- 633 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TEHLİKEYİ FARK ETMEMEK
1) TEHLİKEYİ FARK ETMEMEK
Çocukluk yıllarımızdı.
Tehlikeyi; iş işten geçtikten sonra fark edenlerin
durumunu çok iyi anlatan bir hikayedir bu.
Sözün sırası gelmişti ve teyzemin oğlu anlatmıştı.
Çocukken pek tartamamıştık hikmetini.
Yazıya dökelim ki, gençlere de ibret olsun.
/
Vatandaşın birisi suç işler ve hakim kararını verir.
Suçu ağırdır ve idamla cezalandırılacaktır.
Darağacı kurulur, ip de görülmektedir.
Suçluya son kez sorarlar :
“-İdam cezasına çarptırıldın son sözün nedir?”
İlginçtir, adamdan bir kelimelik tepki yok.
Ya gerçekten saf, ya da deli numarası yapıyor olmalı.
Soru tekrarlanır :
“-birazdan, ipte ölüme gideceksin, var mı bir talebin?”
Yine hiç tepki vermeyince hakim sinirlenir :
“-İpte sallayın şu adamı biraz ve ölmeden indirin” der
Söylenen yapılır ve yüzü kıpkırmızı olan mahkum
ipten kurtarılır ve artık dili çözülmüştür:
“Yahu siz ne yapıyorsunuz, manyak mısınız,
az daha ölüyordum ya?” der
2) TAVIR YANLIŞ DA OLSA, MERTLİK BİR BAŞKA DUYGU
1975 li yıllar. Yabancı dil Hocamız, şakayla karışık
bir duruş sergilemişti.
O zamanlar, televizyon yok, medya yok, sendika yok.
Derdini nasıl anlatacak, kiminle dertleşecek?...
Demek ki bize anlatarak, psikolojik bir rahatlama
sağlıyormuş kendince.
Bu durumu 35-40 yıllık bir zaman dilimi içinde analiz
etmekte fayda var.
“Maaşım yetmiyor” demedi hiçbir zaman.
Ama tavrı da çok mertçe idi :
“ben 3 bin lira maaş alıyorum. Bin liralık ders anlatırım,
Bin liralık siyaset anlatırım. Bin liralık da fıkra anlatırım”
diyordu.
Çocuktuk ve memnunduk, yabancı dili de, siyaseti de
sosyal hayatı da, hocamızdan;
devletin verdiği maaş kadar öğrendik.(!)
Keşke bu gün de tüm yönetici ve çalışanlarımız
bu kadar sevecen ve mert olabilselerdi:
Kimse yalan söylemek mecburiyetinde değil.
3) LAFIN TAMAMI DELİYE DENİR
Evet, “leb demeden leblebiyi anlayanlar” azaldı dostlar.
İnsanlar, alıngan, kırılgan ve unutkan…
Adeta, nefsini heykelleştirip, “enaniyet abidesi” yapanlar var.
Alacağını unutmaz da, borcunu, sözünü, görevini unutur.
Kolu, çıtçıtlı yaratılsaymış, dolmuşta bırakıp gidecek kadar
unutkan insanlar çoğaldı. Pek hayra alamet değil.
Neyse uzatmayalım ve konumuza dönelim.
Edebi anlatım ve vurguların, ne kadar etkili, önemli
olduğunu vurgulamak için, bir dostum şöyle
bir hikaye anlatmıştı :
Şair ruhlu bir kişi, yol kenarında dilencilik yapan
bir adama rastlar. Bir şey dikkatini çeker.
Dilenci, sessiz olarak dilenmektedir.
Çünkü mendilinin üstüne bir kağıt yazmıştır:
“Ben körüm, bana yardım edin”
Kafasında bir değerlendirme yapar ve dilenciye sorar:
“sen bu afiş ile günde kaç lira topluyorsun?” der
Aldığı cevap : “ on lira” dır.
Şair ruhlu adam, orada yazan yazıyı değiştirir
ve bir hafta sonra uğrar dilencinin yanına.
Dilenci hayretler içerisinde sorar:
“Beyefendi, sen bu kağıda ne yazdın ki,
artık günde elli lira topluyorum” der.
Senin yazdığın cümleyi daha farklı şekilde
vurguladım:
“Bahar yine gelecek, ama ben göremeyeceğim”
cümlesini yazdım der.
4) HER REKLAM VE HABERİN ALGISINA KAPILMAYINIZ
Konu; reklam, haber, imaj ve algıdan açılmıştı.
Bazı yalanlar insanlara, sanatla, edebiyatla süslenerek
gerçekmiş gibi yutturulabiliyordu.
Her hikmet, her hikaye, her hata, insana bir tecrübe
kazandırır aslında.
Gıda toptancılığı yapan ve hikmetli söz ustası
Dostumuz Mustafa Bey, şöyle bir hikaye anlatmıştı:
Günün birinde, kasabada bakkallık yapan esnafa,
bir gün arayla, üç kez farklı müşteriler gelip:
“kaval var mı amca?” diye sorar.
“yok” der. Çünkü kasabada kaval çalabilen kimse
yoktur. İhtiyaç olmadığı için de almamıştır.
Bir gün sonra, yine bir müşteri gelip de kaval sorunca:
“Allah Allah, nereden türedi bu kavalcılar, ne iş?”
diye kendi kendine sorar.
O hafta, kaval sorgusuyla geçmiştir.
Hafta başı olur. Bu defa:
“kaval satıyorum, alır mısın?” diyen
bir satıcı kapısına gelmiştir.
“ sorulup duruyor ver bize 50 tane kaval”
der ve ödemesini de nakit yapar.
Müşteriler ve satıcılar gider, kaval konusu da kapanır.
Artık ne alan var ne de soran..
Aradan bir yıl geçer, kavallar küf tutmak üzeredir.
Bakkal, tezgaha getirildiğini anlar ama
suçlayacak bir kişi ortada yoktur.
Kış gelir soba kurulur. Çırağına, yakmak
üzere odun getirmesini ister.
“Odunumuz yok ki” cevabını alır.
“Getir oradan kavalları, akıllı tüccarın
yakıtı, kavaldan olur” der bakkal amcamız.
Kaval satandan önce, kavala üfleyenlere
ihtiyaç var demek ki
Anılar devam edecek…
Hoşça kalın, dostça kalın
Ali Rıza Malkoç
19/05/2014
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.