- 833 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Kendi Kendinin Şahidi
Kendi Kendinin Şahidi
Bazı biri "Çanakkale Boğazı" der öbürü "Yanardağ ağzı" anlar!
Anlatımın kalitesi kadar anlayanın algısı da önemli!
Bir öğreti, çarpık sonuç üretiyor ise o öğreti sorgulanmaz ise kısır döngü devam eder!
Genel olarak görülen şu; insanlar bilgiden kaçıp inanca sarılıyor! Bunun nedeni bilginin zahmetli inanmanın ise kolay olmasıdır! Bilgi ispat ister, inanç ise ispata gerek yoktur; inanca ispat isteyen bile ayıplanır! İşte bu nedenle bilgi, bilinç konusu önemli! Eskiler araştırmadan yapılan inanışa, "Taklidi iman" demişler! Araştırarak yapılan inanışa da "Tahkiki iman" demişler! Ben de diyorum ki "Bil, bilinçli ol!"
Yanlış bir bilgi, pek çok kanaldan tekrarlanır ve pek çok etkiyle (Kutsal ve geleneksel, alışılmış, sorgusuz kabul edilen etkiler) desteklenirse ve bu yanlışa inanmamak da suç olarak yansıtılır ve korku salınır ise "Yanlış!", "Doğru" olarak yerleşir! Yeni durumda ise "Doğru" yu kabul etmemiş ya da inkar etmiş olur muhataplar!
Nasrettin hoca fıkralarını severim, aklımı açar!
Hoca, mezarlıktan geçerken ölümü tecrübe etmek aklına gelir ve bir açık mezar bulup içine yatar! Gelen yok giden yok! Kalkar ve eve gider Hanımına; “Hanım ben öldüm, akrabalara ve komşulara haber ver!” der ve tekrar mezarlıktaki yerine gider! Hanımı basar feryadı; "Yetişin komşular hoca öldü!" Komşular, kadıncağıza sorar; "Ya hoca nerede öldü, kim haber verdi?” Hanım der; "Garibin kimi var da haber versin, kendi haber getirdi!"
Bu fıkradan birkaç sonuç çıkaralım!
Hocanın öldüğü konusunda, kendinden başka şahidi yok!
Hocanın hanımı hocaya koşulsuz inanıyor!
Komşular ise (Haklı olarak) durumu sorguluyor!
Hocanın bu fıkradaki konumunda olan iddialar, kendinden başka şahidi olmayanların iddiaları kapsamında düşünülebilir! Bu durumda da Hocanın hanımının, hocaya inanması da hanımın kendi tercihidir! Komşuların sorgulaması ise doğal bir durumdur! Komşular, Hocayı görmedi, hanımdan nakil dinledi; onlar da sorgulamadan durumu kabul etselerdi, hanımın sözüne inansalardı durum çok daha komik olurdu değil mi?
Tarihsel süreçte pek çok bilgi, bu şekilde algılanınca durum felaket olur değil mi? Krallar, firavunlar ve zalim orduların kütüphaneler yaktığını biliyoruz! Kralların kendi inançları doğrultusunda olmayanları çarmıha gerdiğini de biliyoruz! Tarihsel süreçte bize kadar ulaşan bilgilere müdahale edildiğini de biliyoruz! Artırmalar (abartılar) ve eksiltmeler (silmeler, yakmalar) yapıldığı da biliniyor!
Aslında evrensel algılama insanın kendi vicdanında çok daha “Doğru” yapılır! Fıkradaki komşular bu algılamanın sorgulanması gerektiğinin bir örneğidir! Fıkradaki hoca, kendi iddiasına kendinden başka delili olmayan konumunda! Hanım koşulsuz kabul eden konumunda, komşular ise sorgulayan konumunda.
Aklını kullanmak, algıyı abartılmış ve eksiltilmiş nakillerden kişiyi kurtaracaktır!
Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
İnsan kendini nasıl tanımlar ise o tanıma kendini sıkıştırmış, hapsetmiş olur!
Bu nedenle eskiler “‘Ben…’ demek doğru olmaz” demişler! Bakınız buradaki doğru olmayan yalnızca “Ben” demek değil, benden sonra gelen o “…”üç noktada sır! Yani kişi ben şuyum, dediğinde o tanıma sıkışacak! İşte o nedenle “Ben” konusunda sınır, ben ile başlayan ve kendini tanımlayan ikinci kelime her ne olursa o kişinin sınırı olacaktır! Oysa “Ben” sınırsız ve tanımlanamaz! Bazı arifler ise kendini tanımlarken “Ben hiçim!” demişler! Hiçin potansiyeli sınırsız olduğundan bu şekilde benliklerini tanımlarken sınırsız potansiyellerini göz ardı etmemişler! Kişinin kendini tanımladığı “Ben” zamirinden sonraki kullandığı isim ya da sıfat o kişinin benliğinin sınırı olacaktır! Bu nedenle; ben şuyum, ben buyum; ben iyiyim, ben güçlüyüm, ben güzelim, ben zenginim, ben büyüğüm, ben harikayım! Ya da ben çirkinim, ben kötüyüm… Bu şekilde “Ben” zamirinin önüne ne konursa konsun, kişinin yani “Ben”in potansiyelini tam vermeyecek! “Ben hiçim!” diyen bir nebze durumu kurtarabilir, bu kapsamda “Ene-l Hak” da hiçlik olarak düşünülmüş diyebilirim. Hiçin potansiyelinin sınırsız olmasından hareketle!
