- 651 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
'parpayan'
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Çok Sonradan
Uyumak gelmişti içimden. Uymak... Kimseye uymak istemeyeceğim kadar uyacaktım sana.
Öyle güzel tariflerim vardı ki, mutluluk adına, hepsini sır gibi sakladım.
Dışımda kızgın, ateşten, mutsuz bir yüz. Ellerinde ve parmaklarında yüzlerce ödem, kelimelerin kayalıklarında saplı kalmış yüz binlerce ölü midye kabuğu...
’Ben seni sevmek için yaratıldım’ diyemedim. Rüzgar çıktı, bir bulut geçti. Bir tane daha, bir tane daha...
O hüzünlü halinden yıllar sonra geriye pek bir şey değişmemiş.
Sigaramdan derin bir nefes çekiyorum. Amatör bir yalancıyım hâlâ. Bilirsin, ne zaman balık yesem ve ne zaman o meredi içsem, boğazımda bir şey takılı kalıyor.
Birazdan uyurum. Dudaklarımın arasında ıslak filtreyi çekip alır mısın? Uykumda yavaşça aralanıyor rüyalar. Güzel insanları nasıl da çabuk harcıyor insanlar.
Onu çok sevdim. Bana benzediği için, benim gibi konuştuğu, benim gibi delikleri sevdiği için... Nokta.
Doğacağını öğrendiğim gün kız kardeşimin gözlerini merak etmiştim ve eve geldiğinde mutfaktan tornavidayla kız kardeşimin gözlerini açmak istediğimi söylemiştim. Hayır, kıskanmıyordum. Hemen büyümesini ve bana arkadaş olmasını istiyordum. Yalnızdım. Şu an olduğumdan bir farkım yoktu. O aralar çok duyardım o sözü:’ Bir veled yedisinde ne ise...’ Peki anlaşıldı! Yetmişinde de yalnız olacağım ama hep bir farkla; seni tanımış olmanın verdiği dayanılmaz, hüzünlü kanayışlarda.
Rüyamda sarı saçlı, yeşil gözlü kızdan haber alamanın üzüntüsünü gideriyordum. Nihayet bulmadan önce, rüyamdaki her şeyi hayal dünyamda pişiriyordum. O kız büyümüş, ayakkabı dükkanı olan bir adamla evlenmiş, iki tane de çocuğu olmuştu. Mutlu mesut yaşıyordu. En azından onun için, o güzel yüzü ve gözleri için böyle bir son hayal etmem gerektiğini düşünüyordum. Hata da etmiş olabilirim. Parmakları soğuk kızları hiç sevmedim çünkü ben.
İnce bir yağmur başlasa ve derimi geçip, ulaşabilse iliklerime kadar, yine seni düşüneceğim.
Yine Müzeyyen dinleriz ve yine ağlarız. Bazen de içeriz. Sanki son sigaramızmış gibi...
Öyle miydi?
Bugün Beraber Öleceğiz
’Allah kahretsin! Eteğim...’
’Boş ver, Salı pazarından alırız yeni bir tane daha...’
’...ya, hayır ya, tam da kıç kısmından yırtımış. Bembeyaz külot, gözükür.’
Kadriye Hanımla İsmet Bey’in biraz politik, biraz görücü ve çokça mantıklı evliliklerinden dünyaya gelmiş göbek adı Hayriye, asıl ismi Gülşen, biraz şen, biraz hoyrat, fazlasıyla güzel bir kadındı. Onu, ellerimin değdiği yerleriyle beraber tanıyordum. Bisikletin arkasında oturmuş, sımsıkı bana sarılmıştı. Eteği yırtıldığı an, sahil yolundan eve yolumuzun pek de kalmadığını fark etmek içimi rahatlatmıştı. Yine de onun bir anlık evhamı hoşuma gitmişti: ’Gözükür...’
Onun görünen yüzünü sevmiştim, görünmeyen karnalığına aşık olmuş, sesli ve unutulmuş şarkılarına konuk olmuş, yenikliğini tatmış, geçmişin bir daha gelebileceğini hiç düşünmemekle beraber, onun en önemli vazifesini o an göremiyordum. Bakıyordu, evet, etrafa bakması onun dünyada en önemli işiydi. Bunu benden başkasıda bilmiyordu. Ne mutlu bana, sesim çıkmıyor, bir konuk gibi, belki aciz bir karınca ya da yaramaz bir kelebek gibi ana yapışıyor ve onu izliyordum.
