- 613 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sen Seni Bil
Sen Seni Bil
Sen, seni bil yani “Ben”i bil! Kendini bil! Kendi benliğini bil!
Aslında isimler kavramları tam karşılamıyor. “İlah” ile “Allah” aynı manada olmadığını "La ilahe illallah" hakikatinden öğreniyoruz. Burada “İlahsızlaşmak” ideal olanı ama bu “Allahsızlaştırmak” değil.
Allah, bireysel alanda bilinmek durumundadır; ilah ise kişinin kabulünün bir adı. Burada kabullere dair "La ilahe illallah" deniyor. Eski zamandaki "İnsan ilah" kabulünü ve putları; kapsamı genişletir isek para ve malı da ilah edinmişler, bunların tamamını “İlah” kapsamına alırsak daha iyi anlarız kişinin “İlah” konusundaki reddini ve Allah kabulünü! Allah inancının bireysel alanda oluşması benim açımdan ideal olanı! Buradaki sıkıntı tam da şu; birey, kendi “İlah” ya da “Rab” algısını, “Rabbualemin” algısı olarak sunmaya çalışıyor. Yani kendi tespitini diğer insanlara kabul ettirmeye çalışıyor! Bunu ister günümüz insanı yapsın ister “Orta Çağ” kabulünü kabulü dayatsın; fark etmez! Sonuçta diğer insanlarla eşit olan tek bir insanın algısıdır mevzuumuz! Bu manada herkesin algısı kıymetlidir. Hatta algılar bileşkesi gerçeği bize sunabilir!
“Rab Ve Rabbulalemin Algısı” yazımda açıklamıştım; birey, kendi algısını dilediğince yaparsa Allah’ı bulabilir ama bir noktada dondurup “İşte budur!” dediğinde, “İlah” anlayışı devreye giriyor. Yani ilah mı, Allah mı? Elbet Allah! O zaman Allah inancı, bireysellikten asla ayrılamayacak. Yani kişi kendi “Rab anlayışını, “Rabbulalemin budur!” olarak asla sunamayacak! Böyle olunca da kaos olmaz!
Çünkü herkesin farklı algısı olmalı. Yani tüm insanlar tek yazılımı “İnsan yazılımı” kullanıyor! Yazılımının potansiyeli sınırsız ya da sınırı henüz bilinmiyor. Burada "Ben" olarak algılanan, Allah’ı da “Ben” algıladığı için önem kazanıyor. Allah, kişinin algıladığı kadar bilinecek, “Ben” algısı kadar bilinecek! “İlim kendin bilmek” Asıl olan ise kişinin algısına sığmaz bu nedenle herkesin algısı farklı olabilir. Bunu klişeleştirmek için yapılan tüm çabalar ya izimler ya da din adamlarının sınırları olacak. Algıların bileşkesi, Allah inancına dair olacak. Bireyin kendi algısı bu bileşke algıya ne kadar yakın ise o kadar marifet elde etmiş olacak.
Evrende “Şer” olarak bilinen şeyler de hayra hizmet için yaratılmış olduğundan Allah, şer iş yapmaz! Demek tercihte şer olabilir ama asıl yaratılanlarda şer yok. Buradan da şu çıkar; kişi, kendi tercihini yaşar. Birileri şablon çıkarır ise o insanı sınırlar. Bunu yani şablonu izimler ve firavunlar diktatörler çıkardı ve yürümedi. “Yenidünya düzeni” olarak süsleyip çıkardılar o da işlemeyecek. Bunun nedeni, her bireyin tüme dair potansiyelinin olması yani bir diktatör “Ben” den daha kapsamlı olamaz. Bir din adamı, lider de “Ben” den daha önemli olamaz. Bu bilgi olarak değil, potansiyel olarak elbet. İnsanların tarihsel süreçte üstlendiği, genelde bir din ya da ideolojik klişenin her türlü araç ile savunulması olmuş. İnsan ilahlardan tutun firavunlara kadar “İlah anlayışı” üzerinden diğer insanlar kontrol edilmiş, konsolide edilmiş! Yani insanı sınırlamak isteyenler insanı “İlahsızlaştırmak” istemez çünkü zaten “İlah” üzerinden kolayca sınırlayabilir. Bu durumda "La ilahe illallah" prensibi, tüm ilah sömürüsünü berbat ediyor! Yani ilahlar olmaz ise insan Allah’ı bulacak. Başka insanlarca yedeklenmekten kurtulacak!
