- 1695 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ŞU ERMENİ MESELESİNE BİR DE BİZ DOKUNALIM BAKALIM-22-
AYNI HİKAYE FARKLI ANLATICILAR.
Ermeni meselesi ile ilgili araştırmalar yaparken en dikkatimi çeken hususlardan birisi de Ermeni’nin de Türk’ün de hikayesinin aynı olmasıydı. Her iki taraf da insan muhayyilesinin tasavvur edemeyeceği bir vahşetten bahsediyorlar ama kullanılan argümanlar neredeyse tıpatıp birbirinin aynısı... Tek fark şu: Ermenilerin anlattığı hikayeleri okuduğunuzda bu hikayelerin sanki Nobel ödülü almış bir edebiyatçının kaleminden çıktığı hissine kapılıyorsunuz. Zaten dram olan bu konu, anlatanların değil ama yazanların elinde daha da drama bürünüyor. Türklerin anlatımında ise yalınlık hakim. ’’ Geldiler, vurdular, astılar kestiler ’’ hepsi o kadar.
Örnekleriyle anlatayım ki adaha iyi anlaşılsın:
Verjine Svazlian’ın (Sıvaslıyan)’’Ermeni Soykırım ve Tarihsel Hafıza’’ adlı kitabında, pek çok olan anlatımlardan birine bakalım:
Garnik Stepanyan (1909 doğumlu) : “Nisan günleriydi; Der Zor yakınlarındaki Hekimhane denilen yerde korkunç bir olay cereyan etti: Zıvaneli 30 güzel gelin kervanımıza katılmıştı. Bir gece onları toplayıp götürdüler; onları çırılçıplak soyup, dans etmeye ve kendilerini eğlendirmeye zorlamışlardı. Saçları darmadağın ve acayip bir halde geri getirildiklerinde, o gelinler hep birlikte elele tutuşup Fırat Nehri’ne atladılar”
Aynı olayı bir başka Ermeni olan Lois Papikyan da anlatmıştır. Şöyle: Türk jandarmaları köprü yakınlarında kendi çadırlarının etrafında bir şölen düzenlemişlerdi; zorla kız ve gelin kaçırmalar ve sapık tutkularını tatmin edecek çeşitli oyunlar düzenleyerek Ermeni kızlar ve gelinlerle mutlu oluyorlardı. Ben Türk görevlilerin Ermeni kızların en güzellerini, yaklaşık otuz kişiyi, nasıl ayırdıklarına, onları birbirlerine bağlayıp nöbetçiler eşliğinde, iğrenç niyetlerini gerçekleştirmek için kendi daimi mekânlarına götürmeye çalıştıklarına şahit oldum. Ancak o kızlar grubu Fırat Nehri üzerindeki köprünün yakınlarına ulaştığında, bir şimşek hızıyla tek bir vücut gibi hareket ederek korkunç bir yükseklikten Fırat Nehri’ne atladı ve gelecekte çekeceği eziyetlerden ve maruz kalacağı işkencelerden ebediyen kurtuldu. Kızların bu davranışı Türk jandarma komutanlarını çılgına çevirdi; o komutanlar canlı olan bütün yaşlı,kadın ve çocukların bağlanarak gruplar halinde suya atılmasını emrettiler. 200 metreden daha geniş olan bu derin nehrin yüzeyi cesetlerle dolmuştu ve sanki nehirden su yerine kan akıyordu…”
Ermeni Lois Papikyan bir anlatır,Ermeni Verjine Svazlian hiç bir ilave yapmadan onun anlattıklarını yazar lakin bizim Türk yazarımız Doğan Akhan olayı daha da dramatik hale getirir ve der ki:
