- 922 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ARNAVUTLUK'UN EN BAKİR PLAJI DHERMİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İki hafta kendimi dinlememe, kendime dönmeme yeterli gelir diye düşünmüştüm. Şimdi bundan o kadar da emin olmadığımı anlıyorum. Sanırım yalnız kalmak da gerekli kısaslardanmış.
Sahilde bir ateş yaktık dün gece. Halbuki uzak limanlara demirlemiş gemilerin varlığı yoruyordu zihnimi bu ateşin dumanında. Bir hayal geliyor, nazlanıyor, salınıyor dumanların içinden ve aniden esen bir rüzgar alıp götürüyordu bu hayali. Dalgalar gündüz tatilcilerin üzerinde hoplayıp zıplamasıyla yorduğu sahili soğuk irkilmelerle yıkıyordu. Bizim yüzümüz denize dönük, konuşmaktan uzaktı söylediklerimiz. Ellerimiz refleks olarak ateşe uzanmış, oysa ne üşüyordu parmaklarımız, ne de yaklaşmak güzel bir histi bu sıcak canavara. Yanmış odun kokusu dağların kına kokusunu bastırmıştı bu kez. Günlerdir burnumuza işlemiş keskin kına kokusu biraz olsun rahat bırakacaktı bizleri.
Başımızın üstü çığlık çığlığa yıldız kaynıyordu. Ellerinde kandiller gökyüzündeki düğün alayına katılan yüzlerce uzaylıyla kaplıydı gök. Siyah saten çarşafa saçılmış ateş böcekleri gibi.
Aslında buraya gelmek istememin en büyük sebebi yıldızları görme arzumdu.
Küçük bir kız çocuğuyken ben, annem ve kardeşlerimle birlikte sık sık köye giderdik. Köy gökyüzünün bize ait olduğu tek yerdi. Basma etekliklerimizi ayağımıza çeker, naylon ayakkabılarımızın şişirdiği ayaklarımızla gücümüzün yettiğince koşardık yıldızların altında. Hava hep bir bardak ılık süt hazzı verirdi bana. Her zaman hasta olurdum oysa bu keyifli yolculukta. Daha o zamanlardan beri zayıf bir bedene sahip olmanın çilesini çekmişimdir. Gerçi artık büyüdüm, gücüme güç kattım fakat ne zaman mutlu bir tatil macerası yaşamaya niyetlensem lanetli bir virüs gibi çevremi sarıverir hastalıklar yumağı.
Yıldızlardan bahsediyordum demin. Saçlarımda taşıdığım minik mücevherlerden. Güneş yanığı yüzlerimiz, yara bere dolu dizlerimiz, dirseklerimiz, eski püskü elbiselerimiz ve bir yığın hayallerimiz vardı o zamanlar. İşte yıldızlar hep çıkış noktası olurdu bu hayallerin.
Bir yıldız kayardı, kuzenim ve ben bir dilek tutardık yıldızımızı kaçırmadan henüz. Dileğimiz büyür, büyür, ağzımıza, dilimize sığmaz, taşardı o gece. O ana ait olmayan kelimelerdi aslında ağzımızda evirip çevirdiğimiz kelimeler. Okumaktan bahsederdik çünkü en çok. Beş sınıfın da aynı derslikte eğitim gördüğü bir ilkokul vardı bu köyde, kız çocuklarının okullarda başına gelen kötü şeylerin varlığına ait şehir efsanelerine inanan büyüklerimiz bir de…
Ben kuzenimden daha şanslı olanıydım aslında. Köye tatilden tatile gezmek için gelen “şehirli” kuzendim. İlçede oturuyor oluşumuz şehirli yapmıyordu beni kuzenimin gözünde; yaşadığım yerde ilkokul ortaokul ve lise olması şehirli oluşuma kanıttı yalnızca.
O gece, başımızdan kayan yıldızı gördüğümüzde dilediğimiz dileğin ikimizin dileği de olduğu belliydi. Fakat yaşadığımız yer, gök yüzünde bir yerlerde değildi henüz.
Okumak sayılırsa okudum biraz. İyi kötü bir meslek sahibi oldum. Eğer benim gibi güzellikle pek yakın bir ilişkisi yoksa bir kadının, bir meslek sahibi oluşu iyi bir evlilik yapmasına yardımcı olan bir etken. Beni seven biriyle mutlu bir evlilik yaptım. İki kız büyütüyorum.
Yıldızı ilk ben mi görmüştüm bilmiyorum. Fakat kuzenim epey kötü günler geçirdi. Evliliği, çocukları. Artık o köyde yaşamıyor. Bazen yine köyüme gider eski günlerimi ararım. Artık benden fersah fersah uzaklarda olduğuna kanaat getirdiğim o günleri, o yaz akşamlarını çocuklarıma masal anlatır gibi anlatırım şimdi. Belki günün birinde başlarının üstünden kayıp giden bir yıldıza kayıtsız kalmazlar diye…
Arnavutluk’ta, küçük bir sahil kasabasındayım… Güneş, gözlerimin mavi görüneceği açıdan doğuyor bu kasabada. Deniz alabildiğince hararetli bu gün… Dalgalar sahili döverken kendini de parçalıyor şimdi. Vakit akşamüstü. Burada bulunuşumun son günü. Yarın Tiran’a daha sonra da ülkemize döneceğiz. Kimsesiz bir tatil oldu benim için. “Kimsesiz” kelimesini içli bir şekilde söylemedim. Bazen iyidir kimsesizlik. İnsan bazen en çok buna ihtiyaç duyar çünkü. Bunaldığı dünya hayatından biraz olsun kurtulup nefes almaya karar veririz biz insanlar. Teneffüs vakti dolduğunda ise, dünyanın hay huyuna kaldığımız yerden devam ederiz, hiç ara vermemişçesine.
Pazartesi günü beni yeni ameliyatlar bekliyor olacak. Yeni arızalar getirecekler önüme, sanki tamirciymişim edasıyla elime alacağım kırık dökük aletleri yeniden. Söyleneceğim bir vidayı sıkmaya çalışırken. Optiğin görüntüsünün nasıl bu hale geldiğini sorgulayacağım. Uzun süren bir ameliyatın ardından hazırlıklarımı tamamlamadan yeni bir vaka getirmeleri sinirlendirecek beni. Olmayan malzemeler için yönetime verip veriştireceğim. Dünyanın en önemli meselesi haline gelecek bütün bu bahsettiğim, fakat şimdi hiç umurumda olmayan şeyler.
İşte… Biz de böyleyiz. İnsanoğlu su gibidir çünkü. İçine konulduğu kabın şeklini alması an meselesidir. Ben de kabıma dönmeliyim sanırım. Çünkü artık toprağa aktığımı hissediyorum.
25.06.2014……..Dhermi
YORUMLAR
Yazınızı okurken aklıma gelen ilk ne oldu biliyor musunuz "Paylaşmak" dedikleri o kelime.
Sanırım paylaşmak kelimesinin Dünyadaki en güzel örneklerinden biri böyle güzel anı olmalıydı.
Sonra, sonra mı?
Sonra bayanların iyi veya kötü, mutlaka okuyup bir meslek sahibi olup,
eşine,
ailesine,
kısacası kimseye muhtaç olmadan ömrünün sonuna kadar yaşama gerçeğine güzel bir anı örneği.
Üstelik zorluklar içinde olsa bile...
Bu güzel paylaşımınız için sağ olun.
Sevgiyle mahpeyker.
Tebrik ve Teşekkürlerimle...