- 709 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. RESULÜN ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (29)
MEDİNE / MEKKE İLİŞKİLERİ (08)
UHUD SAVAŞI / OLUŞUMU / ARKASINDAKİ GERÇEKLER (1)
624 yılında Mekkeliler Bedir’de Müslümanlar karşısında ummadıkları bir bozgunla karşılaşmışlardı. Kâbe’nin muhafızı, sahibi olmalarıyla övünen putperest Mekkeliler, yenilgileriyle Arabistan’daki putperestler nezdinde büyük bir güven kaybına uğradılar. Onurlarına düşkün Mekkeliler uzun süre Muhammed’in arkadan vuran, kurnaz, haince saldırıları karşısında bozguna uğradıklarının propagandasını yaptılar. Aralar arasındaki güç kaybı Mekke için önemliydi. Zira Mekkeliler Arabistan’ın dini yapısı olan putperestlikten çok iyi gelir sağlıyorlardı. Arabistan’da Mekkeli olmak ayrıcalıklıydı. Onlar putperestliğin koruyucu, savunucusu olarak kendilerini görüyorlar. Arabistan’daki putperestler onların sağladığı imkânlarla hac için Mekke’ye geliyorlar. Putlarını Kâbe’ye onların korumasında rahatça bırakıyorlardı. Zira putlarına yapılabilecek en küçük bir hakaret putperestlerin tahammül gösterebileceği bir şey değildi. Hangi din, hangi kültür, hangi sosyal, siyasal birliktelik olursa olsun, hepsinin aradığı tek şey güvendi. Güven insan beklentilerinin cevap bulduğu güçlü bir sığınaktı. İnsan oraya, aklını, mantığını, inancını, yaşamını bırakabilirdi. Putperest Araplar güven içinde Mekkelilere putlarını bırakmışlar, dinlerini emanet etmişlerdi.
Bedir bozgunu sadece Mekkelileri şaşkınlığa uğratmadı. Arabistan’daki bütün putperest Araplar şaşırttı. Yemen kralı Ebrehe’nin Fil ordusuna karşı korunan Mekkeliler, Muhammed’in ordusuna karşı korunmamışlardı. Mekkelilerin Bedir bozgununu duyan, Şam, Yemen, Habeş Krallıkları şaşırmış. Putperest Araplarla genelde sorunsuz yaşayan İran, Roma imparatorluklarını, Medine’de kurulan Müslüman devletin, Mekkelileri bozguna uğratması ilgilendirmişti. Onlara göre, savaşı Arabistan’ın içyapısını ilgilendiren bir durum olsa da, Muhammed’in tebliğ ettiği din, Medine’de kurduğu devlet modeliyle farklılık gösteriyordu. Müslümanların; farklı kültürdeki, farklı ırktaki, farklı dindeki toplumlar arasında sosyal mukavele imzalayarak devlet olması, Arabistan’ın etrafındaki güçlü imparatorlukları, devletleri ilgilendiriyordu. Genelde güç otoritesine dayalı krallıklar, imparatorluklar, güç dışında sosyal anlaşmaya bağlı yapılanmaları anlayamıyorlardı. Onlara göre iktidarın kaynağı, paranın, orduların gücüydü. Medine’de ise, para yoktu. Ordu yoktu. Buna rağmen Medine, ordusuz, parasız ilk savaşında putperest Arapların merkezi Mekkelileri yerle bir etmişti.
