- 755 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"Keşke Atatürk Bizi Kurtarmasaydı (!)" 2
Hareketin hemen her yerinde bir karar alış. Bir duruş. Bir koordinasyonla bir haberdar oluşun direktifesi bulunur. Sürecin öznel enerji düzenlemesi olmakla ve sürecin, her süreç boyutunda olmuş biriyle süreci açıklamanızla; sürecin lokal yerinde bulunmuş kas ile tüm süreci açıklanmanız; olası mı?
Unsurlar olmasa süreç olmaz. Ama süreç unsurlardan fazla bir özelliktir. Hele tek tek unsurlarla süreç hiç açıklanamaz. Süreç toptan anlaşılır. Bundan ötürü, Kutsal mücadele, Atatürk üzerinde seremonine edilmektedir. Bir şeyin bilinmesiyle diğer şeyin de bilinmesi olan, delalet; böylesi bir ürün ve direktif liginin olmasından kaynaklıdır.
Ama kolektif gücün toplam büyüklüğü karşısında Atatürk’ün emeği elbet cılız kalır. Atatürk’ün tek tek kişilere göre daha çok olan katkı ve belirleyicilik emeğinden ötürü, Kurtuluşun Miladı Aidiyet Felsefesi, Atatürk simgesiyle dile getirilir olmaktadır. Kolektifin gücü neye göre ve neyden oluşla Gazi Atatürk’tü.
Bu dile getirilişte söylenen şey kolektif başarı ve bu kolektif başarının bilincidirler. Kolektif başarı ve kolektif bilincin sonraki nesillere yansıması da; bu kolektif bilinç üzerinde oluşla sonraki nesillerin de bunun, daha fazlasını yapıp; bu süreci geliştirip; zamanı ileri yönde akıtmanıza meşru özgüvenidirler.
Kurtuluşun felsefesi ve onun tüzeli, bilici oluşla; Kurtuluştu Düşüncenin simge sel dile getirilişi olan Atatürk, bizlerin; Kurtuluştu Bilinç felsefemize dek olan, tüzellikti olan, özelliğiyle aidiyet bilincimiz ve simgemizdir. Bu bilinci gününüz ilişkilerine göre geliştireceğimizin kararlı, oluşudur. Bu bilinçti kurucu aitti felsefeye, bizlerin mutlak olacak katkılarımızla, şimdinin daha fazlasını inşa etmemizdir.
Değilse kurucu, aitti bilinç olmanın simge sel dile getirilişi olan Atatürk’ü anmak; asla Kurtuluşun Felsefesi olan nimetleri başa kakışla sorgulamak değildir. Bu tarihi diyalektik bilincinden yoksunluktur. Bu tür eğitim ve öğrenim yöntemi; bilimsel alanların da metodudur. Söz gelimi Fransiyum deyince, alkali metalleri ve alkali özelliklerini anlarız. Ama tüm alkali metaller Fransiyum veya potasyum, değildirler.
Ancak sosyo toplumun tarihsel odaklı simgelisi, bir kimyasal simge oluştan çok daha fazla bir şeydir. Bizlerin aitliği geçmiş zamana dek kurucu aitti felsefeyi bilip onu ileri taşımaktır. Geçmişe dek yaşanmışları deneyim diye, demokrasi diye, özgürlük diye tekrar tekrar bilinçsizce yaşamamanın, bizler özelindeki tarihi diyalektiğinin bilincidirler.
Yurdun kurtarılma savunması içinde Atatürk’ü hem bedensel eylemli oluş bazında, hem de fikri ve tevhitti eylemli oluş bazında söyleyelim. Bu bağlamda kurtuluştu düşünce ve Kurtuluşlu mücadele içinde en çok katkı veren ve en çok çaba veren; sürecin tüm alt ve yan bağıntılarıyla girişme halinde olan güç ve hareketin lideri oluşla Atatürk’ün yükümlülüğü duyuşu ve fedakârlığı tartışılmazdır. Kurtuluşun bilinci oluşla, kuruluşu Atatürk’le anmak; bazılarına çok zor olup, hatta zül geliyor! Bunu anlamak pek pek olası değildir.
Ve bu nedenle ve nefretle derler ki; “Keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı!" Bu da, daha ayrı bir gaflettir. Bu sözün sahibi kişimiz şimdiki halde işgalden ve işgalin tüm olumsuz heder oluşundan kurtulmuştur! Kuruluşun nimeti düzeyinin tüm rehavet ve rahatlığıyla konuşmakta.
