- 454 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
356- ressam ismail- ardahan öyküleri (YENİ YAZIM)
Ramazan Tabya’yı tualine karşıdaki fotoğraftan bakıp boyuyordu.
İsmail yoğunlaşmıştı, dikkatini fırçasından çekemiyordu.
Garajdaki atölyede kompozisyona renkleri neyse o şekilde sürüyordu.
Ramazan Tabya’sı duvarın arkasındaydı... duvarı çekseydi birisi tabya olduğu gibi İsmail ile yüzyüze kalırdı.
Seksene yüz ebattı pano. Bebek battaniyesinden az geniş biliniz.
Ressam, tabelacı rahmetli Esat’ın kardeşidir. Aileden tevarüs eden istidat derim ben buna yoksa yeteneğin dışında ne ile açıklayabilirsiniz ki?
Geçtim muhtar koltuğuna oturdum. İsmail farketsin istemedim. Yenimahalle muhtarlığıyla ilgili kağıtlar masada seriliydi. Hiçbirine el sürmedim. Nurettin Muhtar da aynı ofisi kullanıyormuş.
Burası Resim atölyesi hemide Yeni Mahalle Muhtarlığıydı.
Garajın tarihselliği şöyle bir aklımdan sinema şeriti diye tabirederler: İşte... geçti... gitti.
Cimo dayı burada çalışmıştı. Hamaşlı Cemal emi, Karabey’ler, ilk servise çıkan Mersedes otobüsler kurban kesip dualarla yola salınmıştı buradan.
" El salla! İstanbul’a mı?"
" Yok üstü açık köye..."
" Orası neresi mi?"
" Yakup emi, Deli Kemal’ı Susuz’a götür."
Deli Kemal, Nafo, Bacılık, Taktak, Cece selamsız bandosu mübarekler sanki.
Haklarına razı saf temiz bir bando... buradaydı.
Nuri emi gece nöbetçiliği yapmıştı garajda.
Geceler gündüzler yine aynı keyf’de... kapı o kapı, baca o baca.
İsmail yanık sarı renkli akrilik tüpü beyaz fayansa sıktı. Palet kullanmıyordu. Poşet üstüne boyayı sıkardı. Sanatçı orijinal malzeme kullanmalı hocam demişti.
" Sanat stil taşımalı. Her şeyiyle her an sanatçı tasarımıyla yenilikçidir."
" Ben eserlerimde kendimi tekrar ettikçe yaratıcılığım gelişmez. Malzeme mi dahi yenileştirmeye tabi tutmalıyım. Parmağımla sürerim boyayı mesala..."
Rene Magritte bir resminde konuyu şöyle işlemişti: Çerçeve enine bir tualdir. Üstten denizin ufuk çizgisi göğü ve suları ayırıyordu. Plajda kumsala ressam üçayaklı şövalesine enli bir tual koymuş aynı denizi boyuyordu. Fakat denizin ufuk çizgisi ile şövalede ressamın tablosunun ufuk çizgisi kaynaşmış. Aynı çizgi sulardan geliyor ve tabloda ressamın hattıyla kaynayıp eriyordu.
Canlı Deniz ve resim de ki deniz cem’de ha pür oluyor ha pırrrrrr oluyordu!
İsmali’in yaptığı Ramazan Tabyası resmi de sanatçıyla tabya yüzyüze ama arada duvar vardı. Kalksaydı duvar: Rene Magrette ’nin sürrealist o denizin kenarından denizin ufuk hattıyla tablonun ufuk hattını birleştiren- eserle aynı olurdu.
Poşetin üstünde resim: Kız ip atlıyordu. Kızın resminin hayali poşet üstünde, ama ip onun iki elinden çıktığı yerden gerçek ip olarak çıkıyordu. Poşeti tutanın elinde ipler gerçek ipti. Bunlar görme biçimleri olarak tüm sanatlarda kullanılır, kökü ise: Yanılsama ve gerçek ilişkisidir.
Post- Modernizmin gerçek ve sanallık meselesinden gelir konulardır.
İsmail’in duvarı İbn-i Arabi’nin duvarına aldı götürdü beni.
Bir duvara mükemmel manzara çizmişmiş ressamın biri. Rakibiyle yarışıyormuş. Diğer rakibi karşı duvarı cilalamış. Onun manzarasının tamamını cilalı duvara yansıtmış, daha bütüncül ve arınık.
İsmal’in Ramazan Tabyası arada duvar olmasına rağmen önünde, ardında, hiç mi hiç derdinde değildi mübarek, daha güzel olacak o zehaptayız.
Fidyas adında bir Yunan ressam tabloya bir salkım üzüm çizmiş resmi sonra kapıya koymuş, kuşlar gelmiş çadıra çizili üzüm tanelerini didiklemiş.
İsmail’in resmi Ramazan Tabyasından daha güzeldi... daha gerçekçi olduğunu resim bittiğinde söyleyeceğim.
Tablonun zemini yanık sarıyla kapatılmıştı. Sarı renk hakim ışıktı ve egemen formdu. Mavi renk girse resme yeşillenirdi. Kırmızı sürseniz turunculanırdı. Işık zemini tonundan ayrılmazdı.
Şuna benzeterek söyleyelim.