’’Sonra Anadolu’nun tüm yollarında, dağ geçitlerinde eğri kılıçlar, süngüler, baltalar, filintalar kan kusacaktı. Boğazlananların kanları, suyla karışıp sokaklara taşacak, kan damlayan dilleriyle cesetler arasında koşan kudurmuş köpekleri, kedileri, tanrının evine sığınıp da, tanrının korumadığı ateşe verilmiş kiliseleri, evleri, dükkanları, başsız, kolsuz, bacaksız vücutları, derisi yüzülmüş soğukta tüten cesetleri önüne katarak, denizlere, göllere ve okyanuslara su taşıyan nehirlere, gül kokan Fırat’a sümbül tüten Aras’a, reyhan akan Karasu’ya dökecekti. Al yağmurlar başlayacaktı sonra. Çeşmeler, çaylar, dereler, tarlalar, çayırlar, dağlar, denizler kızıla kesecekti. ’’
Türklerin, dramlarını anlatışları oldukça basittir:
Bizde de Van’lı Seher anlatır: “Akşam oldu mu bizim içimize Ermeniler gelirdi. 150 tane kadar kadın içinden 10-11 tanesini seçip götürürlerdi. Sabaha kadar bu kadınlara tecavüz ederlerdi. Bu kadınlar öyle olurdu ki kan revan içinde kalır, bırakıldıklarında bacaklarını gere gere yatar, oturamayacak durumda kalırlardı. 7 yaşındaki Fatma ve 9 yaşındaki Gülfaz defalarca tecavüze uğramıştı. Zahide ve Fatma adlı iki gelin zorla götürülürken kendilerini Mermit Çayına atmışlardı. Van’lı Derviş Efendinin kızları Hayriye ve Şadiye, babalarının gözü önünde tecavüze uğradı. Van Şehrini basan Ermenilerden kaçabilmek için Van Gölü’ne yönelen Türkler çareyi vapurlara atlayarak Akdamar adasına gitmekte buldular ama bu vapurları yine Ermeniler işletiyorlardı. Onlara çok para verdiler kendilerini adaya götürmeleri için. Ermeniler onları adaya götürdü ama daha sonra Ermeni komitacıları da getirdiler oraya. O kadınlar orada Ermeniler tarafından defalarca ve günlerce tecavüze uğradılar. Bir grup kadın da ( Kırk ya da elli kişilik bir grup ) Başlarına gelecekleri anlayınca kendilerini Van Gölüne atarak intihar ettiler.
Görüldüğü gibi bizim anlarımlarda öyle Shakespeare’e taş çıkartacak edebi sanatlar yoktur. ’’ Geldiler, vurdular, tecavüz ettiler’’ o kadar. Ne al yağmurlar vardır ne de kan akan çeşmeler. Bunlar kesinlikle Türk katliam ve tecavüz mağdurları için kullanılacak kelimeler, tabirler olamaz(!)
Evet...Yıllar yıllar sonra Ermenilerin toplu ayinine açılan ve Van Gölünün suyuyla takdis edilen Akdamar Adası uzun süre tecavüz adası olarak anılmıştır ama ne yazık ki ne bir Ermeni yazar ne de Bir Türk yazar Akdamar adasının bu hazin öyküsünü Doğan Akhan’ın Ermeniler için yaptığı gibi daha da hazin bir şekilde sunmamıştır. Tam tersine 25 Haziran 1951 de yıkımına karar verilmiş olan bu tecavüz adasındaki kilisenin ( Surp-Haç Kilisesi ) yıkımını da bir Türk’ün gayretleri engellemiştir: Yaşar Kemal.
Dikkat edilecek olursa Ermeni anlatımında da Türk anlatımında da namuslarını korumak için kendini suya atan kızlar, kadınlar vardır ( Ermeni Fırat’a atar kendini, Türk Van Gölüne., Mermit Çayına... )
Peki başka benzerlikler var mıdır? Olmaz mı?
