- 1690 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ŞARKININ HİKÂYESİ
Ahmet Rasim Bey (1864-1932) : gazeteci, yazar, tarihçi, şair, güfte yazarı ve bestekâr olarak, edebiyat, bilim ve musiki dallarında sayısız eserleri olan, çok önemli ve çok değerli bir isimdir.
Babasız büyümüş olan bu büyük ustanın; gençliğinde, belki yakışıklılığının da desteğiyle, çapkınlığı ve ömrü boyunca da musiki toplantılarını ve içkiyi sevdiği bilinmektedir.
Ancak, bütün bu zevklerini âdâbı içinde yürüttüğünden, ismi hiçbir zaman lekelenmemiş, nitekim vefatına kadar, Atatürk döneminde İstanbul Millet Vekilliği görevini sürdürmüştür.
İstanbul Türkçesini, en güzel kullanan yazarlardan biri olan Ahmet Rasim Bey’in, Türk Musikisinin üstatlarından Osman Nihat Akın’ın da dedesi olduğu bilinmektedir.
Buraya kadar anlattıklarım, kendi naçiz dağarcığımdaki bilgilerdi.
Bundan sonra yazacaklarım ise, üstadın yakın dostu bir ney ustasının oğlundan bir sohbet sırasında dinlenmiş ve ikinci elden nakil gerçek bir hikâyedir.
Şöyle ki:
Ahmet Rasim Bey; Kadıköy’de, Moda’ya yakın bir yerde oturmakta sıkça da, çok sevdiği Heybeliada’ya gezmeye gitmektedir.
Bu gezilerinden birinde, bir akşam üstü sahilde gezerken, hemen yanıbaşından bir fayton geçer. Faytonda, Ada eşrafından birinin güzel kızı ve yanında da Arap dadısı vardır. Kız, o kısacık geçiş anında, yaşmağını biraz daha aşağı çekerek, bu yakışıklı adama bakmadan geçemez.
Ahmet Rasim bey de, bu küçük bakışta gördüğü muhteşem gözleri aklından çıkartamaz. Sonraki günlerde, hep aynı vakitlerde ve aynı yerlerde, tekrar rastlamak ümidiyle dolaşır ve bir iki defa da görmek nasip olur kızı, hep dadısının yanında...Kız da onun bu sevdalı bakışlarından etkilenmiş olmalı ki, bazen yaşmağını aşağıya ekerek,bazen başını hafifçe öne eğerek, belli belirsiz selamlamalarla karşılıksız bırakmaz bu bakışları...
Ahmet Rasim Bey, içinde yanan ateşi söndürmek için gereken cesareti bulmuştur bu selamlaşmalarla.
O tarihlerde, Adalarla - Kalamış arasında, yandan çarklı gemilerle günde üç sefer yapılmaktadır. Ahmet Rasim Bey, hem Adada görüşmelerinin mümkün olmayacağını, hem de kızın yalnız gelemeyeceğini bildiğinden, o cumartesi günü, öğleye doğru Kalamış’a vasıl olacak olan ilk gemiyle kızı dadısıyla birlikte Kalamış’a davet eden bir not hazırlar. Ve ilk karşılaştıkları gün, bütün cesaretini toplayarak bu notu, faytondaki dadının kucağına atar. Sonra da faytonun dönüşünü beklemeye başlar.
Nihayet beklenen an gelir ve fayton dönüş yolunda önünden geçerken, kız, elinde tuttuğu not kâğıdını sallayarak ve başıyla dadıyı ve kendisini işaret edip, başını öne eğerek bu daveti kabul ettiğini belirtir.
Artık dünyalar onun olmuştur...
Ahmet Rasim Bey, o cumartesiyi büyük bir özlemle bekler.
Fes kalıba verilir, redingot temizletilir, setre pantolon ütülenir, gömlek kolalanır, fotinler boyatılır ve Ahmet Rasim bey, geminin geliş vaktinden çok önce, iki dirhem bir çekirdek, Kalamış İskelesi’nin önünde dolanmaya başlar.
