- 574 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Yaralı Tavşan
Yeni doğan yoğun bakım Ünitesi önünde heyecanla bekliyoruz. Fotoselli kapının her açılıp kapanışında heyecanımız bir kat daha artıyor, bizleri içeriye çağırmalarını dört gözle bekliyoruz. İçimizden bir babanın heyecanı görülmeye değer. Yerinde duramıyor, kıpır kıpır. Elleri ceplerinde kah koridorda volta atıyor kah duvar kenarına çöküyor, üşümüş gibi ellerini ovuşturup kalbi üzerinde bastırıyor. Bir filozof gibi kendisiyle konuşuyor: “Oğlum benim, biricik evladım, davşanım, kime benziyor acaba, yok yok elbette bana benzeyecek, başka kime benzeyebilir ki, diğerleri yaşamadılar, ne yapalım takdir böyleymiş, ama bu kerata yaşayacak, içime öyle doğuyor.” Konuşurken kulaklarına kadar pancar gibi kızarıyordu. Onun bu sözleri ise hepimizi güldürüyordu.
Nihayet kapı açılıyor, sekreter bizi içeriye çağırıyor. Ayaklarımıza galoş giymemizi, ellerimizi bol köpüklü suyla yıkadıktan sonra dezenfekte etmemizi ve üzerimize önlük takmamızı tembihliyor.
Tüm bunları kutsal bir göreve hazırlanır gibi titizlikle yerine getiriyoruz, zira birazdan kucağımıza kutsal emanetler olan bebekleri alacağız, onları öpüp koklayacağız, bağrımıza basacağız.
İçerisi bir uzay üssü gibi adeta; monitörler, küvezler, oksijen tüpleri, fototerapi makinesi ve adını bilmediğim daha bir sürü cihaz… küvezler üzerinde bip bip öten, ışıkları gibi bir yanıp bir sönen cihazlar… Beyaz önlüklü doktorlar ve hemşireler ise bu sevimli üssün astronotları. Acil durumlar için hazır bekliyorlar.
İlkin bakamıyorum bebeklere; minik minik elleri, ayakları, ufacık ağızları, burunları, dünyaya bakmaya çalışan gözleri ve tıp tıp atan kalpleri var. O minik el ve ayaklarını kabuğu üzerinde ters dönmüş kaplumbağa gibi bir aşağı bir yukarı indirip kaldırıp “ınga ıga” diye ağlıyorlar.
Küvezlerin plastik çeperlerinde yankılanan ağlama sesleri bir arı vızıltısından farksız.
Burunlarında, ağızlarında plastik hortumcuklar... kollarında serumlar, ayak parmak uçlarında bir başka cihaz… kiminin gözleri bandajlı, fototerapi alıyor, kimi yağlı güreşlere çıkacak pehlivanlar gibi kremlenmiş.
Ve nihayet oğlumu görüyorum. Onun da hali diğerlerinden farksız. El ve ayaklarına serumlar takmışlar. Şaşıyorum. Bu minik bedende damarlara nasıl ulaştınız da taktınız. İhtimal damar yollarını bulamadınız da başından verdiniz serumu. Baksanıza saçları tıraş edilmiş. Ama gelişme kaydediyoruz diyor doktor hanım, en kısa zamanda taburcu edeceğini söylüyor.
Eminim her anne baba yeni doğan bir bebeği kucağa alamamanın hüznü nedir bilir. Şurada doğalı iki hafta oldu ve biz seni henüz kucağımıza alamadık, ama yeter ki sen iyileş, iyileş de varsın biz seni bir hafta daha kucağımıza almayalım, öpüp koklamayalım.
Dışarıda heyecanlı babayla tekrar karşılaşıyorum. Heyecanı bir kat daha artmış, İçi içine sığmıyor. Ben demiştim bana benziyor diye. Tıpkı ben, elleri kocaman kocaman. Doktor gelişimi yavaş dedi bir de intreli, mitreli bir kanaması olduğunu söyledi bak onu iyi anlayamadım ama olsun buna da şükür. Vay kerata tıpkı ben kocaman elleri var. Kocaman elli davşanım benim.
Ziyaret saatlerinde heyecanlı babayla karşılaşıyoruz. Taburculuk ne zaman diye soruyorum. Doktorlar intreli dediği kanamanın hâlen devam ettiğini söylemişler. Umutsuz başını eğiyor. Belli değil diyor.
Nihayet taburcu olacağız. Bebeğimizi kucağımıza alıp evimize götüreceğiz. Onu beşiğine yatıracak, gecenin sessizliğinde mışıl mışıl uyumasını seyredeceğiz.
Ben sekreterden epikrizi alırken heyecanlı babayı fotoselli kapının önüne çökmüş hüngür hüngür ağlar buldum. O neşeli, hayat dolu halinden eser yoktu. Hayırdır kardeş dedim. Hem ağlıyor hem anlatıyordu; Davşanım gitti dedi, avuçlarım arasından kayıp gitti, parmaklarım arasından uçup gitti. Tıpkı bana benziyordu, kocaman elli davşanım benim. İntreli kanamayı durduramamışlar, yaralı davşanım, yarası kanaya kanaya gitti.
Babanın intreli dediği intraventriküler beyin kanaması idi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.