Bir Ermeni olan Muşlu Şoğer Tonoyan (1901 doğumlu) şöyle bir hikaye anlatır:
“1915 yılının Vardavar günü katliam yapıldı. Türk askerleri Dağıstanlı Çeçenler getirip bizi katlettiler. Bizim köyü yağmalamaya geldiler; koyunları, mandaları ve malları alıp
götürdüler. Güzel olanları götürdüler. Halamın bir oğlu vardı; o gece gündüz benim
yanımdaydı; onu da götürdüler. Erkek kalmadı. Küçük büyük herkesi toplayıp, Avzut köyünün ahırlarına doldurdular, ateşe verip yaktılar. İnsanları Malkhas Mardo ahırlarına doldurdular; ahırların etrafını ot yığınlarıyla çevirdiler; üzerlerine de petrol döküp ateşe verdiler. Ailemizden 60 kişi o ahırlarda yandı. O gördüğüm günü düşmanım görmesin. Sadece ben ve erkek kardeşim kurtulduk. Önce, güzel gelinleri ve kızları götürüp Türkleştirdiler; ne kadar genç erkek-bebek var idi ise annelerinin kucağından kapıp zaptiye yapmaya götürdüler. Duman ve ateş ahırı sardığında, millet başladı öksürmeye ve boğuldu. Anneler çocuklarını unuttu gerçek bir Sodom-Gomor durumuydu. Yanan insanlar koşuşturup, duvarlara çarpıyorlardı; yere düşen kendi çocuklarını ayakları altındaçiğniyorlardı. O gün kendi gözlerimle gördüğümü dağlardaki kurtlar görmesin.
…Diyorlar ki, o günü gören Türk molla, dayanamadı, kendini astı. O karışıklıkta insanların büyük bir kısmı boğularak öldü. Ahırın çatısı çöktü; çöktü, ölülerin üzerine düştü. …Keşke ben ve küçük kardeşim de yanan 60 kişi gibi yansaydık da o imansız insanların acımasız ve Allahsız kanununu görmeseydik. Köyümüzü,Vardenis,Mışakhışen, Ağbenis, Avzut, Khıvner ve çevredeki diğer köylerin bütün sakinlerini ahırların içinde yaktılar. O gördüğüm günü benim düşmanım görmesin… Ahırın kirişleri yanınca, dam çöktü; ahırın üstünde bir gedik oluştu; alev ve duman o delikten dışarı çıktı; bize de hava geldi. Artık hava alabildiğimizden, ben ve amcamın kızı Areg bilincini kaybetmiş olan erkek kardeşimi elinden kolundan tutarak kaldırıp dama çıkardık. Ben ve Areg de yanmış kirişlerin, cesetlerin üzerine basarak o gedikten dışarı çıktık. Dışarı çıktığımızda, Türk askerlerinin çember oluşturmuş dans edip eğlenmekte olduklarını gördük. Onların söylediği şarkı bugüne kadar kulaklarımda çınlar:’’Yori yavrum yori! ’ [yürü yavrum yürü] deyip kılıçlarını birbirlerine çarptırarak dans ediyorlardı”
Buna Karşılık Koçkıran Köyü’nden Binnet Karaduman’ın da (106) Bir hikayesi vardır ama o Muşlu Şoğer Tonoyan gibi süsleyemez anlatımını kısaca, az ve öz der:
’’Bizim köyde herkesi camiye toplayıp toplu halde öldürdüler. Genç kız ve gelinleri de Ermenistan’a kaçırdılar.’’
Fevzi Leventoğlu ise Dayısı Bekir Höyük’ün anlattığı ve Van’ın Özalp İlçesinde cereyan eden bir olayı ballandırmadan, kısacık, az ve öz cümlelerle aktarırır:
’’Dayımın anlattığına göre, Ermeni çetelerinin köye yaklaştığını duyan ve köyden uzaklaşmaya hazırlanan hamile bir kadın, tandırda ekmek pişirdiği sırada Ermeni çetelerinin saldırısına uğruyor. Kadının tandırda ekmek pişirdiğini gören çete üyeleri, ’Ekmeğin yanında kızarmış et ister misin?’ diyerek kadını tandıra atıyorlar.
