- 580 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
TABİİ Kİ ANLAYANA...
Bazen demlenip giderken yürüdüğüm yolda nasıl da özümsüyorum hayatı hem de en ince detayına kadar.
İnim inim inlerken onca mazlum ve sızlarken yürek denen, kelimeleri tüketiyorum. Ve derken İlahi Gücün yardımıyla bir bir tecelli ediyor içimden tüm geçen. Tek tek sıraya sokuyorum duygularımı ve kontrolden geçiriyorum her birini naif ve eşsiz bir süzgeçten. Zira öylesine mecburum ki ve bir o kadar da kifayetsizim ki gördüğüm densizlikler karşısında.
Ah gönül gözüm, ah Rabbim ve binlerce kez ah ediyorum. Ne kırgınlık var yüreğimde ne de acı. Tarifi imkânsız bir sızı var sadece. Nasıl olmasın, nasıl demlenmez görüp duyduklarım.
Biri yer, biri bakar da kıyamet ondan kopar, demiş atalarımız. İşte bu değil mi tüm bu yaşananlar.
Mecazi bir anlatım ama bazılarının sınırsız imkânları ve çoğunun yetmeyen gücü. Bırakınız gücü mecali bile yok çoğu insanın. Ama gelin görün ki; bunu bir de hak ve imtiyaz sahiplerine sorun.
Sözüm ne sana ne ona ne de belirli bir kitleye. Ama gözün gördüğünü nasıl inkâr edebilir yüreğim. Nasıl inkâr edebilir yüreğin, yüreğiniz tabii ki halen bir yürek kaldıysa bunca acımasızlık ve haksızlık hüküm sürerken.
Hangi birini dile getirsem ki… Tek tek gözlemlediklerim mi, göremeyip hissettiklerim mi ya da hepimizin görüp de görmezden geldiklerimiz mi…
Sonra da gelip soruyorlar bana: ‘’Bu kadar mı umutsuzsun ya da gerçek midir yazdıkların ya da bir hayal ürünü mü?’’ diye.
Ne fark eder ki, söyleyin ne fark eder?
Ha ben, ha siz ha kıyıda köşede yaşanan acılar.
Sonuçta tek hâkimi değiliz ki bu âlemin. İddia ediyorum ki; birimizin acısı her birimizden sorulmalı. Ve iddia ediyorum ki; birimiz aç ve mutsuzken diğerimiz ya da her kimse aldırmazdan gelmekte.
Büyük bir yanılsama içinde sayısız insan ve bir o kadar duyarsızlık yaşanmakta. Öyle ki; dile getirsem bir bir, taşa tutulurum, biliyorum. Bu yüzden soyut bazda geçiyorum gerçekleri.
Somut ya da soyut… Ne fark eder, bir kez daha soruyorum. Mühim olan gerçekler ve yaşananlar değil mi?
Çoğu mefhum anlamını ve yetisini yitirdi. Çok bariz ve bir o kadar da yalın bir tespit bu gerek şahsım adına gerekse hem fikir olanların düşüncesi doğrultusunda.
Ne şahıslar mühim ne de somut veriler. Zira biraz dikkatlice bakarsak etrafımıza binlerce örnek görmek mümkün.
Tüketim çılgınlığının had safhaya ulaştığı ve dejenerasyonun yoğunlaştığı bir milenyum.
Diğer yanda evsiz barksız ve türlü sıkıntı ve hastalıktan muzdarip sayısız insan var.
İstatiksel anlamda da kanıtlanmış bir öngörü üstelik.
Dünya üzerinde bir milyardan fazla insan açlık ve sefaletle boğuşurken milyarlarca tepkisiz ve umarsız insanın yer aldığı bir kitle söz konusu.
Uzağa gitmeyelim, şöyle bir baktık mı çevremize ve unutulmuş bölgeleri, şehirleri gözden geçirdik mi hatta ve hatta bulunduğumuz şehirde bile azıcık yolumuzu düşürdük mü varlığın ve insanlığın uğramadığı semtlere kolayca aklımız başımıza gelecek.
