- 443 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gri: Saydam 1
Adam geçmişinin treniyle yolculuğuna devam ederken daha ilk vagonlardaydı…
Ön koltuklardan birine oturmuş cama yansıyan tezahürünün hayatını seyrederken odasında yanında oturan tıpkı camdaki yüze sahip kendisine dönmüştü ancak çok öfkeli görünüyordu.Kendisinin yansıması bir anda onun bakışlarını makas ararken odanın köşesinde bulunan askılığa yönlendirdi. Askılığı gördüğü anda yanındaki elindeki makası aynaya fırlattı.
Askılık, çocukluğunun nefret ettiği dört yılı misali dört ayağa sahipti ve onlar tabana dokunuyordu.Makas, babasının yaralayıcı sözleri gibi aynaya doğru ok misali ilerleyip çarptıktan sonra askılığın ayaklarının tabana değen uçları yere paralel uzamaya başladı.
Odasının ortasında bulunan rengine baktıkça hem dedesinin hem de kurstaki hocasının sopasını hatırlattığı tahta kanepe tavana yükselirken onun boşaltmaya başladığı yere makas çarptıktan sonra parçalanıp dağılan aynanın dört parçası yerleşiyordu.Bunlar tamamen sahiplenince bölgelerini birbirlerine olan uzaklıkları ilk durumda farklıyken askılığın ayakları tabana,duvarlara,tavana sarmaşık misali uzayınca yerdeki kırık parçaların birbirlerine olan mesafeleri eşitleniyordu.Bir süre sonra onlar bir kare oluşturdu.Kırık parçaların tabana değen yüzleri parlak ve tavana bakanlar ise mat olup kanepe yükselip tavana vurup dağıldıktan sonra savrulan dört uzun tahta parçası karenin köşegenlerindeki ayna parçalarının üzerine oturmuştu.
Askılığın ayakları dört taraftan ayna parçalarının üzerinde duran tahtaların bulunduğu kareye tıpkı çocukluğunun kalabalık yalnızlığının çığlıkları misali yaklaşıyordu.Tahta parçalarının orta kısımlarının dördüyle de aynı seviyede küçük içi oyuk çemberler oluşmaya başlıyordu.Sanki bir arabanın park etmesi gibi onların yanına iyice yakınlaşınca durdu askılığın ayakları.Yükselerek çemberlere ulaştı.Oyuk olan bunların içini tahtaların dokunan uç kısımları doldurduktan sonra hem parçalanan kanepenin tahtalarından hem de askılığın ayaklarından mamul çıkan iplikçikler diğerlerinin aynı seviyesindeki çemberlerine ulaşıyordu.Bu durum arkadaşlarıyla Orhan ve Memduh ile birlikte mahallesinde diğer mahallenin çocuklarıyla futbol maçı yaparken o esnada yaşadıkları yere taşınan Derya adındaki kızı görüp tekrar tekrar ona bakması misali devam etti.
Ayna parçalarının tabana değen parlak yüzeyleri tıpkı aşkına sarılmak istemeyip de onun başkasına kollarını sarması misali tahta parçalarına dokunup bağlanmaya başlarken onun dışı aynanınki gibi parlak bir yüzeye dönüşüyordu.Öte yandan kopan iplikçiklerin dışları katılaştı ve sonra çözündü.Bunlar yere düşerken çocukluk arkadaşlarıyla geçmişte kopması misali küçük parçalara ayrıldı ve karenin merkezine doğru akışa geçip birbirleriyle tıpkı gelecekte bir olay sonucu tekrar kavuşacakları gibi birleşti.Oluşan birikintinin içinde yavaş yavaş görüntüler meydana gelmeye başlıyordu.
Görüntülerden çıkan saydam yüzleri görünce odasının içinde ağlamaya başladı.Bunlar o kadar çok canını acıtıyordu ki daha fazla bakamadı.Tahta parçalarının dışını kaplayan aynalara yansıyordu bu saydam yüzler.Bir kez daha baktığında hepsi öfkesinden suçluluğuna dönüşen yanındaki gibi gitmiş ve tahtalardaki aynaların içine girmişti.