Bedir savaşının özelliği, savaş araç gereçleri için hazırlanan kervana saldırıydı. Kervan’ın sahipleri Mekkeliler savaş sonucunda yenilseler de kervanlarına bir şey olmamış. Kervan’ın lideri Ebu Süfyan kurnazlığıyla kervanını kurtarmıştı. Savaşın ana konusu kervana sahip çıkmak olduğu için, kervanda malları bulunan Mekke’nin asilleri, zenginleri, mallarını kurtarmak için koşmuşlardı. Bu nedenle Bedir’de ölenlerin çoğu Mekke’nin eşrafından, zenginlerindendi. Başta Mekke’nin lideri Ebu Cehil (Hişam Bin Melik) öldürülmüştü. Bu durum Mekke’nin aşiretlerini ayağa kaldırdı. Neredeyse Mekke’nin bütün aşiretleri intikam için yemin ettiler. Ebu Cehil’in ölümünden sonra Mekke’nin reisi olan Ebu Süfyan değişik, ilginç biriydi. Zeki, kurnaz, siyasi, çıkarcı yapısıyla liderliğini başarıyla sürdürüyordu. Ebu Cehil gibi tedbirsiz davranmıyordu. O nedenle apar topar hazırlanacak bir ordu değil, tersine güçlü bir ordu hazırlamayı düşünüyordu. Zaten Şam yolculuğunda savaşmak için lazım olan araç gereçlerini almış. Hiçbir zarara uğratmadan Mekke’ye getirmişti.
Ebu Süyfan, Mekkelilerin Medine ile ilgili güç savaşını, putperestliğin savaşı olarak öne çıkarmayı planlamıştı. Onun için bütün Arabistan’a “Muhammed’in çıkardığı fitne yok edilinceye kadar savaşılacak” mesajıyla propaganda yapıyordu. Muhammed’in Araplar arasında çıkardığı fitne, bütün Arapların, Arabistan’ın, Kâbe’nin, putlarının, dinlerinin geleceğini etkileyebilirdi. Medine ile savaş, sadece Mekkelilerin savaşı değildi. Muhammed, Araplar arasındaki hiçbir kutsala uymuyordu. Tamamen ayrı yol çizmiş. Arapların bütün kutsallarına savaş açmıştı. Putlarına karşı çıkıyor. Arabistan’daki sosyal, ekonomik, siyasi yapılanmaları ret ediyor. Haram aylarda savaşıyor. Arapların mallarına saldırıyor. Kervanların Medine’den geçmesini tehlikeye sokuyordu. Eğer böyle giderse, Şam’dan Yemen’e, Yemen’den Şam’a gelip giden kervanlar Muhammed’in iznine bağlı olacaktı. Böyle olursa, bütün Arapların malları güven altında olmayacaktı. Kervanları güven altında olmayacaktı. Yüzlerce yıl süren Arabistan’daki yerleşik düzen yerle bir olacaktı.
Ebu Süfyan “Ey Araplar Muhammed geliyor, canınızı, malınızı, konumuzu, geleceğinizi kurtarın” propagandası ile Arapların yaşamlarını kaygıya düşürdü. Siyasi olaylardaki korkutma politikası burada da işe yaramıştı. Araplar savaşlarda başarılı olan, kılıç kullanmayı, ata binmeyi, savaş tekniklerini iyi bilenleri Mekke’ye gönderiyorlardı. Mekkelilerin ordusu dışarıdan gelenlerle güçleniyordu. Normalde nüfus standardına göre baktığımızda, on bin nüfuslu Mekke, kadınları, çocukları, yaşlıları, sakatları çıkardığında en fazla bin, bin beş yüz asker çıkarabilirdi. Putperest Mekkeliler Mekke dışındaki Arap kabilelerinin de katılmasıyla 3000 kişilik bir askerî kuvvet hazırladılar. Bu kuvvette 700 zırhlı, 200 atlı, 3000 deve vardı. Kısaca düzenlenen ordunun çoğunluğu yaya değildi.