Evren levhasında (Levh-i Mahfuz) olanları, insan bulduğuna göre insanın yeni olarak bulduğu ya da bulduğunu sandığı, zaten mevcut olanın başka bakış açısı olacaktır. Bunu kuantumda “Paralel evrenler” olarak düşünür isek bir evrenin sayısız paralel yansısı olabilir. Bir zerre bir evreni barındırıyor, bu da “Zerre küllün aynasıdır!” olarak bilinir! Yani zerrede (buna "Ben " der isek) evren, bende saklı. İnsan, "Ben" üzerinden evreni veya tüm insanlığı temsil edebilir. Bu açıdan ben, tek olacak. Yani adem beni ile bizim manavın beni aynı “Ben” olacak. Potansiyelini açtığı kadar o “Ben” yansıyacak!
Bu manada evrenden herkes kendi benliği ile bilgi çeker! Bunu herkes potansiyel olarak yapabilir ama tercih ve potansiyeli açığa çıkarmak farklılık oluşturur. Kimi, bizzat kendisi evrenle temasa geçip bilgi çeker; kimi, güvendiği birinden hazır çekilmişi alır. Burada yine bir ayrıntı var; bizzat evrenden kendi çekenler asla dayatmaz bilgiyi, bilir ki çekilen bilgi kendi algısının sınırıyla belirlenmiştir! Dayatan kesim, hazır alanlardır. Yani “Şeyhim en iyi bilir!” söylemi bu klasik tavır zaten! Bilgi savaşını da hazırcılar körükler! Eevrende, levh-i mahfuzda olmayan aklı kim üretecek? Bu mümkün değil. Sofrada olmayan tercih edilemez! Levh-i mahfuzda var ise zaten herkese açık sayılır. Yani talep edene… Bu durumda da aracılara, tadanlara, balın tadını sormak ve aracılardan dinleyip bal konusunda konferans vermek yerine, bir parmak yeterlidir balın tadı hakkında fikir sahibi olmak için!
Ölüm korkusu en önemlisi ve öldükten sonrasının korkusu da ahret ve Cennet beklentisi yaratacak. Aslında ölüm sonrası korkusunun çaresi şu: Dünya, ahretin tarlası idi madem öyle, Dünya da güzel eken ahrette güzellik biçer! Ahret, nasıl oluşur? Fizikçiler diyor ya hani hiç bir üretim, ses görüntü ve düşünce yok olmaz; data (bilgi) yok olmaz evrede. O halde Dünya hayatında mutlu olmayan ya da devamlı savaşanlar, Cennet ekmemiştir. Ayna gibi düşünelim yansıma, ahret olsun. Ne yaşadın da ne yansıyacak? Kin, haset ve savaşları ekenler, neyi yansıtacak? Klişeler, insanları o kalıba hapseder. Bazı klişeler güzel olabilir yani her klişe güzel değil denmez ama klişenin şu sakıncasına dikkat çekmek isterim; klişe, gelişmez! Oysa dini literatürde, insanın tekamülünün (gelişiminin) Cennet’te bile devam edeceği vardır yani insanın üst sınırı bilinmiyor. Klişe, ne kadar güzel olur ise olsun; sınırlı olması yüzünden sakıncalı olur.
Paralel evrenler konusunda; bir yazılımı farklı programlar yardımıyla açmaya benzer! Aynı yazılım bir programda açılınca sayılar ve yazılar çıkar. Başka programda aç resim çıkar! Tek boyut, data; çok boyutta izlenir! Paralel izlenimler... "Arş, sayılar; kürsi, harfler alemi!" Muhyiddin İbn-i Arabi Demek bir yazılım var tek boyutlu o açılıyor sonsuz paralellerde. Yani her an, yeni kombinasyonlar denenir ya da izlenir!
En az iki boyutta görünür oluyor, levhadaki data (bilgi).
Bu iki boyuttan üçüncü de çıkar; tek göz, derinliği fark edemez, iki göz ile derinlik de fark edilir kıyas ile! Yani tek boyutlu data aleminden, çok boyutlu bir algı alemi çıkarılır!
Bir adım atsam, başladığım yer kadar gidebilirim. Nerede adım atarsam, o adım oraya kadar olan tüm süreci kapsayacak! Bu “Altınçağ” beklentisini de izah ediyor. Bireysellik zirve yaptığında, yani her birey toplum kadar önemsendiğinde, “Zerre küllün aynası” yan, “Ben” olduğunda; her birey, bir toplum kadar değer kazandığında, “Evrensel eşit insan prensibi” hakim olduğunda, “Altınçağ” yaşanır. Çünkü evren, levhi mahfuz, kuralları koymuş; dışına çıkmak mümkün değil! Bu durumda, insanlara hazır kalıplar sunarak onların yolunu uzatmak veya onları kendine bağlamak gereksiz! İnsanları “Ben” liğinden uzaklaştırmak için yapılan tüm çabalar da “İnsan”a karşı yapılmış olacak! Bu kapsamda insana sınır koymaya çalışanların amacını tahmin edersiniz!
Selametle,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.