Kurtuluştan sonra aradan 90 yıl geçmiş olmasından ötürü o günleri vahamet ve vahimliğinin unutmuşluğuyla konuşması da ikinci bir abesliktir. Üçüncü olarak “keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı” sözünün dendiği somut durumlu mizansen de çok önemlidir. Söz gelimi bu kişimiz, bu sözü; gözleri önünde çocuğu, eşi süngülenen biri karşısında veya kendisi böyle birisi oluşla bunu söyleyebilecek mi?
Yine bu kişimiz “keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı” deyişini eşi ve çocukları önünde tecavüze uğrayan birinin tercihi gibi ya da böyle biri gadre uğrayan oluşla aynı şeyi söyleyebilecek miydi? 90 yılın dinginliği içinde bugünkü bir fevri öfkeyle, böyle söylemek te; daha bir abeslik ve affedilmez kronik vaka oluştur.
Ve şimdinin işleyen bir sisteminin içinde oluşuyla, sistemin oturmuş bir yapısı içinde olmanın hariçten gazelini okuyorlar. 90 yıl sonra sizin böyle bir oturmuşluk nimeti içinde oluşunuzla sizin böyle bir söz etmeniz, sizin ne kadar bilmezi kindar ve bilmezi nankör oluşunuzu ifade etmekten gayri bu türden söyleminiz hiç bir anlam taşımaz.
Buradaki keşke sözü size rağmen olan bir şeydeki kararlılık gibi, yani size rağmen sizi evlendirmedeki tutum karşısında vakarla, sizin kendi hayatınızı sonlandırmanızdaki “keşke” gibi bir benzerliği taşır, bu söz. Madem Atatürk katkılı kurtarılmak sizde bu kadarı ağır ve hicabı direnç koymakla size zül geliyorsa; bu zül gelişin ve bu sözün samimiyet (doğruluk) testi oluşla kişisel düşünmenin kişisel gereği şöyle değerlendirilmeliydi.
Bu söze ancak ironi ve kara mizah yapılabilir. Bu sözü söyleyen ve bu sözü bugünlere dek gizli tezgâhlarda besleyen zevatların ataları, bu sözü yurdun kurtulmacı savunması sırasında diyeceklerdi.
Ki samimiyetleri ortaya çıksındı. Bu durumda bir şeye karşın köleliği yeğleme vardır. Hiçbir şey köleliği yeğlemeye bedel olamaz. Bu bir!
Kurtarılmaya sesiz müdafaada kalıp; bekle gör yapıp; sonra da yenilmişlerin ruh yapısıyla ve sömürme iştiyakıyla tekrar hüccet ettikleri bu devasa davaya gölge yapmak isteyen çıkar çevreleriyle ağız birliği söylemi içinde olmaların işbirliğine kendince masumiyet çıkartmaktır.
Sanki bilmezlikten bilmeye geçmenin ya da farkında olunmayan bir durumu, sonradan farkında olmaya geçmenin aydınlanmasıyla “keşke” demek gibi bir kullanım ve ajitasyon yapılmaktadır. Bu hal bilmezliğe, meşruiyetliğe, maşalığa mazeret üretmektir.
Hiçbir şey canınızı ortaya koyduğunuz şeyden daha öneli olamaz. Buradaki hipotetik konsensüs te şimdilik yurdun savunmasını olumlayış olan evrensel meşruiyetliktir. Evrensel konsensüste yurdu kurtarma eylemi kutsallığı ve bu kutsallık içinde; özgürlüğü birlikte inşa etmek için söz birliği kılmanın değerini ekarte edecek hiç bir “keşke” yoktur. Keşke sonrasına mazeret olarak ulanan bir açılım yeryüzünde yoktur. Kişi olarak böyle bir duygunuz olabilir. Haldeki evrensel ölçek öyle değildir.
Kişi olarak rıza dışında evlendirilmenize karşın ölümü göze alırsınız. Kişilerce bu kutsaldır. Ama ülkeniz söz konusuysa ölümü göze almak yerine evlenirsiniz. Kral kızlarının, kral prenslerinin evliliklerini şöyle bir hatırlayın. Ülkeniz lehine ajan evliliklerini bir hatırlayın.
İşin bir ironi yanı da şöyle söylenebilir. “ Keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı” demekle kalmayıp İkinci olarak ta, bu tür düşünceyi taşıyan atalarınıza, rağmen atalarınız kendi sesiz rıza ve vukufiyetleriyle kurtarılmışlar! Bu kurtulmada:
Eğer keşkelik bir durum söz konusu olduysa! Bu tür kurtarılmanın güya kişilere ağır gelen hicabından ötürü bu durum, kara mizah olarak söylenir. Demi sürülen durum kurtarılan durumdur! Kurtarılmanın nimetini yaşamaktır! Zül hisseden kişilerde kurtarılmadaki duyulan hicap neyse, bu kişiler duydukları hicabı ağırlığın erdemi gereğini yapmalılar bence!