Peygamberin amcası Abbas bir mektup yazarak bütün gelişmeleri resule bildirdi. Peygamber bir ekip kurarak istihbaratı hızlandırdı. Amcasının mektupla bildirdiği her şeyin doğru olduğunu gördü. Araştırmalarını tamamladıktan sonra istişare meclisini topladı. Araştırmalarını ortaya koydu. Savaş kaçınılmazdı. Mesele; savaşı Medine’nin dışında mı, yoksa Medine’de mi yapmaktı. Mekkelilerin oluşturduğu ordunun gücü Müslümanlar dâhil bütün Medinelileri telaşlandırmıştı. Üstelik Medine’nin kuracağı ordunun atı, devesi, savaş araç gerekleri azdı. Peygamber dâhil birçok kişi, Medine’yi koruma savaşı verme fikrindeydi. Medine dışına çıkmaktansa, Medine çevresinde gerekli tedbirleri alarak Mekkelileri karşılamaktı. Ancak Bedir savaşına katılmayan birçok genç, Medine’nin dışında savaş istiyorlar. Mekkelilere Bedir’de olduğu gibi, iyi bir ders vermek istiyorlardı. Peygamber bin kişilik bir ordu hazırladı. Ordunun içinde sadece Müslümanlar yoktu. Müslümanlara destek olmak isteyen bazı Müslüman olmamış Arap kabileleri de orduya asker vermişlerdi. Bunların arasında Huzaa kabilesi etkili bir güçle peygamberin yanındaydı. Huzaa kabilesinin bir kolu Mekke’nin himayesine girmiş. Bir kolu da Medine’de Resulün himayesine girmişlerdi. İki kol arasındaki anlaşmazlığın sonucu olarak gerçekleşen bu ayrılık, onların Uhud savaşında karşı karşıya getirecekti.
Mekke’de düzenlenen ordunun arkasında Mekke eşrafının kadınlarının etkisi büyüktü. Bedir savaşında, babaları, kocaları, kardeşleri, oğulları öldürülen Mekkeli kadınlar, Muhammed’den intikamlarının alınmasını istiyorlardı. Onlar için yapılacak savaş intikam savaşıydı. Ebu Süfyan için onur, din, çıkar, mevki, makam, konum savaşıyken, kadınların tek derdi intikamdı. Ebu Süfyan olayı siyasal açıdan bütünleştirirken, Mekkeli kadınlar olayı intikam hırsıyla bir noktaya çekiyorlardı. Ellerindeki para gücüyle, özel savaşçılar görevlendirerek, babalarını, kocalarını, oğullarını, kardeşlerini öldürenlerin öldürülmesini istiyorlardı. Yani kadınların görevlendirdikleri, savaşta başka şeylerle uğraşmayacaklar. Sadece hedeflerine konsantre olacaklardı. Zengin, güçlü Arap kadınlarının bu taktiği, kocalarını, çocuklarını, Arapları ateşlerken, Arabistan’da ün yapmış savaşçıların bugününün deyimiyle kiralık tetikçileri gibi kiralanıp, hedeflerine yöneltilmeleri, belki de Arap tarihinde ilk olacaktı.
Mekke’de aylarca savaş hazırlıkları sürerken, intikam yeminleri ediliyor. İntikamın kraliçeleri olan Mekke kadınları eğlenceler düzenliyor. Savaş hünerleri olan savaşçılar gösteriler yapıyordu. Mekke’nin Medine’ye saldıracağı sır değildi. Savaş gümbür gümbür geliyordu. Putperest Araplar arasındaki savaş düşkünü gençler Mekkelilerin gözüne girmek için yarışıyorlardı. Onlara göre Muhammed’in yok edilmesiyle Putperestler derin bir oh çekecek. Arabistan büyük bir fitneden kurtulacak. Dinleri zarar görmeyecekti. Medine’ye Muhammed’e sahip çıktıkları için dersini verecekler. Böylece Mekke’nin, putperestliğin, Arapların onurunu kurtaracaklardı. Bedir savaşında nasıl rezil rüsva oldularsa, aynı şekilde, kısasa kısas Medine’yi, resulü, Müslümanları rezil rüsva edeceklerdi. Onların bu yöndeki sözleri, idealleri, düşünceleri Mekke’deki savaş şenliklerine damgasını vuruyor. Günümüzdeki güçlü ülkelerin zayıf bir ülkeye saldırısında halk nasıl peşinen zafer sarhoşu oluyorsa, Araplar da zafer sarhoşu oluyorlardı. Özellikle bazı kişileri öldürmek üzere ödüllendirilecek olanlar, kazanacakları ödüllerin hayaliyle yaşıyorlar. Şairler kahramanlık göstereceklere övgüler yağdıran şiirler okuyorlar. Destancılar putperest Arapların kahramanlıklarından söz ederek, yeni kahraman adaylarını teşvik ediyorlardı.