Evet..Ermeni bir dama doldurularak yakıldıklarından bahsederken Türk de yakıldığından bahsediyor ama onun yakıldığı yer cami, tandır.
Her iki tarafın da anlattıkları içinde başka benzerlikler de vardır ama uzun uzun anlatıcıların anlatımlarını okutup da okuycunun zaten kusmak üzere olan midesini daha da fazla kaldırmamak için anlatımları atlayıp sadece bu benzerlikleri yazayım:
A) Her iki tarafın anlatımlarında hamile kadınların karınlarının süngüyle yarılıp içindeki bebeklerin alındığı, alınan bebeklerin süngülerin ucuna takılıp sadistçe naralar atıldığı vardır. Yine her iki tarafın anlatımlarında askerlerin, hamile kadınların karnındaki çocuğun cinsiyeti üzerine bahse girdikleri, bunu öğrenmek için kadınların karnının yarıldığı vardır.
B) Her iki tarafın anlatımlarında da kesilen çocukların kafalarıyla futbol oynandığı vardır.
C) Her iki tarafın anlatımlarında da yakalanan insanların din değiştirmeye zorlandığı vardır. Tabii ki Ermenilerin anlatımlarında ilave olarak Ermeni çocuklarının, hatta büyük erkeklerin zorla sünnet etirildikleri vardır.
D) Her iki tarafın anlatımlarında da ırzına geçilmiş kadınların pek çoğunun daha sonraki hayatlarını genel kadın olarak yaşadıkları vardır ( Bu Ermeni anlatımlarında daha çoktur çünkü Türkler sebep ne olursa olsun bir müslüman kızının genelevde çalışmasına tahammül edemezlerdi. Bu bakımdan Türk kızları-kadınları Ermeni ya da Rum adlarıyla çalışırdı genelevlerde. Mesela Hayriye olurdu Hayganuş )
E) Her iki taraf da diğer tarafın önderlerini kan içici barbar olarak görüyordu. Ermenilere göre bir halk kahramanı olan Antranik Paşa Türklere göre vampirin ta kendisiyken Türklere göre bir kahraman olan, kahraman olmasa bile suçu olmayan Talat, Enver, Cemal, Bahattin Şakir, Hüseyin Avni Paşalar, Boğazlayan kaymakamı Kemal Bey, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey, Ermeniler nazarında kan içici canavarlardı. ( Aslında Türkler de bu sayılan Paşaları pek hayırla yad etmiyorlardı )
İki tarafın anlatımlarında farklı olan nedir peki? Türküler...Evet Türküler...Ermenilerin, bu yaşadıklarıyla ilgili onlarca hatta yüzlerce türküleri, ağıtları olduğu halde Türklerin bir tane bile ağıtına rastlamadım araştırmalarım esanasında. Tam tersine Ermenilerle ortak türkülerimiz vardır ki ’’ Sarı Gelin ’’ Bunların başındadır. ya da ’’ Bahçelerde mor meni, verem ettin sen meni, ya sen müslüman ol Ahçik, ya men olam Ermeni’’ gibi ’’ Kırmızı gül demet demet , sevda değil bir alamet ’’ Gibi kardeş türküler vardır ama yaşadıkları mezalim üzerine yakılmış türküler yoktur. Peki bu veriden yola çıkarak ’’ Türkler eğer bir soykırım yaşamış olsalardı onların da ağıtları olurdu, demek ki yayamamışlar, türkü ve ağıt da yapmamışlar’’ Diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Neden mi? Anlatayım.
