- 1018 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
NAZIM'I SEVMEK
Nazım Hikmet; demir parmaklıklar ardına sıkıştırılmak istenmiş alabildiğine özgür koskoca bir yürek.
“Bugün Berlin’de kederimden gebermekte olsam da insanca yaşadım” diyebilen bir savaşçı.
Oysa Türkiye’de siyasi kaosun yaşandığı 1950’li yıllarda onun kendi diliyle yazdığı şiirleri doğduğu topraklarda yasaklanmış, bir de vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Unutulmuştu Nazım’ın dünya vatandaşı olduğu.
Özgürlük adına o yıllardan bu yıllara kadar değişen bir şey olmadığını görmek ne hazin. O günün gençliği için Nazım’ı sevmek özgürlüğü sevmek demekti, bugün gezi gençliğinin de aynı şiirleri okuyup Nazım’ı sevmeleri insani değerlerin savunucusu olmak isteklerinden ve özgürlük taleplerinden kaynaklanmaktadır.
Düşünce dil, din ayrımı gözetmeksizin herkes için eşitlik, demokrasi, adalet ve özgürlük istemek Türkiye’de yasaklı olmak demek. Taksim’e çıkamamak, haklarını savunamamak demek. İşte bu sebeple Nazım’ı sevmek, kendi deyimiyle ölümün üstüne yürümek ve çatlak bir yürekle sırtüstü ölümü beklemek demektir.
Sevdiği kadınları deli gibi kıskanıp bir yandan siyaseten kavga yaparken diğer yandan aşk üzerine dizeler yazan bu duygu adamını sevmemek mümkün mü? Nazım’ı anlatırken insan olmanın erdemine yakışan şu anısını kendi anlatımıyla aktarmadan edemeyeceğim.
Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir. Bir kaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre:
" Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?" der. Nazım’ı odaya getirirler. Müdür koltuğunda kasılan müfettiş Nazım’ı tepeden tırnağa küçümseyerek süzer;
"Demek Nazım Hikmet sensin", der. Nazım’ı ayakta tutar. Oturması için izin vermez. Kısa bir konuşma sonrası, "gidebilirsiniz" der. Nazım tam kapıdan çıkarken durur;
"Ömer Hayyam adını duydunuz mu?" Müfettiş hemen atılır:
"Kim bilmez ki Hayyam’ı"
Nazım:
"Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?" diye sorar.
Müfettiş şaşırır ve hatırlamaz hükümdarı. Nazım konuşmasını sürdürür.
"Görüyorsunuz, sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak, ama dönemin Adalet Bakanını ve sizi kimse anımsamayacak" der ve çıkar. Müfettiş yaptığı yanlışı anlar, Nazım’ı geri çağırır ama Nazım asla geri dönmez.
Ülkemizde her ne kadar kıymeti bilinmese de o, bir yerin, bir yönün insanı değildir. Koskoca bir insanlık ailesinin güzel evladıdır Nazım.
Seni seviyoruz, huzurla uyu!
Başucunda, toprağın üstünde yazdığın şiirlerini okuyanlar anlatıyor seni bize, şimdi sıra toprağın altında yazdıklarında. Bir gün sessizce ziyaretine geleceğiz seni sevenler olarak. Yanına uzanıp başucundaki şiir defterine yazdıklarını da okuyacağız yine hep birlikte el ele…
Ve senin hasretlerin de bizim sana duyduğumuz hasret gibi, hani diyorsun ya “Denize dönmek istiyorum.” diye bizce de denize dönmelisin Nazım. Bindiğin sonsuzluk gemisi ile limanımıza uğramayı ihmal etme. Sevenlerin seni bekliyor olacak hasretle. Ellerimiz havada, geç kalmış alkışlarımız seninle…
Seni tanımak için senin gibi düşünmek; senin gibi düşünmek için, her şeye herkese değer vermek gerek, önyargısız ve hoşgörüyle.
Ölümsüzlüğünün bu yıldönümünde seni saygı ve sevgiyle anıyoruz BÜYÜK ŞAİR ve gönül adamı NAZIM. Senin istediğin ve bizim de beklediğimiz özgürlük, bir gün Türkiye’nin tüm sokaklarında en renkli elbisesiyle dolaşacak. Özgürlük en çok işçi tulumlarına yakışacak senin de şiirlerinin dizelerinde olduğu gibi.
Her ne kadar mezar taşına; sadece tamamlanmamış bir şarkının pişmanlığını götürüyorum” diye yazmayı vasiyet etmiş olsan da düşmanlarına inat yaşıyorsun Nazım.
Daima ve ebedi kalbimizdesin.
HÜLYA TÜRK BOYACIOĞLU
03.06.2014