- 1431 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇATAL KAZIK YERE BATMAZ!
İnsanlar, birlikte yaşamaya başladıklarında, yaşadıkları hayatın şartlarında birlikte kültür üretir ve ortak tarihlerini yaparlar. Bu durum, giderek onları birbirlerine benzer kılar. Hatta, genetik kodlarına kadar bu benzerlikler derinleşir. Uluslar, bu “renkleri” ile tanınırlar.
Her insan topluluğunun, diğer toplumlar gözünde ve zihninde algısı farklıdır. Bu algı, yukarıda sözü edilen “ulus rengi”nin dışarıya yansımasıdır. İngiliz’i, Yunan’ı, Türk’ü, Arap’ı; bazen bir potaya koyarak, aynı kıtaya veya aynı inanca mensup toplumları dışarıdan bakan için tahmin edilir kılan, bu algıdır. Bahsi geçen algının her zaman doğru olduğu söylenemez elbette. Ama, büsbütün de inkâr edilir değildir.
Toplumların yaşam alanı ortaklığı, üretilen ve paylaşılan maddî- manevî ortak değerler, ortak yaşamanın niteliğini; yani günlük yaşantı alışkanlıklarını, algı ve tepkilerini kendileri için doğallaştırır. Dışarıdan birine ters, farklı, kötü ve hatta aptalca gelebilen bir değer unsuru veya ölçüsünün onların günlük hayatında özel bir önemi, anlamı ve toplum hayatını düzenleyici; zincirleme başka unsur ve ölçüleri harekete geçiren yansımaları bile olabilir.
Kâinatta hiçbir varlık, olgu (metafizik kavram ve kabuller dışında) kendisinden ibaret değildir. Her oluşum ve idrak arasındaki bağ, bir başka idrak ve olgunun bir neticesidir. Toplumlar tarih içindeki uzun yolculukları sırasında; hem kendi içlerinde, kendi dünyalarını yapan olay, olgu ve şartların, hem de, başta aynı coğrafyadaki yakın “komşu toplumlar” olmak üzere, çemberin genişleyen halkalarındaki diğer toplumların doğrudan veya dolaylı etkisi altında kimliklerini oluştururlar. Bu demektir ki, kültürler arasında da bir geçişkenlik ve etkileşim kaçınılmazdır.
Toplumlar, birbirlerine benzeyen ortak değerlerle donandıkları nispette, birbirlerine benzerler. Benzerlik ölçüsü, birbirlerini kendilerine yakın bulma ve birbirlerini daha kolay anlama ihtimalini de kuvvetlendirir. Tarihte “kader ortaklığı” fikri veya “kan ortaklığı” bilgisi; “inanç ortaklığı” veya “dil ailesi mensubiyeti” gerçeği, en az komşu ülke konumu kadar toplumları yakınlaştırıcı bir niteliğe sahiptir. Dünyanın her tarafına gidilebilir ve o coğrafyaları ikinci bir yurt edinilebilir kılan; sanat, spor, bilim ve tekniğin evrenselliği, sermayenin sınırsız dolaşımı, ulaşım ve iletişim kolaylıkları ile bildirişimde küreselleşme, altı çizilen gerçekliği ortadan kaldırmaz. Nitekim, sadece AB ülkelerinin birlik ruhunu ve anlayışını kavramak bile, toplumların kendilerini birbirlerine yakın bulma ölçülerini teyit eder niteliktedir.
Bir toplumu, bize benziyor veya benzemiyor diye kınayamayız, elbette. Benzeşme olacaksa olur; ya da olması gerektiği kadar olur! Zaten günümüz dünya koşul ve ilişkilerinde ( sinsi ve kılık değiştirmiş sömürgeci-yayılmacı, ötekileştirici zihniyete rağmen) kendisine benzemeyeni dışlama, aşağılama, hukukunu çiğneme yankısız kalmadığı gibi, bir “asimilasyon” çabasına girmek veya toplumu buna zorlamak haklı, doğru ve insanî de değildir. Nasıl ki, birey olarak tek tek insanlar farklı sebep ve gerekçelerle farklı mizaç ve kişilik geliştiriyorlarsa, toplumlar da, kendilerini bir arada tutan sebep ve gerekçelerle farklı bir ulusal renge ve kimliğe bürüneceklerdir. Bunda sayısız yarar ve güzellik vardır, üstelik!