15-16 Yaşlarındaydım. Bir gün halamgile gittik. Halam kasetçalarına bir kaset takmış bir taraftan ağlıyor bir taraftan da sözlerini anlamadığım bir türkü dinliyordu. Ben içeri girince kasetçaları kapattı. Ben halamın Kürtçe bir türkü dinlemesine kızmıştım ama ona olan sevgim ve saygım nedeniyle susmuştum. Halam da sanki bir suç işlemiş gibi bana izahat vermek zorunda hissetti kendisini ’’ Sami biliyor musun bu çok acıklı bir türküdür ’’ dedi. Bilmiyordum. Bilmek de istemiyordum. Kürtçe konuşmak, hele de kaset dinlemek yasaktı. Benim halam, evet benim canım halam nasıl olur da böyle bir suç işlerdi? Koskoca âli ve yüce devlete baş mı kaldırıyordu yoksa? Çocukluk kafası işte...Hani o anda birileri gelip halamı alıp götürse, hapislere filan atsa ’’ Oh oldu ’’ diyeceğim.
Sanırım anlatabilmişimdir. Bizim de ağıtlarımız vardı ama iki sebepten biz bunları hiç duymadık, hâla varlıklarından haberimiz yok. Bu sebepler nelerdi: 1- Ağıtlarımızın çoğu Kürtçeydi ama Kürtçe yasaktı. Hele de plak ya da kaset dünyasında külliyen yasaktı. ( O günün şartlarında halam gerçekten de büyük bir suç işlemişti.) 2- Bizim ülkemizde Muzaffer Sarısözen ve Ahmet Yamacı olmasaydı belki türkü diye bir şeyimiz de olmayacaktı. Sonraları Nida Tüfekçi, Ali Ekber Çiçek, Musa Eroğlu ve daha niceleri de katıldı bu kervana da türkülerimiz gün ışığına çıktı ama yine de ağıtlar hâla gün ışığına çıkmayı bekliyor. Oysa Ermenilerin ağıtları ta 1915 de başlamıştı ve günümüzde hâla söyleniyor ve işin ilginci bu türkülerin neredeyse yarısı Türkçe yazılmış türkülerdir. İşte onlardan sadece bir tanesi:
Der Zor çölünde üç ağaç incir,
Elimde kelepçe, boynumda zincir,
Zincir kımıldadıkca, yüreğim incir;
Dininin uğruna ölen Ermeni!
Aynı Türkü bizim kızımız Zara tarafından bakın nasıl söylenir. Hem de oldukça hareketli bir Türk halk müziği Türküsü olarak ( Kerkük Türküsü )
Kalenin dibinde üç ağaç incir
Kolumda kelepçe, Boynumda zincir
Zinciri çok sallama her yanım sancır
Kalk gidek meyhaneye, çayhaneye, meyhaneye
Gönlüm şenlensin
Yarın hakkın divanında doğru söylensin.
İki tarafın da kendilerine yapılan mezalimi anlatmak için söyledikleri birbirinin aynı olduğu gibi bazen bu mezalimi anlatmak için kullandıkları resimler de aynıdır. Mesela yukarıdaki resim...Bu Resim Türkler tarafından ’’ Namuslarına tasallut edilen Türk kızlarının ’’ resimleri olarak kullanılırken Ermeniler tarafından ’’ Ermeni seks köleleri ’’ olarak servis edilmektedir sosyal paylaşım sitelerinde. Hangisi doğru peki? Bunu bilmenin imkanı yok ama resimdeki pezevengin kıyafetine bakacak olursak Türkiye’de o günlerde henüz kravat takan bir gavat olmadığına göre?... ( Tamamen alakasız bir resim de olabilir..Bilemiyorum.) Devam edecek.
YORUMLAR
Sevgili Kardeşim,
İki tarafın da suçlamalarını eşit mesafede tutarak yazman bence iyi olmuş.
Sadece aklıma şu soru geliyor ; Yıllarca savaşmaktan erkeği kalmamış, yiyecek
bulamayan ve karşısında koca bir Rus, Fransız , İngiliz Orduları bulunan
,fakir düşmüş bir millet mi,
yoksa hiç askere gitmeyerek sürekli kazanıp, Rus desteği ile kaşınan , nasıl olsa yıkılıyorlar
bir tekme de ben vurayım diye düşünen , Türk düşmanı bir topluluk mu ,
bu olayları başlatmış olabilir sence ?