Hiçin potansiyelinin sınırsız olmasından hareketle! Bu sınırsız potansiyelin görünür olması ise somut evrensel yansımayla oluyor. Bu maddi evrenin somut evrenin asıl soyut hiçliği göstermesi gibi. Potansiyelde olanın seyri bu maddi alem! Hiçlikte potansiyelde sınırsız olan maddi sınırlı alemde seyrediliyor . Bu seyrin sınırı maddenin sınırı ama potansiyelde sınır olmaz! Seyirde sınır var! Bu sınırı insan kendi algısıyla koyuyor.
Son tahlilde; hiçliğin sonsuz potansiyeli, görünür olmak için sınırlı varlık sahasına yansır! Kişi kendini nasıl tanımlar ise o tanımla sınırlamış olur!
İlkel insanlar, ilahlara yalvarıp onlardan dilendiler! Arif insan ise evrenden talep edip ondan almasını bildi. Biri edilgen, diğeri etken! Biri isteyici, diğeri alıcı!
Saygılarımla,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Can Dostum.Güzel insan.
Bilim, bilindiği gibi kanıtlanmış hipotezlerden ve varsayımlardan oluşmuş bir veri kümesidir.
Gerçek bilim de ideoloji yoktur.Yani pozitif bilim veya negatif bilim diye bir ideoloji yoktur.Böyle konuşan veya yazanlar, bazı akademisyenlerin ürettikleri batıl inançlardır.
Eğer bir şey çalışıyorsa vardır.O kadar basit.Teorik olarak mekanizmaları tam olarak anlamayabiliriz.
Açıklamak için en uçuk bilim kurgu fantazileri aratmayacak şekilde ve türde teoriler üretebiliriz.
İnsanda özgür irade vardır.Fakat kullanılması,kullanılmayı bilmesi ve geliştirebilmesi gerekir.İradesini özgürce kullandığında varlığından söz edebiliriz.Gerisi aldatmacadır.
İradeyi geliştirmek okullarda öğretilmemektedir.Hepimiz çocukluğumuzdan bu yana mutlaka kötü olaylar geçirmişizdir.Belki hala daha geçirmekteyizdir de.
Ancak bizim ayakta durabilmemiz için irademizi doğru kullanmayı bilmemize bağlıdır.
İrademizi elimizden alabilecek ne bir makam,ne bir siyasi,ne bir şeyh vs.olmamalıdır.Buna izin vermemeliyiz.İnsanları bu maskeler altında sömürenler, işte böyle yüce Allahı kullanmaya çalışarak sizin yazdığınız gibi yanlışları da doğruymuş gibi algılamamıza yol açarlar.
Benim polisim,benim savcım,benim milletim söylemleri size tanıdık geldi mi? Böylece bir üst perdeden konuşarak daha da cesaret alarak ''Allah bizim gibi düşünenlerle beraberdir'' deyip Allahın sadece onun
ve onun gibilerin düşüncelerine sahip olanlarınmış gibi algılanıp taraftar toplayabilir.
Kitleler,anlamadan tartışmadan neyin nesi olduğunu bilmedikleri ''birilerinin'' ardından koşturarak yaşamlarını bile emanet ederler.
Madde dünyasında bilinçsizlik düzeyinin en iyi örneği politikadır.Ne yazık ki bu politika alanında bu ilah ve
Allah kavramını çok iyi kullanırlar.Siyasetin her türlüsü kirlidir.Çünkü altında ikna yatar.Bilimde ise tam tersi.
İnsanoğlu doğmalardan kurtulup yaptığı,düşündüğü her şeyi bir Aşkla veya üstün bir sevgi anlayışıyla
yaparsa ne arıyorsa onu bulur.Sadece kendi çevremizdekileri değil evrendeki her şeyi koşulsuz sevme-
miz bu işin anahtarıdır.Yunus gibi,Hacı Bektaş gibi,Mevlana gibi...
Biz istediğimiz kadar Einsteinin görecelilik kavramından bahsedelim,istediğimiz kadar atomlardan,netron-
lardan,sonsuz boyutlardan bahsedelim çevremizdeki insanlar bunlarla ilgilenmemektedir.Bu yüzden Hz.
Ali ''Halka anlayabilecekleri şeyleri haber veriniz,anlayamadıklarını bırakınız.Eğer isterlerse onlar arasınlar
demiştir.
Üç boyutlu (maddesel)algı dünyasından kurtulamadığımız içindir ki bizim bu söylediklerimizden yazdık-
larımızdan insanlar bizim Allah inancımızı bile sorgulayabilirler.
Bana sorarsanız ,kendimi Allahın yaratmış olduğu sonsuz katlardaki enerji boyutunda ETKEN olduğuma inandığım bir HİÇ'im.
Sevgi ve selamlarımla.