Evladının işitme cihazına katkıda bulunmak adına, emekli olmasına rağmen hala madende ter döken ve nihayetinde evladıyla birlikte Hakkın rahmetine kavuşan bir kardeşimiz konu oldu haberlere. Ne acı, değil mi; konu oldu diyorum. Bakıp geçtik ve anında da çıktı aklımızdan. Çıkmasa ne olacak ki söyleyin. Umurumuzda mı? Umurumuzda ya da değil, ne değişecek.
Hiçbir şey ve hiç birimiz değişmeyeceğiz. Ne de olsa sadece ve sadece bizi ilgilendiren; cebimizdeki para ya da kredi kartımızın limiti. Öyle ya, almamız gereken elzem gereksinimlerimiz var. Gitmemiz gereken tatil beldeleri var. Ne de olsa yaz geliyor, bronzlaşmalıyız, güzelleşmeliyiz. Modayı takip etmeliyiz ve almamız gereken son model teknolojik ürünler var. Yoksa nasıl rekabet ederiz arkadaşlarımızla, dostlarımızla. En iyisi, en güzeli ve en yenisi ve tabii ki de en pahalısı.
Bu demek değil ki; kazanmayalım ve harcamayalım. Zira herkes özgür kazandığını istediği şekilde harcamaya. Ama diğer yandan da biraz insanlığımıza ve vicdanımıza yatırım yapsak.
Biraz iç dengemizi ve insanlığımızı sabitlesek. Biraz dizginlesek nefsimizi ve azıcık duyarlı olabilsek.
Tabii ki; duyarlı kelimesinin telaffuzu insandan insan değişiyor. En azından kendimizi yerine koysak bizden yetersiz ve bizden daha zor durumda olanların. Sürekli vurgulanan bir olgu ‘’empati’’ duygusu. Sözde kalmasa keşke bu moda deyim ve hayata geçse, hayata geçirilse tarafımızca.
Kısaca, her şey sözde kalıyor hep de öyle olmadı mı bu güne kadar. Mühim olan; sözde değil özde vicdan ve muhakeme yeteneğine sahip olmak.
İnsan zihni öylesine bir formata sahip ki; zaman içinde pek çok veriyi geriye itip, çıkarıyoruz hayatımızdan. Zira önemsemiyoruz. Önemsesek ve gerçek anlamda vakıf olsak hiçbir şey kolay kolay unutulmaz.
Yetinmeyi öğrenmeliyiz. Yeri geldi mi sıkıntılarımıza bile şükredip elimizdekilerin kıymetini bilmeliyiz. İnsan olmanın gerçeği tam da bu noktada saklı.
Acılarla olgunlaşır insan ruhu ve yüreği. Ama ne yazık ki; acılar bile unutuluyor zaman içinde.
Yine unutacağız hem de kısacık bir süre zarfında. Niye unutmayalım ki? Ne gerek var bu acılara yoğunlaşıp günümüzü ziyan etmeye?
Ne gerek var kâbus görmeye…
Yeter ki, düzenimiz bozulmasın, ne gerek var durduk yerde hayıflanmaya?
Lakin unutmamalıyız; hiç birimiz ölümsüz değiliz. Ve her birimiz bir diğerimizin hayatından bir o kadar mesulüz.
Tabii ki anlayana.
YORUMLAR
Hep deriz işçi arkadaşlarımıza;
önce kendinden sorumlusun,
sonra da yanındaki arkadaşından.
Hepimiz,
birbirimizden sorumluyuz aslında.
Yaşamanın gereği ve gerçeği değil mi bu?
Tüm insanlardan sorumlu olmak.
Sorumlu olduğunun farkında olmak.
Hayat, böyle daha güzel olurdu.
Değişik bir çalışma olmuş yine.
Gerçekler dile getirilmiş.
Gülüm Çamlısoy
Neden sürekli olarak zarar vermeye devam ediyoruz?
Bir tek son yaşanan facia da değil kastım üstelik. sürekli bir yıpratma ve karalama uğraşındayız birbirimizi.
Duyarlı yüreğinize sağlık. Teşekkürlerimle...