Gazoz Sever misiniz?
Oturduğumuz mahallenin dar sokaklarının kesiştiği yerde yazlık bir sinema çalıştırırdı ihtiyar Cemil amca. Çocukken ne büyük gelirdi perdesi. Büyükçe bir dut ağacı vardı duvarın dibinde. Uzak köşede derme çatma bir kulübe. Burada yatar kalkardı. Yaz gecelerinin en büyük eğlencesiydi, elimizde minderler, çekirdek külahları, tahta sandalyelerinde dudaklarımız tuzdan şişene kadar çitlerdik. Yaz gecelerinde açık havada filmin uzunluğuna göre rüya gibi geçen birkaç saatlik mutluluk. Aldığımız tat buydu sinemadan. Bazen gözlerim karanlık gökyüzündeki yıldızlara kayar, sinema oyuncularına neden yıldız dendiğini düşünürdüm.
Aynı filmi kaç gece izlediğimi hatırlamıyorum. Ama ezberlerdik oyuncuların repliklerini. Oyunlarımıza katardık her birini. Aşık olmayı da, dövüşmeyi de sinemada öğrendik. Zenginliği, ağlamayı, acıları, kahkahayı, hayatı öğrendik.
Gündüzleri temizlik yapardı Cemil amca. Sabah süpürdüğü çekirdek kabuğu ne kadar fazlaysa, o gece yine aynı filmi gösterirdi, belli ki iyi filmdi. “Bazıları yine gelmek isteyebilir” derdi. Bize de iş verir, yardım karşılığında gazoz verirdi soğuk soğuk.
Bir ağustos günü, erkenden gittik yanına yine. Cemil amca memnuniyetsiz. “Bu gece bu filmi değiştirmeli” dedi yerdeki çekirdek kabuklarına bakıp. Daha sabah olmasına rağmen çok sıcaktı hava. Sandalyeleri dizdik yine güzelce. Aralarında koridorlar bırakarak. İşimiz bittiğinde kulübesine giderek gazozlarımızı getirdi yine. Dut ağacının gölgesinde oturduk hep birlikte. Fazla konuşmayan fakat neşeli bir adamdı Cemil amca. Yine birkaç komik hikaye anlatıp güldürdü hepimizi.
Boş şişeleri toplayıp kulübesinin yanındaki kasaya koymak için ayağa kalktığımda, giriş kapısında iki adam gördük. Cemil amca ayağa kalktı. Biri epey uzun boylu iri yarı, diğeri kısa ve zayıf iki kişi. Ellerinde bir dosya kağıt. Uzakta konuşmaya başladılar. Kelimeleri seçemiyorduk ama, Cemil amcanın heyecanlı halinden anladığımız kadarıyla iyi bir şey değildi konu. Bizi kibarca evlerimize yolladı Cemil amca.
Akşam kapıları kapalıydı sinemanın. Bir ipin üzerinde kağıda eritilmiş kırmızı mühürle kapatmışlardı kapılarını. Gelen geri dönüyor, meraklı homurdanmalar yükseliyordu kapının önündeki kalabalıktan. O gece ve daha sonraki her gece, o kapı bir daha açılmadı.
Bahçe duvarından atlayıp içeri girerdik yine gündüzleri. Cemil amca oradaymış gibi. Sandalyeleri düzgün bırakırdık çıkarken. Yine dut ağacının altında gazoz içerdik, ama ısınırdı biz getirdiğimiz için. Bir daha soğuk gazoz içemedik o sinemada.
Bütün yaz kapalı kaldı sinema. Sonbahar okul zamanı. Ve sonraki her yıl. Bir yığın merakla unutulmaya yüz tuttu. Günün birinde birkaç iş makinesiyle yıkıldığını izledik. Dut ağacını bile kestiler. Yerine bir meyhane açılmıştı. Işıklı mı ışıklı. Aradan geçen yıllar tüm çevreyi değiştirmişti. Ve tam 10 yıl sonra. Yine bir ağustos akşamı. Şehir dışında okuduğumuz için yaz akşamları mahalle arkadaşlarımızla buluşmalarımız tarifsiz olurdu. Kaç kişiydik hatırlamıyorum. Ama o meyhanenin önünden geçiyorduk. Kapının hemen yanında küçük bir tezgah, tabureye oturmuş yaşlı başlı bir amca. Çekirdek satıyordu gazete kağıdından yaptığı külahlarda. Başı öne eğikti. Eskimiş bir şapkası vardı. Tanıdık geldi silueti. Birileri çekirdek alıyordu. Titreyen elleriyle para üstünü verirken yüzünü gördüm. Cemil amcanın ta kendisiydi. Olduğum yerde çakılıp kaldım. Merakla arkadaşlarım yüzüme bakıyorlardı. Başımla işaret ettim. Bir an hepimizin yüzünde mutlulukla karışık bir özlem belirdi. Cemil amcamız geri gelmişti. Eski sinemasının yerinde yeller esiyordu, ama oradaydı işte. Birimiz hemen koşup bakkaldan gazoz aldı birkaç tane. Ve karşıya geçip yanına oturduk. Bizi tanıyamamış olacak ki, dikkatlice baktı dakikalarca yüzümüze ve elimizdeki gazozlara. Sonra anladı. Gözleri doldu. Ayağa kalkıp sarıldı hepimize teker teker. Birkaç boş kasayı ters çevirip yanına oturduk. O anlattı, biz dinledik. Gazoz içmeyi bu yüzden severiz biz. Tadı değil bize verdiği, anılardır verdiği.