Manzaraya sarı gözlükle baktınız mı? Sarı. Mavi camlı gözlükle baktınız mı? Mavi görürdünüz. Açık maviyleyse açık. Koyu maviyle ise koyu görürdünüz. İsmail’in tablosundaki Ramazan Tabyası böyle ilerliyordu. Ne güzel öğrenmişti zemin sürme yöntemini. Deneyerek bulmuş olabilir miydi? Resim sanatının tek öğretilecek bir yöntemi vardır bana kalırsa: Deneyerek uygulama.
Sanatın reçetesi; yeteneğin okulu olmaz. Aşık Veysel, Van Gogh, Kandinskiy bunlar okulunda mı öğrendi?
Camın önüne gelen bir arı vızıltıyla dikkatimizi dağıttı.
Arıyı gayri ihtiyari başımla onun hareketiyle takip ettim. Üçüncü bir kişi başımın arıyla senkronize kavis çizişini gülerek izlerdi. Büyülenmişçesine başımı çıkaramıyordum arının kavislerle çizdiği kuyudan. Arı durunca kuyudan alıverdim gözümü. Ani bir insiyakla karşımda asılmış ona, onbeş santimlik bir çerçeveye gözüm ilişti. Arapça el yazısıyla yazılmış çizgi istifiydi.
Kaya Timur vardı eskiden, nalburdu. Cam, çerçeve işi yapardı. Onun zanatkarları yapmıştı. Altmışlarda...
AyetinTürkçeye çevrimi: " Allah bu alemden ganidir. "
Yakup Eminin Vabis’i Kars’a tek çalışan burunlu otobüstü. Yeni açıldığından işyeri. Garajın sahipleri kurban da kesecekler... nazar boncuğu astılar. Saraç Kiraz’dan alınmıştı. Mavi çizginin içinde sarı, siyah ve beyaz renkler çümbüşlemişti. Taş nesneyi sırlayıp, püskülünü ve ufak boncuklarını ihmal etmemişlerdi. Kapıya at nalı ayrıca çakmışlardı. Tam eşikten girince topuğunuzu kavrardı.
" İnsan düşününce, neler geçiriyor kafasından neler: Ayetin anlamını tasavvufun açıklamalarına götürüyorum."
Birisi böyle düşünmüş müdür?
" Kant’ın Transandantal felsefesi buradan esinlenilmiş olmasındı? Kant iki yüzyıllık... şunun şurasında."
Çok eski garajdır burası kimlerin kapıdan adım atıp girdiklerini çıktıklarını görebiliyorduk.
Ofis mi atölye mi? Nasıl isim veririseniz verin! Onbeş yirmi kişi bu ayetin önünde ona bakmış ve söylemler açmışlardır.
Sarışın bir Alman teolog ise: " Spinoza’nın mutlak cevherine ne kadar benziyor." demişti.
Hangisi kronik olarak öncedir? Spinoza üç yüzyıl önce... oysa bu ayet daha öncedir.
İstanbullu " yaşlı" bir adam:" Hegel, mutlak tin’in de: " Mutlak tin evreni aşar" diyor. Mezkur ayet’de aynını söylüyor, diye düşündü çerçeveli ayet’i okurken.
Resmin ışık kroması ve tonu zemine sürülen yanık sarının parlaklığı ve kesafetince belirleniyordu: Onu da arzedelim.
Öğlen sonrası yaz ışığı en parlak gam’daydı.
Her şey gece futbol sahasındaki parlaklığın keskin ışığı altında sanki. Yeşiller Ay-Yıldız dağının oradan solgunken Kayabaşı’na gelince kırmızıyı gizlice içine almış ve çok şiddetli bir parlamadaydı.
Hava atmosferi Posaf’a uzanan dağların başına geldiği planda morlaşıyor ama beyazı çok katılmış sümbüllerin morundan daha açık mesafenin resimdeki ismi uçuk beyaz morlaşıyordu. Son plandır morluk o sebepten ressamlar mordan öte" uzay" demelerini ironik buluruzsa da Sokratik bu ironidir komiktir ve vecizdir.
Mecaz’ı biz de çok severiz.
Gerçekte mecaz gerçeğin şaka yollu söylenmesidir.
İsmail manzarayı çok güzel ifade etti.
Kant’ın beğeni tavrı dediği güzellik yasasıyla beraber şunu anlattıydı resim.
Güzellik gördükçe görülür bilgiyle şartlı ve kayıtlıdır. Referans ise Mutlak Tin’dir. Bu kavram ise esasdır. Mevlana’da kullanmıştır.
Spinoza... Heidegger ’Dasein’ demiştir.
W. F. Hegel bunu Mutlak Tin olarak simgelemiştir.
Bizim Tasavvufta Fenomenolojik terimle mutlak güzellik manasına gelen "Hakkın cemali" deriz.
Mutlak hakikat ise Heidegger’in dediği gibi zaman ve mevcutların ötesindedir.
Varlık vecahi bağlamlarıyla İsmail’in resmi, çizdiği modeli, zaman ve mekanları bütün evrenin ’mutlak alemin’ bir gölgesidir.
Güneş ise ötelerin ötesinde: Mutlak Tin, Dasein, Cevher: Transdantal realite olaraktan daha ötededir.
İsmail Ardahan’ın bu manzarasını dominant ışığın gölgesinde rahatça resmediyordu.
Ay-Yıldız merkez figür olarak Kayabaşı’nın çenesi ve Yenimahallenin bir bölümü yaz ışığının en açık ve parlak tonuyla resmedilmiş, bitirilmişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.