Bunca ağır gelip hicabı ağırlığı duyanlar boyunlarına ip takıp, ipin ucuna taş bağlayıp kendisini denize atmalıydılar(!) Ki; "Keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı!" sözündeki ağırlığın yükünü, hiç değilse nesilleri dahi taşımamış olurlardı. Bu da iki! Hem zül duyup, hem de zül duyulan şeyin sefasını sürmek; ikisi bir arada olmaması gerekir! Çünkü öznelce kişidi kutsalcı olan mantık, bunu gerektirir.
Oysa kendisinden, kendi temsil kabiliyetiyle kendi tutumundan olan bu kazanım, kendi aitte ligi olan bir süreçtir. Kurtuluştu süreç kendi dışındaki sosyo nesnel tarihi diyalektiğin seçme ayıklamasıdır. Kendisinin de katıldığı bu mecmua, kendi yaşamı içine düşen tarihi akışın denk gelmesidir. Bu denk düşme bir anlamda kaderdir. Kurtaran, kurtuluştu düşünme; zül duyan kişinin emeğinde de içkindir.
Böylesi bir zamana denk gelmek kaderdir. Soyut sosyal emek ve somut toplumsal emek olan kurtuluştu Felsefenin delaleti tarafından kurtarılır olmak sosyo toplumun zorunlu öngörüsüdür. Bu öngörünün tekil kişilere hicabı ağırlık vermesini anlamak ta, olası değildir ya, neyse!
Boğaz Köprüsünü sizin sevmediğiniz siyasetler yapmış olabilir. Boğaz köprüsü kolektif gücün bilgi birikimli finansmanının eseri ve sunumudur. Nasıl Boğaz Köprüsünde geçmek, Boğaz Köprüsü; Demirel Hükümeti koordinesinde yapıldı diye bize ağır ve zül gelmezse, işte Atatürk delaleti ile kurtarılmakta kimseye zül gelmez. Atatürk’tü oluşum ile Atatürk’ün kişiliği, apayrı kıyaslardır.
"Keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı!" diyen kişidi hırsa karşı kişinin kişidi belirlenim sonuçları olması gerekirdi. Ne bileyim cumhuriyet okullarında okumamak, sağlık hizmeti almamak gibi! Aslında bunlar hiçbir kişinin değil toplumun kolektif gücüdür. Ve bundan yararlanım hiç kimseye zül gelmez. Zül gelmediği gibi bu yararlanın herkese esastır ve bu esasiye gözetilir.
Keşke diyen bilmezi kişi, ağır bir travma duyuş altında, canına kıymadan bu yükün ezmesi karşısında kişidi perhizlerde olsaydı, bunu tedavi etmek olasıydı. En azında bu yararlanımın kişi emeğine (zül duyan kişimizin emeğine) ihtiyaç duyan kolektif gücün sentezinin, kolektif güç oluşla kendisine dönüşen bir yararlanım olması; kendisinin kendisine minneti olduğu şeklinde kavratılırdı.
Bu biçimdeki fiil olsaydı bir anlam ifade ederdi! Kurtuluştu Düşüncenin sosyo-toplum finansörlü tartışmaları, Atatürk eksenli koordinasyonla gerçekleşti. Ve Atatürk’ün akıl almaz çabasının etkince iknası olan kolektifti onaylayım gücüyle size sağlayışlar gelmişti. Bu günkü nimeti, hem yiyeceksiniz; hem yemeye devam edeceksiniz; hem de estetikti simgenin dehasına atfen de "keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı!" diyeceksiniz! Yok, böyle üç otuza, beşlik bilmezlik köftesi.
Siz Atatürk simgesi üzerinde, Atatürk’e kişisel inisiyatifli, kişisel duyuşlu olan kendi kişisel minnetinizi dile getirme şekli olmayan bu ifade tarzınızla kolektife olan şeye karşı geldiğinizin bile farkında değilsiniz. Kolektife olan kurucu felsefeye karşısınız. Atatürk’ün yaptığının, bu milletin Atatürk’e verdiklerinin; Atatürk’ten sosyo toplumuna karşı bir görev dönüşü olduğunun farkında bile değilsiniz. Çağ dışılıklara lehtar reaksiyonla, bilmezi nankörce kin ve nefretinizle, Kurtuluşlu genel simge üzerinden, yine kolektife güce yükleniyorsunuz. Atatürk’ün kolektife katkısının size ağır gelen kullanımı ve yine size ağır gelen kurtuluşa aitti olmanın vefa borcunu dile getirmenin nefreti söylem karşılığı, sağlanan nimetleri tüketmek olmamalıdır. Böyle bir kara mizah zorunlu öznel bir öngörüdür!
