- 1019 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Rüzgargülü Zamanlar
İnceden yağan yağmur bankta oturan genç kızı derin hülyalara daldırdı. Yağmur hem saçlarına hem de tertemiz yüreğine yağıyordu. Tabiat adeta onu ürkütmemek için sözleşmişçesine derin bir sessizlik içerisindeydi: yağmur bile ayaklarının ucuna basa basa düşüyordu yere. İnsanlar dakikalar önce ilk yağmur yağınca boşaltmıştı zaten kordon boyunu. Birkaç aylak martıyla, geriye kalan birkaç insandan biriydi , O da. Bu sessizliği sadece, kükreyen dalgalarla ileri geri giden tekne gıcırtıları, bozuyordu. Arada bir kafasını sağa sola çevirse de yine sıyrılamıyordu, denizin derinliklerinden.
İlk başta parkta bulunan diğer insanların ne derdi var acaba diye düşündü. Herhalde hepsi kendisi gibi hakarete uğramamıştı; değer verdiği insanlar tarafından. Hakikaten Ahmet niye hakaret etmişti ki , O’na? “Hep” diye söylendi “Hep benim iyi niyetimden”. Ama hala anlayabilmiş değildi. Çünkü çok değer veriyordu ve onun ağır bir söz söylemesini hazmedemiyordu. Kendisine mi yoksa Ahmet’e mi kızmalıydı, bir türlü karar veremedi. Nefret etmeliyim diye düşündü, şuan karşısında olsa boynuna sarılacağı insana. İncinmek, incitilmek, hareketlerinin yanlış değerlendirilmesi… Of of of…
“Beni bunca zaman hiç tanımadı mı?” dedi, belli belirsiz bir iç geçirişle. Saatlerce, günlerce gözyaşı dökmüştü. “Değer mi?”, “Değmez mi?” sorularıyla bunalan ruhunun imdadına yağmur yetişiyordu. Düşen her damla yüreğini ferahlatıp sinirini alıyordu. Biran her şeyi, dünyadaki her şeyi bir kenara bırakıp atlamak geldi içinden; meleklerle, iyi insanlarla, sevdalarla dolu bir dünyaya. Var mıydı acaba böyle bir yer?
Ne vakit sonra birkaç köpeğin homurtularıyla kendine geldi. Islanan toprağın kokusunu derin derin nefes alarak çekti; hem ciğerlerine hem kederlerine. Hafiften ıslanan elbiselerini silkeleyerek kalktı. Kaldırımların bittiği yere kadar yürümeliyim diye geçirdi aklından. Aslında biraz da olsa inanmıştı, son kaldırıma bastığında bütün karmaşıklığından sıyrılacağına.
Yağmurdan gizleyerek baktı, çalan telefonuna. Gelen mesajı açtı ve şaşırdı. Aslında şaşırmadı, bekliyordu çünkü. Saatlerdir yargıladığı, nefret ettiği, ağladığı, sevdiği, özlediği, hiç tanışmasaydım dediği insandan gelmişti mesaj. Biran içini bir huzur kapladı, hafiften gülümsedi. Baltalarını tekrar toprağa gömmeye karar verdi. Savaş tamtamları artık kulağına gelmiyordu. Sevinmek, sevinmek, doyasıya sevinmek için yürüdü bu kez, ıslak kaldırımlarda. Yağmur ve gözyaşlarının ıslattığı yüzünü silip bir türkü tutturdu:
- Yağmur yağsa. Uykum kaçsa ...
- Sevdadandır, sevdadandır, sevdadandır dedi annem aldırma ...
...
BEKİR CEVİZCİ
YORUMLAR
"İnceden yağan yağmur bankta oturan genç kızı derin hülyalara daldırdı. Yağmur hem saçlarına hem de tertemiz yüreğine yağıyordu. Tabiat adeta onu ürkütmemek için sözleşmişçesine derin bir sessizlik içerisindeydi: yağmur bile ayaklarının ucuna basa basa düşüyordu yere. "
Genel olarak bir öyüye benzemiş, en azından anlatımı öyle. Hatta tam bir öykü galiba bu.. Alıntıladığım parağraf dikkatimi çekti. Güzel bri yazıydı.