- 888 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YOLLARIN BAŞLANGICI
’ Yolların başlangıcı ’ Amin Maalouf’un Türkçe yayımlanan son kitabı. Maalouf bu kitabında kendi ailesini anlatıyor. Büyük babasından başlayarak ailesinin öyküsünü, dönemin politik olaylarının içinde vermeye çalışıyor. Yıkılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Lübnan’ın Hristiyan dağ köyünde yaşayan ailesinin yaşamını, dedesine ait bir bavulda ele geçirdiği mektup ve fotoğraflardan yola çıkarak aktarıyor.
Roman kurgusundaki öykünün temel unsurları, dede Butros ile kardeşi Cebrail’in yazışmaları. Butros, Lübnan’ın dağ köyünde gericiliğe, cahilliğe ve Avrupalılara, ama özellikle Lübnan’ı ele geçirmeye çalışan Fransızlara karşı mücadele eder. Mücadele yöntemi, daha çok okullar açarak halkını hurafelerden kurtarmak ve bilinçlendirmek.
Osmanlı İmparatorlu’ğundaki devrimci ve ilerici hareketlerden derinden etkilenmiş Butros. Örneğin 1908’de Meşrutiyet’in ilanını sevinçle karşılar. Enver ve Niyazi beylere övgü dolu şiirler yazar. Osmanlı’nın dağılmasından büyük acı duyar. Batılıların Doğuluları küçümsemesine ve topraklarını ele geçirmesine isyan eder. Fransızların iki yüzlülüğünü derinden hisseder ve karşı koyar.
Kardeşi Cebrail ise zorluklarla mücadele etmek ve toplumu değiştirmek yerine, kolayı seçer. Günün modasına uyar ve Amerika Birleşik Devletleri’ne göç eder. Daha sonra Küba’ya geçer ve yaşamının geri kalan kısmını orada geçirir.
Amin Maalouf, kitabının 56. bölümünü dedesi Butros’un Mustafa Kemal Atatürk’e olan hayranlığına ayırmış:
’ Dedem o yıl Kemal Atatürk için neden yanıp tutuşuyordu? Bunu yazışmalarının hiç bir yerinde açıklamıyor ama nedenini sezmek benim için güç değil...O ki, yaşamını geçmişe hayranlığa karşı, geleneklerin boğucu ağırlığına karşı ve giyime kuşama varıncaya kadar modernliğe ulaşmak için savaşmakla geçirmişti;savaş sonrasında Türkiye’de olan bitene duyarsız kalamazdı:Selanik’te doğan, orada eğitim gören, oranın ’aydınlanma’sı ile beslenen bir Osmanlı subayı, eski düzeni yıkacağını, İmparatorluktan geriye kalanı, gerekirse zorla yeni yüzyıla sokacağını ilan ediyordu.
’ 1921yılında henüz gerçekleşmiş bir şey yoktu, ama Türkiye’nin yeni önderinin laik ve yenilikçi düşünceleri daha o zamandan belli olmuştu ve Butros’un, hem düşünce, hem mizaç olarak kendine çok yakın bulduğu bu insana duyduğu hayranlık beni şaşırtmıyor;hatta kendi Dağı’nın bundan böyle Türk toprakları içinde yer almadığına üzülmüş olduğundan eminim. ’
’ Mustafa Kemal gerçekten de 1921 yılında Türkiyeyi işgal etmiş Avrupa ordularına karşı zafer üstüne zafer kazanmıştı. Ekim ayında da Fransızların kendi hükümetini tanımalarını ve ordularını ülkesinden geri çekmelerini sağlamıştı. Dedem, işte o toprakları ve kafaları özgür kılan bu kişiye duyduğu hayranlık yüzünden, çocuğuna onun adını vermek, ona Arapların söylediği biçimiyle ’Kamal’ demek demek istiyordu. ’
Bebek 9 Aralık 1921’de doğdu. Ancak kızdı. Bütün köy Butros’un ne yapacağını merak ediyordu. Kızına bir erkek ismi veremeyeceklerini düşündüklerinden, arkasından konuşuyor, bıyık altından gülüyor ve alay ediyorlardı. Maalouf sonrasını şöyle anlatıyor:
’Butros, uzun uzun düşündükten sonra, Nazire’ye bakıp şunları söyledi: Ee ne yapalım ? Bir kızımız var, ne olacak yani? Ben onun adını yine Kamal koyacağım! Bir erkek adıysa ne olmuş? Ne fark eder? Beni bu kararımdan vazgeçiremez!’
Bu olayla, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nın, mazlumlar dünyasında uyandırdığı sevgi ve sempatiyi derinden hissedebiliyoruz. Amin Maalouf gibi Batılı gözüyle Doğu’yu yazan bir yazarda bile uç vermek zorunda kalıyor bu sevgi ve sempati. Üstelik, bizi arkadan vurdukları iddia edilen Arapların içinden bu sevgi ve desteğin çıkması, daha anlamlı oluyor. Bilindiği gibi Fransa, Lübnan’daki Hıristiyanların hamisi olarak ortaya çıkmış ve Osmanlı İmparatorluğu dağılırken, Lübnan’a el koymuştu. Kurtuluş Savaşı, Batılıların en etkin oldukları kesim içinde bile Batılılara karşı mücadelenin doğuşuna kaynaklık etmişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.