- 681 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
susmak zamanı
Bilmiyorum,
bu sebeple belki de, hiç kandıramayacağınız,
hiçbir dil oyununun tuzağına düşmeyecek birine anlatmalı halimizi.
Kalbimizi, ruhumuzu, hatta rüyalarımızı,
belki bilinçaltımızın dehlizlerini, bizden çok daha iyi aşkın bir varlık,
kendi zindanım dahil bütün o zindanlardaki bilginin sahibi olan birisi…
var her şeyin bir başı bir sonu ,Kanınız kaynıyor değil mi?
Bir an evvel bir “kanaat” sahibi olmak için çırpınıyorsunuz.
nerede böyle biri diye değilimi?
Gözünüzün önünde bilgi kırıntıları,var ama bir türlü her şeyiyle doğru bir hakikate ulaşamıyorsunuz.
Bulduğunuz bazı formüller hoşunuza gitmiyor,
hoşunuza giden formüller mantığa uymuyor.
Bunalıyorsunuz.
Vicdanınızla aklınız farklı şeyler söylüyor.
Duygularınız ve mantığınız çelişiyor.
Objektif hakikatle subjektif kanaatiniz arasındaki gerilim giderek artıyor.
Ama öyle bir çağda yaşıyoruz ki,
çabucak bir kanaate varmak zorundasınız.
Tarihte sorulmuş en manidar sorudur: Ne yapmalı?
Hemen bütün büyük dönüşüm zamanlarında sorulmuş.
Çünkü bir şeyleri anlamak, anlamlandırmak yetmiyor.
Her şey kaosa doğru kayıyor
ve kendi küçük dünyanızda bile olsa ufacık bir düzen kurmak,
yapısallığı en büyük aldatmacısı olan bir “gerçekliğe” ayak basmak istiyorsunuz.
Kaderin tuhaf bir cilvesi, yapabilecekleriniz, size verili olanla sınırlı.
O an içinde bulunduğunuz hâl,
bu karışık ortamı nasıl gördüğünüzü belirliyor çoğunlukla.
Çoğu zaman vicdan zannettiğiniz şey, ezberlerimiz oluyor.
Kolay yolu seçmenin konforu, en büyük sığınağımız.
Çünkü kaos biraz daha sürerse, bir hiç olmaktan korkuyorsunuz.
Bir an önce bir tavır geliştirip “Ben, buradayım!” demelisiniz.
Yoksa, yoksunuz. Öyle zannediyorsunuz.
Nihayet o kaçınılmaz soru tekrar zihninizi yoruyor:
Ne yapmalı? Keskin ve net olmak hoşunuza gidiyor.
Öylesi daha “görünür” çünkü. Benliğiniz daha garanti.
Sesiniz çok çıkıyor, öyleyse varsınız!
Oysa tarih, olağanüstü yanılgıların beşiğidir.
Hatta çoğu zaman, en “doğru” görünen insanlar bile bunun sağında solunda,
kıyısında köşesinde bir dolu yanılgıya düşmüş yanıltanları ile yürümüşler.
Heybeler indeki her şey “dosdoğru” olmamış zamana yenik düşmüştür cogu anlarda.
Müslümanız elhamdülillah, Peygamberler dışında hiç kimseye “günahsız” diyemeyiz ki
Ama burası söz meydanı,
burada “Benim!” diyebilmek için bütün yanılgılarınızı komplolara emanet etmek zorundasınız.
Artık doğrulara ihtiyacınız yok.
Tarih, “benler bizler onlar ın çöplüğüdür aynı zamanda.
Peki, hakikat? Ne önemi var ki?
Siz varsınız. Sözünüz var.
Kanaatiniz bir yere oturmuş işte.
Hakikatin bir değeri var mı?
Hakikatin kullanım değeri var mı?
Sizi bir “varlığa” eriştirebilmek mi?
Gerçeklerle yalanlar arasında,
güç kimdeyse onun söylediği değil midir hakikat?
geçmişin, geçip gidenlerin] kalıntıları üzerinde durup [söylemek]”.
şaşırtıcı değil.
“Nerede şimdi bizden öncekiler? Neredeler?”
Bütün bu nostalji içinde,
geçmişin geçip gitmesinin hayreti ya da kederi ile birlikte,
derin bir muhasebe duygusunun yattığını söylemek de, herhalde abartı olmaz.
Ama kötülüğün sınırlarını araştırmakla işe başlayanların, geçmişten,
nostaljiden çok bugüne,
şu ana, tam da o anda işlenmekte olan kötülüğe odaklanmaları beklenmeli değil mi?
O halde “var” olmak için boş verin hakikati…
Çatlasın onlar yad o bu şu.
Yeter ki siz, “var”ınızı ve aslınızı kaybetmeyin
.hasat zamanı gibi görün her anı
mesela zamanı geldiğinde saat olun yada saatin içindeki dişlilerden biri
Evet, “şartlar” çoğu zaman bir çeşit salgın hastalıktır.
Ona kapılıp gider insan ve zamanla düşüncesi ve ameli,
o şartlara bağlı olarak dönüşür.
Haliyle kötülük, bizim kötülüğümüz,
muhasebesini yapmak üzere araştırmamız gereken,
, bizim “şartlarımız”la belirlenmek zorundadır.
onun için ne yazmalı ne okumalı ne yorumlamalı
sadece susmalı ki suskunluğunda bulsun seni...
YORUMLAR
mesut YİĞİT
Vurmalıyım sanki kendimi yeniden Beyoğlu yollarına, her sokağına dalmalıyım yine eskisi gibi, önümden her geçen yüze nefret fışkırtmalı bakışlarım ve her şeye küfür etmeliyim yeniden, hiçbir şeyi umursamamalıyım ama her şeyi kafama takmalıyım, kafama her taktığım şey ile boğuşmalı, boğuştuğum her şeyi yenmeliyim, kim bilir belki de artık kesip damarlarımı akıtmalıyım zehir gibi gözyaşlarımı damarlarımda gezdirdiğim.
Bilemiyorum bu fırtına zamanla geçer mi, durulur mu dalgalar, aşk her şeyi affeder mi, affedecek ne var ki? Ne kaldı ki geriye ellerimde, ne kaldı ki sözlerimde. Bir bakışla ifade edebilecekken, bu kadar konuşmak niye, bu kadar ağlamak, bu kadar küfür etmek neye çare, şimdi şarkılardayım ben, rüzgarın sonbaharda çaldığı şarkılarda Mevsim sonbahar ya, zaman geldi, gitmeliyim şimdi yine... istanbula ve susmalıyım kadı köy vapuran binip karsıya gecerken
çünki istanbulda sen varsın , tskler saygılarımla