Adam geçmişinin treniyle yolculuğunda ilk vagonlarda diğer tarafa geçti.Cam da gördüğü anne ve babasının yüzüydü…
“Kemal, artık çocuğumuz büyüdü.Ben diyorum ki; Ahmet’ i dini eğitim veren bir kursa verme zamanımız geldi.” Dedi annesi.
“Haklısın Hatice, ben de sana bu konuyu açmayı düşünüyordum ki sen benden önce davrandın.Hemen yarın bu işe al atayım ve kursu araştırayım da oğlumuz dinine bağlı ve Kuran okumasını bilen biri olma yolunda ilerlesin.” Dedi babası
Aslında çocuğun anne babasının düşüncesi oğullarının ilk önce hafız olması yönündeydi ve aile çevresi de ikisiyle hem fikirdiler. Onun dini kurallara göre yetişmesini,namazlarını kılan ve Kuran okumasını bilen biri olmasını,dini vecibelerini tam anlamıyla yerine getirme yolunda ilerlemesini arzuluyorlardı.Yaşı ilkokuldan sonraki dönem olan orta okul evresindeydi ancak ailesi onun okula gitmesini değil yatılı kursa gitmesini istiyordu.Öte yandan Ahmet, ailesiyle hem fikir olmayıp onların öngördüğü gibi yatılı kursa gitmeyi değil orta okula gidip okumak istiyordu.İdealinde aile efradının düşündüğü gibi hafız daha da ilerisi yüksek bir din görevlisi olmak gibi bir kısım yoktu.
Çocuğun babasıyla arasında sıcaklıktan ziyade biraz mesafe vardı.Bu uzaklığın kapsamı ise büyükler ve onların düşündükleri ile davranışlarıydı.Aile ne isterse çocuk onu yapmak zorundaydı.Bu düşünce ise ailenin büyüklerine saygı ve onların istediklerine söz söyleme ya da onlara karşı çıkmama yaptırımını öngörüyordu.Büyükler söylediklerinin hemen yapılmasını ister –küçüğe göre doğru ya da yanlış- çocuklar söylenenleri zamanında yapmazsa azar yiyerek,kimi zamanda onların tabiriyle ‘beş parmak’ ile tanışarak ya da ufak çaplı şiddetle muhabbet ederek onları dinlemeleri gerektiğini öğrenirlerdi.Çocuğun geleceği ile kararı aile verecekti şayet uymazsa kendisine ‘manevi yaptırım’ uygulanacaktı.
Ahmet’ in ailesi akşam yemeğindeydi.Hem yemeklerini yiyor hem de televizyon izliyorlardı.Bütün haberlerde Turgut Özal’ ın öldüğü söyleniyordu.Babası yemekteyken annesine;
“Hatice, yatılı kursa gittim ve sorumlusuyla görüştüm.Yarın inşallah Ahmet ile oraya gideriz.” Dedi
Ahmet’ in yüzü kurs lafını duyduktan sonra ekşidi.Bunun getirisi ise onun yemek yemeyi bırakması oldu.Ailesine göstermediği içinde yanan öfkeyle;
“Ben yatılı kursa falan gitmek istemiyorum.Memduh, Orhan ve diğer arkadaşlarım gibi okula gitmek istiyor—“
“Sus bakayım! Ne demek gitmek istemiyorum. Sen daha yumruk kadar çocuksun,ne bilirsin.Dinini ve Kuranı öğrenmen lazım.Bunun akabinde biz senin yüksek bir din görevlisi olmanı da istiyoruz ki dedenler de bizimle aynı fikirde.” diye baba noktayı koydu.Konunun sonuçlandığını sandı;
“Ama baba kuran öğrenmek için neden kursa gidiyorum ki.Ben yüksek bilmem ne görevlisi olmak istemiyorum.Ben okula gidip—“
“Ahmet! Sus artık zira sabrımı taşırıyorsun ve beni sinirlendirmeye başlıyorsun.Ne zamandan beri büyüklerin dediklerine karşı çıkılır oldu.Biz senin kötülüğünü ister miyiz, dini vecibelerini bilen biri olmanı istiyoruz.Bu kursta sana onları öğrenme yolunda bilgiler verecekler… Daha fazla söz duymak istemiyorum.Bu konu burada kapanmıştır.Büyükler ne derse o olur ve küçüklere laf düşmez!”