Bir gün uyumadan şöyle sormuştu: ’Geceler kaç saat sürer sevgilim?’ Üzerimdeki kilolarca var olan fazlalık, tonlara ulaşmış, boğulacağımı sanmıştım. Hiçbir yere kıpırdayamamıştım. Oysa çişim geliyordu. Yataktan kalkmalı ve tuvalete gitmeliydim. Yaşlandığımda prostat olmamalıydım. Olabilirdim, çünkü avuçlarımda uslu bir kedi uzanan ufaklığa güven duymuyordum. Ne zaman kalkacağı, ne zaman ineceği belli olmayan borsa oranları gibi, aklımı karıştırıp duruyordu. Ona yatırım yapmamakla en iyisini seçmiştim ama Gülşen’i düşününce, hayatımda bana verilmiş her saniyeyi sigortalamak istiyordum.
Şu an ’çok sonradan’ kalma bir basitlikle üşüyordum. Nesneler üzerime miting alanlarına tek tek yerleştirilen bariyerler gibi geliyor ve plastik kelepçeler kemiklerime kadar işleyecek bir ağrı bırakıyordu usumda. Çok zayıftım. Var olduğumdan değil, olacağımdan daha kötü, bir haftada üç kolonya birden bitirmiştim. Burnum artık yalnızca limon kolonyası kokusundan hava çekmek istiyordu. Dudaklarım tövbekar bir ayyaş gibi dün verilmiş sözünü herhangi bir meyhanede masalardan birine fırlatıp, atarken, savrularak girdiğim virajdan düşüyordu.
Aynaya beraber bakmayalı çok uzun zaman olmuştu. Hâlâ güzeldi gözleri.
Kalan
Sokak lambalarını geçiniz. Kokuyoruz. ’Aman Allah’ım, bu koku...’ Hepimiz yosunlarla kucaklaşmış, kimimiz mahrem deniz annelerinin göğüslerine ayaklarını sürmüş, kimimiz de midyelerin can evlerine acımasızca basıp, kırmışlardı. Her şey ne kadar da güzeldi, biz buraya gelmeden ve şeytanla tanışmadan önce.
Bugün ölebilirdim. Aslında herhangi bir gün olabilirdi ama ben bugün ölmek istiyordum. İsmini bilmediğim bir sürü insan benimle bu dileği paylaşamayacak kadar ahmaktı. Şuna bir isim takabilirim ama taktığım isimleri beğenmiyorum. Bir karar veriyorum sonra o karardan vazgeçiyorum. Önemli olan bir karara varmadan önce bir karar verebilme becerimde. Bunu şimdi hiç düşünemiyorum. Her şey o kadar yavaş ilerliyor ki, saat hâlâ dört olmalı mesela. Kuma işeyen köpek bile buralarda bir yerde olmalı.
Binlerce çocuk poposu gördü bu deniz, kirli çamaşırlar, sallanan pipiler, göğüsler, tanrıya yakaran sarhoşlar, koklaşan kediler. ’Bugün beraber öleceğiz.’ Göçmen kuşlarına avukatlık yapamam. Onları avutamam. Ben kimseyi avutamam. Kendimi hiç avutamam. Yalan atamam.
Beraber ölmeyeceğiz.
YORUMLAR
bir, 'kalan'ın yer edeceği cümleyi bekliyorum. o kelime çok şey hakediyor.
iki, aynı yazıda iki-üç filme başlayıp hepsinde uyuyakalmış gibi hissediyorum. ama uçları açık kalsın böyle, yani bırakın dağınık kalsın.
üç, yazdıklarınızı tersten de okusam bir şeyler anlayacak gibiyim. kelimeler tılsımlı mı?
yedi, sayı saymayı biliyorum evet. yüzüme toprak gelmesin diye diğerlerini söylemiyorum. :)
bence siz, eşyanın dilini biliyorsunuz.
öyle miydi?