Bu çok renklilik, aynı sayılan bir toplumun kendi içerisinde bile açıkça görülür. Nitekim, toplumlar “homojen” bir yapıda olmazlar. Onlar da kendi içlerinde; dile, etnik kökene, inanç dünyasına, ekonomik varlık değerlerine sahip olma ölçü ve niteliğine, siyasal örgütlenme ve iktidar gücünü elde tutma ve yönetme tarzına, anlayışına göre, sınıf ve zümrelere ayrılır. Yani, isteseniz de, tek tip bir toplum oluşturamazsınız!
Önemli olan farklılıkların varlığı değil, farklılıkların toplumda nasıl karşılandığıdır. Evrensel hukuk değerleriyle donatılmış ve güvence altına alınmış bir devlet olma ve yönetme anlayışı, farklılıkları ötekileştirmeden eşitlikçi, adil bir terazi kullanıyor; kurumlar da, bu ortak yaklaşımı sergiliyor ve bu “terazi” tartışılabilir, denetlenebilir oluyorsa, farklılıklarımızdan kaygı duymamıza, zaten gerek yoktur.
Yukarıdan beri, genel niteliğini ortaya koymaya çalıştığımız sosyolojik olguyu, ülkemizdeki güncel sorunlara bağlayarak söyleyelim:
Uluslaşma çabası içinde kalkınmayı ve demokratikleşmeyi-yaşanmış ve yaşanmakta olan bütün sancılı dönemlere, süreçlere karşın-amaç edinen ve bu yolda önemli mesafeler alan Türkiye toplumu, şu temel ortak değerler üzerinde birlikte yaşayan bir “millet”tir: Vatan, tarih, kültür-inanç-dil, devlet-bayrak, ülkü-amaç ortaklığı!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bin yıllık tarih-kültür ortaklığında, resmi dili Türkçe ve ulus adı “Türk” olan, birlikte hür yaşama, kalkınma ülküsünü benimsemiş farklı etnik kökene, dile, folklora sahip olsalar bile “üst aidiyet” duygusu ve algısı “Türk” olarak kabul gören, dayandıkları hukuki temele göre “Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı” olmayı hak etmiş veya bunu seçmiş insanların bir ulus bağı ve bilinciyle oluşturdukları, birlikte yaşama iradesinin örgütlü ve somut karşılığıdır.
Bu noktada, tarih içinde ve yakın dönemde ötekileştirildikleri için mağdur edildiklerini öne sürerek, yasal çıkış yolu kapandığından, direnişe ve kalkışmaya yöneldiklerini iddia edenlerin ve onların siyasal sözcülerinin, yukarıdaki tanımlamalara katılıp katılmadıklarını; katılmıyorlarsa hangi yönlerden ve nelere, niçin katılmadıklarını beyan etmek görevleri vardır. Eğer gizli bir ajandaları yoksa; ya da başka bir devletin (devletlerin) tatlı ve yalan vaatlerine kanıp bu farklılıklar üzerinden siyaset yapmayı uzun vadedeki hesaplarına uygun görmüyorlarsa, devletin ve milletin esenliği için, farklılıklar üzerinden toplumu ayrıştırıcı tuzakları bertaraf etmeleri gerekir.
Ayrılıklarımızdan daha fazla benzerliklerimiz ve ortak değerlerimiz varken, farklılıkları öne çıkararak siyaset dili ve tavrı geliştirmenin-devlet denetiminde pek çok yakınmanın giderildiği günümüz koşullarında- iyi niyetli bir yaklaşım olduğunu söylemek, hem devlet yönetimine hem bu ülkenin insanına ve tarihine yapılmış en büyük haksızlıktır. Kardeşliği inşa edeceğiz diye mevcut kardeşlik binasında yıkıma girişenler unutmasınlar ki; “Güneş balçıkla sıvanmaz.” , “ Mızrak çuvala sığmaz.” ve “Çatal kazık yere batmaz.” diyen bir milletin irfanı ve bilgeliği ile alay edilmez!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.