Yandan çarklı, Fener burnundan ve Mendireğin arkasından arz-ı endam edince, o da hemen çıkış kapısının önünde beklemeye başlar. İlk randevusuna giden bir delikanlı gibi heyecanlıdır. Gemi yanaştığında, kalbi küt küt atmaktadır. Günlerdir aklından çıkmayan o güzel gözlerin
sahibine kavuşmak zamanı gelmiştir artık...
Yolcular inmeye başlar, üç kişi, beş kişi, on kişi derken gemi boşalır, fakat ne o kız, ne de Arap dadı yoktur inenler arasında...
Bu büyük hayâl kırıklığına rağmen, ümidini kaybetmez ve Todori’nin bahçesinde, kendine bir kahve söyleyip, iki saat sonra gelecek olan ikinci gemiyi beklemeye koyulur.
(Benim notum: Todori; Kalamış’ta, cadde ile kıyı arasında yer alan, ağaçlı büyükçe bir bahçe ve küçük bir kapalı bölümden oluşan mütevazi fakat meşhur bir içkili lokanta idi. Özellikle şiş kebabı ve Arnavut ciğeri çok beğenilen bu müdavimleri; genellikle, rakı içmeyi bir zevk, hattâ bir sanat haline getirmiş usta içkicilerdi. Benim gibi gençler, önce Çiçek Pasajı’nda acemilik dönemimizi geçirir ve ancak falsomuz olmayacağına inandıktan sonra cesaret edebilirdik Todori’de içki içmeye...
Türk musikisinin en büyük üstatlarından olan Selâhattin Pınar da, Todori’nn müdavimlerindendi ve 1960 yılında bir akşam, Todori’de ki sofrasının başında geçirdiği bir kâlp krizi sonucu vefat etmişti. Vefatından sonra uzunca bir süre onun masası, hatırasına hürmeten, üzerine her gün taze çiçekler konarak servise kapatılmıştı.
İşte, Ahmet Rasim Bey’in kahvesini içerek ikinci gemiyi beklediği Todori
böyle bir mekândı...)
Ahmet Rasim bey, Todori’nin bahçesinde, ikinci gemiyi beklerken kaç kahve içti, kaç sigara tüttürdü biinmez fakat, ikinci geminin boşalması da yine hüsrandı onun için, beklenen yolcular çıkmamıştı gemiden yine.
Bunun üzerine Todori’ye geri döndü, sofrasını kurdurttu, rakısını söyledi ve bir yandan kadehleri çakarken, bir yandan da sigara paketinin arkasına şunları yazdı:
Bir gönlüme bir hal-i perişanıma baktım,
Zalim seni yad eyleye, ah eyleye çaktım.
Sen yoksun, o yok, ben yalnız çıldıracaktım,
Zalim seni yad eyleye, ah eyleye çaktım...
Bu dörtlük, daha sonra, onun en yakın arkadaşı Tatyos Efendi tarafından rast makamında bestelenerek, Türk Musikisi’nin anıt eserlerinden birinin güftesi olacaktı...
Şimdi ne Ahmet Rasim bey, ne o Heybeliada’lı güzel kız, ne de Arap dadı yok bu dünyada. Hattâ, Todori ve onun beyefendi müdavimleri de kalmadı.
Fakat, gerçek Türk musikisi sevenlerin kulakları, hâlâ bu güzel şarkının nağmelerinden ve sözlerinden haz alabilmekte, hüzünlü hikâyesini bilmeseler de...
Saygılarımla,
Ünal Beşkese
YORUMLAR
Sayın Ünal Bey,
Bir Şarkının Hikayesi başlıklı yazınızı zevkle okudum. Türk Musikisi ile ilgilendiğinizi de hem bana yazdığınız mesajda hem de profilinizde belirtiyorsunuz.
Şarkıların hikayelerini anlattığım "Bestelerin Satır Araları" adında bir kitap çalışmam var. Ahmet Rasim için de bir bölüm var bu çalışmamda. Dilerseniz PDF formatında bu çalışmamı size de gönderebilirim.
Lütfen mail adresinizi gönderiniz. Kitap 450 Sayfa civarındadır. Büyük bir dosya olduğu için ancak We Transfer ile gönderebilirim. Gönderdiğim dosyayı 1 Hafta içinde indirmeniz gerekecektir.
Saygı ve selamlarımla.
Reşat Önal