Hazırlanan bin Medineli ordunun içinden Abdullah b. Ubey b. Selül şehrin içinde kalınarak savunma yapılmasını isteyerek 300 kişilik kuvvetini geri çekti. Böylece 700 kişilik bir ordu Medine dışına çıkıp 3000 kişilik Mekke ordusunu karşılayacaktı. Müslüman tarihçiler Abdullah b. Ubey b. Selül’ü bazı olaylara istinaden münafık ilan ettikleri için, onun 300 askerini ordunun içinden çekmesini peygamberin gücünü zayıflatmak olarak değerlendiriyorlar. Ancak o günkü şartlara baktığımızda, Abdullah b. Ubey b. Selül istişare toplantısında vardır. Kabilesinden 300 kişilik orduyu hazırlamıştır. Ona göre, Medine’den hazırlanabilecek 1000 kişilik ordunun tamamıyla savaş meydanına gitmesiyle Medine korumasız kalacaktır. İstişarede Medine’de kalalım, savaşı Medine’de verelim görüşünde olan Peygamberin görüşüyle, Abdullah b. Ubey b. Selül’ün görüşü aynıdır. Müslüman tarihçilerin bazı olayları kendilerine göre yorumlayıp olayları değerlendirmeden hemen münafıklık olarak ilan etmeleri ne yazık ki gerçekleri görmezden gelmektir. Aynı tarihçiler peygamberin istemeyerek gençlere uyduğunu, üzülerek ordunun başına geçtiğini… Hatta bunu gören gençlerin fikirlerinden döndüklerini… Resule gelerek fikirlerinden vazgeçtiklerini, peygamberin görüşüne uyarak Medine’de kalıp savacakların söylediklerini… Bunun üzerine peygamberin artık kararın verildiğini, verilen karardan dönmesinin mümkün olmadığını söylerler. Her yönetim içinde farklı fikirler olacaktır. Peygamber farklı fikirleri değerlendiren lider olarak, gençlere uyduğu gibi, Abdullah b. Ubey b. Selül’ün fikrini de değerlendirilir bulmuştur. Medine’de ordunun kalıp, Medine halkının korumasının sağlanması kadar normal bir şey yoktur. Nitekim daha sonra gelen Tövbe suresinin 122. Ayetinde “Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup dinde geniş bilgi elde etmek ve kavimleri döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar” Nisa suresinin 71. Ayetinde de “Ey iman edenler! Tedbirinizi alın; bölük bölük savaşa çıkın yahut topyekûn savaşın” demektedir.