Sevgilerimle Kardeşim.
sami biberoğulları
Olayları kimin nasıl başlattığı apaçık ortada zaten. Suçlamalara gelince:
Benim dediğim şu: Madem ki ortada suçlamalar var o halde bu suçlamaların hepsini doğru kabul edelim. Bu durumda biz alacaklıyız. Biz üç milyon Müslüman-Türk'ün katledilmiş olmasından bahsediyoruz, onlar 1,5 Milyon Ermeni'den...
Ayrıca... Balkan Göçü sırasında evlerinden yurtlarından edilen milyonlarca Müslüman-Türk'ün hesabı da var. Balkanlarda yaşadığımız Müslüman-Türk soykırımının hesabını kime soracağız?
Ve hep atladığımız bir husus: Biz 1,5 Milyon Ermeni katletiysek, ( 1915-1920 yılları arasında ) Ermeilerin nüfusu da ancak o kadarsa 10 Ağustos 1920 de yapılan Sevr Antlaşmasında sözü geçen altı vilayette kurulacak olan bir Ermeni Devletinde hangi Ermeniler yaşayacaktı. Ermeni kalmamış ki(!)
Velhasılı kelam abi matematiğimi de felç eti bu Ermeni sorunu )))))))))))))
Selam ve sevgilerimle.
Yine hüzün doldu gönlümüze,
Olmasını istemez hiç kimse.
Tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
Evet hüzün dolu anılar ama her anlatılan gerçek mi? işin bir de o tarafı var. İnan bana ben şurada oturduğum yerde bin tane hikaye yazabilirim. Tabii ki bunu demekle anlatılanlar yalan demiyorum ama abartıların hayli fazla olduğuna inanıyorum.
Selam ve sevgilerimle.
Hocam bu durum her haliyle insanlık dışıdır bütün bu olanlar ne için dünyadan bir parça yer kapmak içinmi bu insanlığı hala çözmüş değilim o halanızın dinlediği türkülere erişmeniz mümkün değilmidir araştırsanız kolay gelsin hocam saygılarımla
sami biberoğulları
Hasan Hocama yazdığım cevabı aynen sana da yazıyorum:
Evet hüzün dolu anılar ama her anlatılan gerçek mi? işin bir de o tarafı var. İnan bana ben şurada oturduğum yerde bin tane hikaye yazabilirim. Tabii ki bunu demekle anlatılanlar yalan demiyorum ama abartıların hayli fazla olduğuna inanıyorum.
Selam ve sevgilerimle.
Can sıkıcı bir bölüm oldu bu.
Üzücü durumlar.
Keşke hiç olmasaydı.
Azerbaycanlılar,
bu Sarı Gelin meselesine çok bozuluyorlar.
O türkü, Ermenilerin değil,
bizimdir diyorlar.
Buralarda sevilerek söyleniyor.
sami biberoğulları
Bazı Türküler o kadar birbirine karışmış ki: Mesela '' Kızım seni Ali'ye vereyim mi?''Hem Türk hem de Rumların söylediği güzel bir türküdür. '' Manastırın ortasında var bir çeşme'' o da hem Türk hem Rum türküsüdür. Bunun gibi daha onlarca var. Sarı gelin de öyle...Azeriler darılacaklar gücenecekler ama hem Türk hem de Ermeni Türküsüdür. Dahası. ( Aman Azerilere sakın söyleme ) '' Çırpınırdı Karadeniz'' in en azından giriş müziği bir Ermeni türküsüdür.Şu linkten bak istersen : https://tr-tr.facebook.com/video/video.php?v=444624504124
Ve bomba...Plevne Marşı...Hani şu '' Tuna nehri Akmam diyor'' Onun bile Ermenicesi var : www.indirvideo.net/plevne-marsi-orjinal-ermenice-hq--78877.html
Selam ve sevgilerimle.