük huzursuz bir aileye sıkışıp kalmanın baskısını film boyunca hissediyorsun İzlemeni isterim ..Gerçi daha ’Arzunun Kanatları’nı dahi izlemedin..
Oruç tutmadığım halde yaz ayı olduğundan,iftarları genel de arkadaşlarla açıyoruz...Böyle akşamlar da hiç eve dönesim gelmiyor..Antalya’da üç belediye birbiri ile yarışırcasına etkinlik düzenliyor..Belediye sanatçısı diye bir tabir çıktı ortaya gerçekte pek iş yapamayan sanatçılar belediyelerden nemalanır oldu...Hepsi öyle diyemem ama bazıları gerçekten öyle...
Sabah kalkıyorum genelde kahvaltıdan sonra net başına geçip gazetelere göz atıyorum yada atıyordum diyebilirim,fakat son zamanlar da bunu yapmak içimden gelmiyor..Her haberin eksik olduğunu bazı olayların ve durumların düpedüz görmezden gelindiğini bilerek okumak çok zor...Tabi netten haber alıyorsun ,bu da samanlık için de iğne aramak gibi bir şey...Bazı video haberler asla izlenmemesi gereken şeyler...Bir tanesini izle ömrün boyunca bir yaran daha olsun....
Bugün kü antremanda çoktandır fark ettiğim ama bugün emin olduğum birşeyi anlatmadan edemeyeceğim..
Son zamanlar da derneğimizin bulunduğu mahalle de cemaat yurtları ve din eğitimine devam eden çocuklar iyice çoğalmaya başladı...Biz iki senedir derneğin önün de ki parkta hafta da üç gün antreman yapıyoruz..Pek çok çocuk geldi yanımıza denemek istediler ,bazen de sadece seyrettiler ve topları toplamamıza yardım ettiler,çoğu ile arkadaş olduk sokağın başın da belirdiğimde beni koşarak karşılamaları çok hoşuma gidiyor .Ne kadar normal ne kadar güzel bir şey değil mi? Ayrımcı söylem falan değil niyetim zaten beni tanırsın bak mubalağasız söylüyorum iki senedir öteki çocuklardan bir teki bile merak edip gelmedi yanımıza parka dahi hiç girdiklerini görmedim...
Peki bunu şimdi neden anlatıyorum sana...O çocuklardan biri kendine özgü giyimi ile bugün saha kenarına geldi bir banka oturdu,bakışları hiç bir çocuğun bakışı gibi değildi daha keskin daha ağırbaşlıydı ,banka oturdu bir saat boyunca izledi öyle hiç bir şey sormadı yanımıza yaklaşmadı..İçim ezildi kaldı bir çocuk nasıl bu hale getirilebilir..Diğer çocuklarla oynamıyorsa merak edip biraz girişken olmuyorsa 15 yıl sonra bizler demiyorum ama diğer çocuklar onlar için ötekiler olarak görülmeyecek mi? Buna nasıl bir çare bulmalı hiç bilemiyorum...Sadece bunun çok çok yanlış bir şey olduğunu hissediyorum..
Son söz olarak birbirimizden pek bahsetmeden ve her nasılsa aynı zaman da birbirimizi ilgilendiren mektuplar yazabilmek giderek daha çok hoşuma gideceğe benziyor...
Umarım son cümleyi anlayabilmişsindir...Çünkü anlatabildiğimden hiç mi hiç emin değilim.....
Sevgili Athena bir daha ki mektupta görüşmek dileği ile...
YORUMLAR
Sanırım geç kaldım.Daha mektun yarısında sizin mektubu gördüm.Neyse güzel olmuş.
Tebrikler Değerli Dostum
Saygılar