Size verilen elmayı o günün şartları ve o günün açlığı ile yemişseniz. Bu gün "keşke vermeseydi" demenizin hiç bir anlamı, hiç bir kıymet ifadesi yoktur. Geçmiş olsun! Olması hiç dilenmez ama bu nefretti kibirce sözünüzün ağırlığı karşılığında yapılacak kara mizahla sizin samimiyetiniz ve haklı olduğunu sandığınız kararlılık bilinciniz, böylesi bir durum içinde sizi şunlara uğratması, öngörülürdü.
Eğer işgalden kurtulmasaydık işgali süreç boyunca, her hangi bir zamanda; esareti konumun her hangi bir yüklem hali direnciyle siz ölmüş olacaktıysanız! Şimdi bu sözü söylemek yerine, öleceksiniz(!) gibi bir zımni durum hâsıl olmaktadır. Sürecek olan işgal günlerinde kişi olarak size eğer keslerce iğfali tasallut olunacaksa, bu sözü söylemek yerine kurtulmamanın çarelerine gark olacaksınız(!) Hele o tecavüzün zilletine uğrayan siz olmadıkta, tecavüze uğrayanlar adına; tecavüze uğramanın kahrıyla kendilerini öldürenlerin adına; hiç t, “keşke kurtarılmasaydık” diyemeyecektiniz.
Eğer sonu kurtuluş olmayan işgal günleri sürer olacaktıysa şimdiki günlerde dahi işkence, köleleştirme gerçekleşecekti. Bu gerçekleşmeyi şuursuz bir patolojik vaka olarak değil de, bunu şimdiki halde kişi olarak siz, bizatihi; bilinçli olarak, kendi hakir olunan duruma gark oluşunuzla yaşayacaksınız ki; keşke ile başlayan sözünüzün doğruluk samimiyeti gerçek olsundu(!)
Atatürk’ün kurtuluştu düşüncedeki simge ligi, Atatürk’ün siz doğru egemence bir belirmesi değildir. Bu liyakat sosyo toplumun Mustafa Kemal’e verdiği bir rütbeyi sandır. Çünkü kolektife olandan başa kakma olası değildir. Bu tür aitti tevhitçi anlayışla; yâd edilen ve ister istemez şükranı olan bugünkü kurtuluşun felsefesi ve bugünkü kurtuluşun nimetleri karşısında “keşkenizle”, ne yaptığınızın farkında mısınız? Bu söylem için, şimdiki sahip olduklarınızdan kendi kendinize yoksun olmanız gerekmez mi?
Keşke kurtarmasaydı demek işgal günlerine rücu etmeyi yeğlemek demektir. "İşgal gününde ezan rahatsız ediyor diyen işgalciler size ezan okutulmayacaksa, ezanı okumuyor olacaktınız. Ve genellikle camilerde ibadet edemeyip, dini eğitim ve öğretiminizi açık açık, serbestlikle yapamıyor olacaksınız” Sanki durum böyleymiş gibi kendi yaşamınıza bu düsturu uygulayacaksınız ki, bu feragatlerle bu söylediğiniz sözün bir kıymeti harbiyesi olsundu! Hem kepçe kepçe hoşafı içmenin demi içinde olacaksınız; hem de "of be öldüm" diyeceksiniz! Emeği olmayan hiçbir şeyin, keşke yemeği olmaz.
Yani Kurtuluşun felsefesi ve bu felsefenin sembol adının önderliği anılır. Dünya da bu böyledir. Anmalı bu tür şükranı ifadeleri her yâd edişiniz, size ağır geliyorsa yâd etmeyiniz. "Keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı" demek yerine, aşağıda anlatacağım hikâyedeki olayda; bu tür “keşke” demenin sorumluluğunu samimice yerine getirme vardır. Samimi olmamak zül olmalıdır.
Burada bir şeye dikkat çekmek isterim. Anlatacağım olay konuda Kurtuluşun felsefesine göre olayın fazladan bir başa kakılma yanı vardır. Oysa sizden de oluşmalı sosyo toplumsa olan yararlanımda başa kakma olamaz. