- 1184 Okunma
- 9 Yorum
- 1 Beğeni
Ebulfeyz Elçibey
Bu gün 28 Mayıs...
28 Mayıs 1918 de, çarlık Rusya’sının Bolşevikler tarafından yıkılmasını fırsat bilen Mehmet Emin Resulzade ve arkadaşları, ülkenin boynuna geçirilen esaret zincirini kırıp atmışlar, dünyaya bağımsızlıklarını ilan ederek,Bağımsız Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetini kurmuşlardı.
Bu kardeş Türk cumhuriyeti, 20 Nisan 1920 tarihindeki Kızıl Ordunun işgaline kadar yaşayabildi ancak. Osmanlı Devletinin yıkılış, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemleriydi; Anadolu’da var olma mücadelesi veriyordu Mustafa Kemal önderliğinde millet. İşte bu nedenle, soydaşlarına yardım edemedi Anadolu Türkleri, işgale engel olamadılar. Buna rağmen, yine de bir çok Türk evladı, Azeri soydaşları ile omuz omuza ülkeyi savunmuş, onlarla birlikte şehadet şerbeti içmişlerdir. Bakü’deki Türk şehitliğinde, her birinin anısı yaşatılmaktadır şu an.
İkinci esaret, tam 71 yıl sürdü. 18 Ekim 1991 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti ebedi bağımsızlığını ilan etti. Bu bağımsızlığa giden yoldaki en büyük yükü, şüphesiz 7 Haziran 1992 de Cumhurbaşkanı seçilen Ebulfeyz Elçibey taşımıştır. Ağustos 1993 de, içinde Rusya’nın da parmağının bulunduğu bir seri komplolar sonucunda, Cumhurbaşkanlığı görevi Elçibey’den alınmış, Haydar Ailyev’e verilmiştir.
İç savaş çıkmaması için, doğum yeri olan Nahçıvan’ın Keleki köyüne gitmiş, 22 Ağustos 2000 yılında da, tedavi gördüğü Ankara’da vefat etmiştir.
Bu gün bayram Azerbaycan’da. Türk şehitliğini bir kaç kez ziyaret etmeme rağmen, çok sevdiğim Elçibey’in mezarına bir türlü gidememiştim. Zira, onun mezarı ayrı ve kapalı bir bölümde idi. Her geleni, her istediğiniz zaman salmıyorlardı mezarlığa. O bölüm, zaten ülkenin ileri gelenlerinin defnedildiği bir bölümdü.
Sözü uzatmayalım, yaptığımız bu kısa tarih gezisinden sonra günümüze dönelim, bu sıcak çarşamba gününün hayatımıza taşıdıklarına bir göz gezdirelim.
Hava oldukça sıcak. Sonuçta, karasal iklimin hüküm sürdüğü bir coğrafyada yaşamaktayız. Bakü’de, Rüzgarın Şehri’nde bulunmak, gerçekten bir ayrıcalık bu sıcak günlerde. Tatlı tatlı esen rüzgar ve o esişte vücuduma sunduğu hoş serinlik, bu sıcak günü, güzel sıfatı ile ödüllendirmeme neden oluyor.
Gerçekten tek kelime ile mükemmel bir peysaj uygulaması yapılmış, rengarenk çiçeklerle(Özellikle gül) bezenmiş, oldukça temiz ve geniş bir parkta, zar zor bulabildiğim gölgelik bir banka oturmuş, Bakü körfezinin kirli sularını seyrediyorum. Genç çiftler, oturmaya müsait tüm bankları istila etmişler. Beş altı kişinin çok rahat sığabileceği bir oturma grubuna, sarmaş dolaş iki kişi kurulunca, ister istemez insanlar oturacak yer bulmakta güçlük çekiyorlar. Kimileri, yer bulamayınca oturuyorlar mecburen yanıbaşlarına ama, doğrusu içimden gelmedi benim gençlerin huzurunu bozmak. Sonuçta biz de genç olduk, biz de sevdik bir zamanlar. Az buçuk anlarız gençliğin halinden.
Bu gün bayram. Resmi tatil olmasına rağmen, sahil oldukça tenha gözüküyor. Oysa, geçen haftaki gül bayramında(Haydar Aliyev’in doğum günü) iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık vardı buralarda. Saat öğleni biraz geçmekte, gün ortasında zaman. Belki de o nedenle insanlar yok ortalıkta; akşam serininde çıkacaklardır gezintiye şüphesiz. Üstelik, yanan kulelerin o harika görsel efekti gölgesinde sahil gezisi yapmak, herhalde gündüze oranla çok daha güzel oluyordur.
Benim için böylesi daha iyi. Kafamı dinleyeyim, manzaranın tadını çıkarayım, doya doya çiçeklerin kokusunu yudumlayayım. Üçerli, dörderli gruplar halinde seyrekçe geçen genç kızlar ve yanı başımda bir ihtiyar adam sadece ortak oluyorlar bu güzel anıma şimdilik.
Ha!...Bir de güvercin var. Onu unutmayalım. Ayaklarımın arasında dolanıp duruyor. Muhtemelen benden önce oturanların bıraktığı yiyecek artıklarını, alel acele toparlama gayretinde. Yıllar önce, Kızıl Deniz’deki bir yüzme maceramı getirdi aklıma bu cesur güvercin. Mercanlardan etkilenmemek için, ayakkabılarımızla denize girmek zorunda kalıyorduk. Balıklar, ayakkabı bağlarımı yiyebilmek için kıyasıya bir yarışa girmişlerdi orada da. İlginç ve çok güzel bir manzara idi. En sonunda, 1,5-2 yaşlarında bir kız çocuğu geliyor ve güvercinin peşine düşüyor. Kısa bir kovalamadan sora, güvercin uçup gidiyor, ufaklık da ardından salya sümük ağlıyor.
Yaşadığım şehir, Bakü’ye 30 km mesafede. Ulaşım problemi yok. Sabah erken kalktım, zaman geçirmeden yola koyuldum. Bayram ile ilgili faaliyetleri merak ediyorum, törenleri kaçırmak istemiyorum. (Ne bayram, ne de tören görebildim.)
Yolculuklarımı genellikle kalabalık taşıma araçları ile yapmayı tercih ediyorum. Biraz zahmetli oluyor ama, sunduğu insan manzaralarına değiyor doğrusu çektirdiği sıkıntı. Son derece temiz ve bakımlı insanları, hurda ve oldukça pis araçlara yakıştıramıyorum. Onlar ise, hiç umursamıyorlar vahim durumu; alışagelmişler, yadırgamıyorlar.
20 Yanvar’da araç değiştiriyorum. Rus’ların,1990 yılının Ocak ayının yirmisinde, sivil halk üzerine ateş açtıkları ve 140 kişiyi öldürüp, dört yüz küsur kişiyi de yaraladıkları o meşhur Gara Ocak meydanı burası. Ölenlerin anısına çok güzel bir anıt yapılmış, harika bir heykel dikilmiş. Meydana hakim yüksek binaların birinde, Mehmet Emin Resulzade’nin meşhur sözü okunuyor.
"Bir kere yukselen bayraq, bir daha enmez!"
193 numaralı toplu taşıma aracı, Şehitler Xıyabanı’na götürecek beni. En arkadaki, yüksek koltuğun bir kenarına ilişiveriyorum. Küçük kırmızı defterim elimde, gözüm inen binen, sağa sola koşuşturan insanlarda. Şehrin mimarisini, sanat eserlerini ve yeşillendirilmesini de kaçırmıyorum tabi ki.
Yazıyı uzattık yine, Kısa kesmek için, otobüs içindeki curcunayı yazmayalım, başka güne bırakalım artık. Biz, asıl konuya gelelim.
Şehitliğe varmadan, yaklaşık 500 metre kadar daha geride devlet mezarlığı. Kapısı her zaman kapalı ve önünde nöbetçisi vardır. Geçerken gözüm oraya ilişti, içerde insanlar gezinmekteydi. Demek ki, bayram nedeni ile ziyarete açılmış. Alel acele şoförün yanına ulaştım, arabayı saklamasını, düşmek istediğimi söyledim.(Aracı durdur, ineceğim diyorum yani.) Bir sonraki durağa kadar indirmedi tabi ki normal olarak beni. Bereket ki; geri dönüş yolum gölgelikti, güneşle serbest güreşe tutuşmak zorunda kalmayacaktım.
Hızlı adımlarla geriye, mezarlığın giriş kapısına yürüdüm. Yaklaştığımda, 15-20 kişilik bir grubun mezarlığa yöneldiğini gördüm. İçlerinden birini tanıyordum. 20 Yanvar törenlerinde buraya, Şehitler Xiyabanı’na geldiğimde, oldukça kalabalık bir grubun başındaydı ve elinde Azerbaycan ile Türk bayrakları taşıyordu. Arkadaşlarıma sorduğumda, Ebulfeyz Elçibey’in partisi demişlerdi.
Şansa bak!... Mezarlığa nasıl gireceğim, mezarı nasıl bulacağım, nöbetçiler sorun çıkaracaklar mı diye kara kara düşünürken, dört ayak üstüne düşmüşüm. Hemen eklendim arkalarına, gözüme kestirdiğim genç bir delikanlıya sordum nereye gidiyorsunuz diye. Ebulfeyz Elçibey’e dedi. Benim de, kendileri ile gelip gelemeyeceğimi sordum. Beni aralarına almaktan son derece memnun olacaklarını bildirdiler.
Elçibey’i, onlarla beraber ziyaret ettik. Mücadele arkadaşlarının arasında bir yabancıyı, bir Türk’ü görünce neler düşünmüştür bilemiyorum. Sevinmiştir herhalde. Çünkü biz biliyoruz ki; dünyada en çok sevdiği insanlardan biri Atatürk’tü onun. Hatta, Cumhurbaşkanlığından uzaklaştırıldıktan sonra şöyle demişti;
’Hiç bir şeye üzülmedim de, bir Atatürk rozetim vardı devamlı yakamda taşıdığım, onu almalarına üzüldüm.’
Ruhu şad, mekanı cennet olsun.
Bir tutam hayat-28.05.2014-Azerbaycan
YORUMLAR
Çok anlamlı bir yazıydı.
Gezi yazısı tadında ve çokça naif gözlemlerinizle birlikte.
İyi ki sizin gibi değerli bir kalemi keşfetmişim..
Azerbaycan iklimi kadar sıcak insanlarına sahip de bir coğrafya aynı zamanda. Tarihi ve bir o kadar değerli liderlerine yakışır bir yazı olmuş. Aklımda oraları gezme planları var şu aralar. Küçük bir kaçamak önümüzdeki yıllara inş...
Kaleminize sağlık...
Yüreğinize en çok da.
Sevgili Gökhan.
Biz de seninle gezdik gördük oraları her zamanki canlı anlatımın sayesinde. Çok çok teşekkürler.
Gerek Azerbaycan'ın gerekse diğer Türk Cumhuriyetlerinin temellerini atmış bütün bu kahraman insanların ruhları şad, makamları cennet olsun.
Selam ve sevgilerimle.
Ülkemizden başka Türk devletlerinin tarihleri de ilgilendirmeli bizi.
Ülkeler tarihi şahsiyetleri ile yaşarlar.
Onlara gereken değer verilmeli.
Yaptıkları mücadeleler asla gözardı edilmemeli.
Canlı bir anlatımdı.
Ebulfeyz Elçibey'in Cumhurbaşkanlığından uzaklaştırıldığında söylediği sözler çok güzeldi.
'Hiç bir şeye üzülmedim de, bir Atatürk rozetim vardı sürekli yakamda taşıdığım, onu almalarına üzüldüm.'
Atatürk'ün değerini ah bir de bizimkiler bilse.
Tebrikler,
bu güzel anlatıma,
selâmlar..