Bu ayetler dikkate alındığında, ordunun bir kısmının Medine’yi, kadınları, çocukları, yaşlıları korumak için kalması yerinde bir karardır. Zaten Peygamber de, Mekke’nin oluşturduğu ordunun gücü karşısında Medine’den çıkmak istemiyordu. Medine’de hazırlayabileceği kadar güç hazırlamıştı. Hepsinin Medine’den uzaklaşarak savaş meydanına gitmesi tedbirsizlik olacaktı. Devlet başkanının görevi, her şeyden önce ülkesini, şehrini, halkını korumak gerekli tedbirleri almaktı. İbn-i Selül her ne kadar Müslümanlar tarafından münafık ilan edilmişse de, kavmini korumayı öne çıkaran, tedbirsizliğe meydan vermeyen fikriyle haksız değildi. Ne yazık ki, Müslüman tarihçilerimiz, olayları değerlendirirken, oluşturdukları kutsallarla, yersiz yargılarla olayları değerlendiriyorlar. Uhud savışı öncesi İbn-i Selül’ün fikriyle, resulün fikri aynıydı. Her ikisi de, Medine’nin güveni için savaşın dışarıda yapılmasını istemiyordu. Ancak gençlerin baskın fikriyle Medine dışında savaş kararı verilince, haklı olarak İbn-i Selül Medine’nin korunması görevini üstlenmek istedi. Resul ile yaptığı görüşme sonunda Medine’de kaldı. Savaş ortamında her şey olabilirdi. Mekke ordusunun bir kolu, boşaltılan Medine’ye ani bir saldırı yapıp, kadınları, çocukları, yaşlıları kılıçtan geçirebilirdi. Bunu düşünmeyen Müslüman tarihçiler İbn-i Selül’ü daha sonraki olaylar nedeniyle münafık ilan ettikleri için, ardını önünü düşünmeden onun Medine’de kalma fikrine münafıklık diyorlar. Hâlbuki resulün fikri de Medine’de kalmak değil miydi? Kaldı ki, Medine vesikasına göre, her kabile resule biat ederken, kavminin korunmasını, haklarının teslimini esas almamışlar mıydı? Kaldı ki, sonradan gelen ayetler, peygambere gerekli tedbirleri almasını söylüyordu. Nitekim Müslümanların kurduğu devlet büyüdükçe, düzenli ordulara geçilmiş. Ordunun tamamı savaşlara yönlendirilmemiş. Bir kısmı geride ülkeyi korumak için bırakılmış. Bir kısmı savaş alanına doğru harekete geçecek düşmanlara gözdağı vermek için onlara karşı cephe oluşturmuştur. Tarihçilik yargılardan kurtulup, olayları doğru değerlendirmek iken, ne yazık ki Müslüman tarihçilerin ön yargıları bize olayların gerçeğini öğretmiyor. İbn-i Selül’ün geride kalışına münafıklık diyenler, aslında bilmeden resule de aynı şeyi söylemiş oluyorlar. Fakat farkında değiller. Gelen ayetlere karşı çıkıyorlar. Farkında değiller. Bir düşünce var ki, Medine’nin korunmasını esas alıyor. Ordunun çıkışıyla Medine’de yalnız kalacak kadınların, çocukların, yaşlıların korunmasını esas alıyor. Buna karşı çıkmak. Bunu münafıklık olarak görmek ancak bağnazca bir yorum olsa gerektir.
Mekke’den yola çıkan 3000 kişilik Mekke ordusu Uhud dağının eteklerinde gençlerin ısrarıyla karşılanacaktı. Uhud dağının etekleri korunaklı bir yerdi. Allah resulü 700 kişilik ordusuyla Uhud dağının eteklerine geldi. Ordusunun sırtını dağa vererek arkasını sağlama aldı. Uhud dağının eteklerinde arkadan bir geçit vardı. Oraya ordusunun içindeki en güçlü 50 okçusunu koyarak onlara “Müslüman askerlerinin cesetleri üzerinde leş kargaları dahi görseniz, bulunduğunuz mevziiyi terk etmeyin!” dedi.
Ebu Süfyan Mekke’nin reisi, Mekke ordusunun komutanı olarak, ordusunu organize etmekte başarılı bir komutandı. Orduyu birkaç kısma böldü. Başlarına Araplar arasında ünlü, savaşı bilen, savaştan anlayanları geçirdi. Halit Bin Velit acele etmeyen, sabırlı, savaşı okuyabilen biriydi. Kendisine ayrılan orduyla birlikte asıl ordudan ayrılarak Uhud dağının arkasına yerleşti. Uzaktan Müslümanları izleyen gözcüler koydu. Ebu Süfyan da ona, Allah resulünün Müslüman okçulara söylediği gibi, ne olursa olsun mevziinden ayrılma demişti.