“Ama ben—“
Ahmet tamamlayamadan karşılık olarak beş parmakla münasebete girişti.Eğer biraz daha üsteleseydi babasının eliyle sohbetine belindeki kemer de dahil olup daha da koyulaşabilirdi.
Sonuçta büyüklerin dediği olmuş ve Ahmet ile babası yatılı kursa yaklaşıyorlardı.Önlerinden küçük bir kız çocuğu ve onu kovalayan diğeri geçti.Kovalayan kız; ‘Hey Derya! Dur yoruldum.’ diyordu.Onun kaçan kız çocuğu Derya’ yı bu son görüşü olmayacaktı.Baba, yürürken mutlu mesut diğer taraftan oğlu üzgün ve kızgındı.Kursa yaklaştıkça öfkesi daha da artıyordu.Arkadaşlarından Orhan ve Memduh okulun yolunu tutmuşken Ahmet kurs yoluna düşmüştü daha doğrusu buna mecbur edilmişti.Binanın dışı onu huzursuz ediyor ve itici geliyordu.Yapının şekli kareye yakındı.Babasının yanında ayaklarını sürüye sürüye tıpkı bir kağnı gibi ilerlerken ebeveyninin buna aldırış ettiği yoktu.Onun bu ‘büyükler sistemi’ nde elinden gelen bir şey yoktu ve uymak zorundaydı.
Biçimi kareye yakın yatılı kurs dini bir gruba aitti.Babası, oğlunu bırakıp kurstan ayrıldı.Gitmeden konuştuğu hocaya ‘eti senin kemiği benim’ demeyi de unutmadı.Kursun sabit kuralları vardı; belli giriş çıkış saatleri olacak,istenilen kıyafetler giyilecek, her zaman namaza kalkılıp beş vakit hiç geçirilmeyecek,hocalara karşı saygılı olunacak ve onlara hiçbir şekilde karşı gelinmeyecekti.
Buraya ebeveynler çocuklarını belli bir ücret karşılığında veriyordu zira kursun da belli ihtiyaçları vardı. Nitekim onlar dini eğitim alacak ve Kuran-ı Kerim’ i öğreneceklerdi.Öte yandan da o gruba ait bilgiler de bunların yanında servis edilecekti.Kursun amacı bilinen itibariyle dini bilgileri örgülerken düzen ve kurallar belirlenen yönde gösterilecekti.Çocuklar dini kurallara göre yetişmek için filizleneceklerdi.
Ahmet, burada bulunmaktan hiç hoşnut olmayıp kurallarından,yaptırımlarından,hocaların konuşmalarından ve verilen yemeklerden memnun değildi.Kendisini kafese kapatılmış gibi hissediyor ve bunun suçunu da anne babasına ve çevresine buluyordu.Dün hocalarından birinin sopasıyla koyu bir sohbete dalmıştı bile.Yalnız bu muhabbetten ayakları hiç de mutlu olmamıştı.’Sopa’ açısından ise hangi ayak olursa olsun fark etmiyordu. Ha Ahmet’ in ayakları ha Mehmet’ in.
Kursta çok bunalıyordu.Burada olmaması gerektiğini düşünüyor ve okulda, tahta sıralarda oturmuş arkadaşlarına küçük kağıt parçaları atarken kendini hayal ediyordu ki buna müdahale hiç gecikmeden gelmişti.