Uhut savaşı, Bedir savaşına nazaran, iki ordunun da savaş için ciddi hazırlıklar yaptıkları bir savaştır. Uhud savaşı, Bedir savaşı gibi, hem Mekkeliler için, hem de Medineliler için Allah’ın takdiriyle apansız başlarına gelen bir savaş değildir. Bedir’de iki ordu ne oluyor demeden başlarına bir savaş patlamış. Herhangi bir savaş taktiğine fırsat olmadan, Mekkeliler kendilerine aşırı güven, Medineliler ise tedirginlik telaş tedirginlik içinde savaşmışlardı. Allah’ın Müslümanlar üzerine indirdiği sekinet (iç huzur, sakinlik) olmasaydı Müslümanların eli ayağı dolaşırdı. Bundan önceki bölümlerde incelediğimiz, Enfal suresinde Allah’ın bize ayrıntılarıyla açıkladığı gibi, Bedir savaşı Allah’ın hazırladığı bir tuzaktı. Bu tuzak sadece Mekkelilere karşı değildi. Aynı zamanda Müslümanlar da tuzağa düşürülmüşlerdi ki, “Allah Müslümanlar eliyle kâfirlere ders vermişti”
Uhut savaşına gelince, Mekkeliler bilerek, isteyerek, intikam hırsıyla ordularını hazırlamışlar. Ebu Süfyan’ın komutanlığında, 3000 kişilik ordularını bölerek, etkin, yetkin komutanlara teslim ederek görev dağıtımı yapmışlar. Bedir savaşında başlarına gelen hezimetin tekrar başlarına gelmemesi için bütün tedbirleri almışlardı. Müslümanlar ise, bu sefer cidden Mekkelilere savaşmayı düşünüyorlardı. Mekkelilerin nasıl bir intikam içinde olduklarının farkındaydılar. Peygamberin oluşturduğu istihbarat ekibi, Mekke’yi adım adım izliyordu. Peygamberin fikri Medine’de Mekke ordusunu karşılayıp, sıkı tedbirler almak, Medine’deki halkın korunmasını esas almaktı. Ancak Bedir savaşı galibiyetiyle coşan Müslüman gençler, özellikle Bedir’de savaşan, şehitlere, gazilere övgü yağdıran ayetleri duydukça, benzeri övgüler kazanmak için Uhud eteklerinde savaş istiyorlardı. Gençlerin isteği müdafaa savaşı yerine, meydan muharebesiydi. Onlar meydan muharebesinde yiğitliklerini göndermek için sabırsızlanıyor. Bu nedenle ısrarla Medine dışında savaş istiyorlardı. Müslümanların kendilerine güvenleri resulü tedirgin etse de, tedbirleri elden bırakmamak koşuluyla gençlerin fikrine uyarak, Uhud dağının eteklerine ordusunu yerleştirdi. Müslüman ordunun içinde de güçlü, savaştan anlayan komutanlar vardı. Hamza bunlar içinde en önemlilerindendi. Ancak Mekkelilerin Müslümanları harekete geçiren, onları iyi bir şekilde yönetecek olan komutanlara karşı özel tedbirleri vardı. Silah gücü üstün, savaşta yetkin olanlar, başka hiçbir işe bakmayarak, Peygamberi ve Müslümanlar içinde savaş yeteneği üstün olanları öldürmekle görevliydiler.
Her iki ordunun komutanı, bir tarafta Allah resulü, diğer tarafta Ebu Süfyan, sanki satranç oyunu gibi, savaşın bütün adımlarını hesap ederek, hem hamlelerini yapacaklar, hem de tedbirlerini alacaklardı. Uhut etekleri her iki tarafın da inancın, azmin, savaş yeteneklerinin gösterileceği bir yerdi. Dikkat ederseniz, Bedir savaşı ardından gelen Enfal suresi gibi, savaşı tahlil eden, savaşla ilgili ilahi niteliklerden söz eden ayetler Uhud savaşıyla ilgili gelmedi. Uhud savışı Bedir savaşı gibi Allah’ın Müslümanlara, kâfirlere karşı kurduğu bir tuzak değildi. Bilakis her iki tarafın savaşa hazırlandığı, insani inanca, samimiyete, gayrete, taktiğe bağlı gelişen olaylardı. Elbette Allah resulü, Müslümanlar Allah’a inananlar olarak, Allah’a sığınıyorlar, Allah’tan yardım diliyorlarsa da, olay Bedir savaşının mantığından, mihenginden, atmosferinden uzaktı.
Allah resulü ordusunu dağın eteklerine yerleştirmiş. Çadırını dağın sırtına kurmuş. Etrafına güçlü savaşçılardan nöbetçiler koymuştu. Müslümanlar ilk defa peygamberin kendini korumak için etrafına nöbetçiler koyduğunu görüyorlardı. Peygamber yaptırdığı istihbaratla, kendisini özellikle öldürmek için görevlendirilen Mekkeliler olduğunun bilgisine ulaşmış. Kendisiyle birlikte Bedir’in intikamını almak için, Hamza dâhil birçok Müslüman önderin de öldürüleceğini biliyordu. Onlara sıkı sıkıya tembih ediyor. Arkalarını güven de tutmalarını istiyordu. Bazı Müslümanlar, ecele inanan, Allah’ın korumasına güvenen Allah resulü ve Müslümanların bu kadar tedbiri niye aldıklarını anlayamıyorlar. Üstelik bilerek, isteyerek, savaşta Allah yolunda ölmenin amaçları olduğunun bilincinde olanların aldığı tedbirler insanları şaşırtıyor.
Savaş başladığında savaşçıların kişisel meydan okumalarında Müslümanlar galip geldiler. Müslüman savaşçılar karşılarına çıkan her Mekkeliyi öldürdü. Bu durum Müslümanları iyice coşturdu. Coşan Müslümanlar, Mekke ordusuna öyle bir saldırdılar ki, Mekkeliler niye uğradıklarını şaşırdılar. Mekkelilerin atlı, develi, zırhlı orduları darmadağın olmuştu. Çil yavrusu gibi Mekke’ye doğru kaçmaya başladılar. Hem de oklarını, kılıçlarını, zırhlarını, develerini bırakarak kaçıyorlardı. Müslümanlar kaçanların arkasından koşuyorlar. Onları yakalayıp öldürüyorlardı.
Halit Bin Velit kendisine verilen talimata uyuyor. Mekke ordusunun dağılıp kaçtığını gördüğü halde yerinden kıpırdamıyor. Okçuları seyrediyordu. Geçidi korumakla görevli okçular yukarıdan dağın eteklerinde kaçan Mekke ordusunu görünce, ganimet toplama telaşına düştüler. Müslümanların savaşı kazandığını düşündüler. Hâlbuki onlara ne olursa olsun resulden izin gelmeden oradan ayrılmamaları emredilmişti. Bedir savaşının ardından gelen Enfal suresindeki ayetler, esirler, ganimetler hakkında kesin hükümler getirmesine rağmen, okçuların ganimeti düşünen yapıları ayetlerden hiçbir şey anlamadıklarını gösteriyordu. Üstelik komutanları, her şeylerinden vazgeçip iman ettikleri bir dinin peygamberiydi. Yerinizden ayrılmayın talimatı çok sevdiklerini söyledikleri peygamberin talimatıydı. Allah’ın ayetleri resule uymayı İslam’ın hükmü olarak bildiriyor. Resule uyup uymama konusunu imanla eşleştiriyordu. Ganimet toplama hırsıyla her şeyi unutarak yerlerinden ayrılıp ganimet toplamaya başladılar. Bunu gören Halit Bin Velit zamanın geldiğini anlayarak geçidi 200 kişilik ordusuyla geçti. Müslümanların üzerine arkadan öyle bir saldırdı ki, Müslümanlar niye uğradıklarını şaşırdılar. Mekke’ye doğru kaçan Mekkeliler Halit Bin Velit’in Müslümanlara arkadan saldırıp kıstırdığını görünce onlarda geriye dönerek savaşmaya başladılar. Müslümanlar iki ateş arasında kalmıştı.
Mus’ab Bin Umeyr sima itibariyle peygambere benzediğinden şehit düştüğünde, onu şehit eden Mekkeli Muhammed’i öldürdüm diye bağırmaya başladı. Bunu duyan Müslümanlar dağılmaya başladılar. Ancak kısa zaman sonra peygamberin sağ olduğu anlaşıldı. Uhud dağının hemen eteklerinde bulunan peygamberin çevresi büyük çarpışmalara sahne oldu. Peygamberin hala yaşadığını gören Mekkelilerden peygamberi öldürmeye görevli olanlar bütün güçleriyle öldürmek için saldırdılar. Müslümanlardan bir grup peygamberi korumak için etrafında çember oluşturdu. Bazı Müslümanlar kılıçları kalkanları düşmesine rağmen kollarını, bacaklarını kalkan yerine kullandılar. Talha resulü korurken kolunu kaybetti. Resul, Sa’d b. Ebi Vakkas’a ok veriyor: "Anam babam feda ol sun, at ya Sa’d" diyor; atılan okların isabet etmesi için Allah’a dua ediyordu. Mekkeliler peygamberi öldürmek için hücum ettikçe Müslümanlar onun çevresinde giderek çoğalarak çetin bir savunma hattı kurdular. Düşman bu hattı yaramayacağını anlayınca geriye çekildi.
Böylece Uhud savaşının birinci raundunda Müslümanlar Mekkelileri bozguna uğrattı. İkinci rauntta Müslümanlar güçlü bir darbe yediler. 70 Müslüman şehit edilmişti. Şehit edilenler içinde önemli şahsiyetler vardı. Ebu Süfyan’ın karısı Hind, intikamını almak için Hamza’nın cesedinin başına gelip, elindeki bıçakla kalbini çıkarıp ağzında çiğneyerek intikamını aldığını haykırmıştı. Arap kadınları, kocalarının, oğullarının, babalarının intikam hırslarıyla Müslümanların cesetlerine saldırıyorlar. Kulaklarını, dillerini kesiyorlar. Gözlerini oyuyorlardı. Müslümanların güçlü direnişleriyle iki ordu karşılıklı dağlara çekilerek savaşın üçüncü bölümüne girilmişti. İki tarafta kesin bir galibiyet içinde değildi. Karşılıklı birbirini kolluyorlar. Saldırmayı düşünmüyorlar. Saldırıya karşılık kendilerini korumak istiyorlardı.
Ebu Süfyan Müslümanlara saldırmaktan vazgeçtiğini göstermek için Uhud’tan ayrılarak Mekke’ye doğru ordusunu yürütmeye başladı. Peygamber onun geri çekilişinin tuzak olabileceğini düşünerek 70 kişilik bir grupla 8 km. kadar Mekkelileri takip ettirdi. Müslümanlar geri çekilmiyor. Ateşler yakarak Mekkelileri savaş meydanında bekleyerek, Mekkelilerden korkmadıkların gösteriyor. Savaş bütün taktikleriyle sürüyordu. Henüz kesin netice alınmış değildi. Resul Ebu Süfyan’ın planları konusunda haklıydı. Zira Ebu Süfyan geri çekilirken, ansızın tekrar Uhut’taki Müslümanlara saldırmayı veya arkadan dolaşarak Medine’ye saldırmayı planlıyordu. Ancak; Müslüman olmadığı halde Müslümanların dostlarından olan Huzaa kabilesinden Mabed-i Huzâî, peygamberi gördükten sonra Ebu Süfyan’a giderek peygamberin yanında Mekkelilere karşı savaş için geldiklerini söyledi. Bunu duyan Ebu Süfyan neye uğradığına şaşırdı. Putperest halkın da Muhammed’den yana olduğunu görerek ürktü. Daha iyi planlar yapmak, daha iyi hazırlanmak, kimlerin yanında, kimlerin karşısında olduğunu öğrenmek için ordusunu Mekke’ye götürdü. Ebu Süfyan’ın Mekke’ye geri dönüşüyle Müslümanlar da Medine’ye geri döndüler.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.