“Hey çocuk! Dersi dinle uyuma! Burada düşüncelere dalmana gerek yok. Biz sizlerin hayatta en iyi şekilde gidebileceğiniz yolu almanızı sağlamaya çalışıyoruz.Bizler sizin yerinize düşünürüz,” demişti suratsızca hoca. “Çocuklar bügün ihfa kuralını öğreneceğiz.Beni dkkatle dinleyin!” diye de devam etmişti sözlerine.
Ahmet herhangi bir kurala uymamakta kararlıydı.Burada kendini tıpkı dışarıda kalmış bir evsiz gibi hissediyor ve hocaların anlattıklarını hiç mi hiç önemsemiyordu.Eve gidiş zamanı geldiğinde ailesi ne derse desin kesinlikle buraya geri dönmeyecekti.Kurstaki bir odadan öyle çok nefret ediyordu ki… Orada dini bilgilerden ziyade ‘başka bilgiler’ de veriliyordu.Bu anlatımda din ‘başka bir yol’ un açıklanmasında kullanıyordu.Odanın kapısının yanında muhafız gibi duran dört ayağa sahip konuşmacıların anlattıklarının rengi kadar mat olan elbiselerin asılı olduğu görmekten hazzetmediği askılık vardı. Konuşmacılar dini, amaçlarına giden araç olarak kullanıyordu.Gayelerinin ne olduğu belliydi: Çocukların beyinlerine küçük yaşta ilerleyen zamanlarda gruba hazır hale getirmek için onların direktifleriyle büyüyecek ve filiz verecek olan tohumlar atmaktı.Grubun başı da bu meyveleri menfaatine toplayacaktı.Ahmet, hangi askılığı görürse görsün hep buradaki olanı hatırlayacaktı.
Bu odadan ve cehennemdeki zebanilere benzeyen askılıktan nefret ediyordu.Onların neye benzediğini bilmiyordu ama içindeki ses öyle olduğunu söylüyordu ki ilerideki yaşamında cehennemdeki zebanilerin neye benzediğini yaşadığı çevreden ve attığı adımlardan öğrenecekti.Aynı ses bu odadan hemen çıkıp gitmesini ve bayat yaş pasta tadındaki konuşmacıların anlattıklarını daha fazla dinlememesini söylüyordu.Anlatılanların hiçbirine kulak vermezken öte yandan diğerlerinin bir çoğu onları dinliyordu.Bütün konuşulanların amacı çocukların dini anlamaları yönündeydi.Dinden yola çıkılıyordu ama yolun sonu başlangıçtakinin bitişi değildi.Birileri kendi düşüncelerinde köprülerle ve tali yollarla anayolu değiştirip başkalaştırıyordu.Gerçek dinden bahsetmek asfalt yol iken ve o şekilde çıkılmışken anlatılanlarla tozlu,topraklı,taşlı ve mucurlu hattı bazı yerlerde çukurlu oluyordu yol.
Kendini mahkum gibi hissediyor görüş günü geldiğinde yani dinlemek zorunda bırakıldığı konuşmalar bittiğinde seviniyordu.Kendisine birisinin şunu yap bunu yap demesinden nefret eder bazılarının söyledikleriyle bir kalıba sokulmayı hiç istemezdi.Bir de bu söküklerin dinle yamanmasından hiç hoşnut değildi.
Ranzada yatarken bu kursa daha fazla dayanamayacağını anlayıp içindeki aynı sese uyup kaçmaya yeltenmişti.Ses karşısında ona ranzanın parlak demirlerinde yansıyan –eğer buradan kaçmazsan ilerki hayatın bu şekilde olabilir- kıvamındaki görüntüyü gösteriyordu.Ahmet bir süre izledikten sonra hayatının rotasını değiştirecek o adımı atmak için hareketlendi…
Eylül 2009 Yeniden düzenleme Aralık 2014
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.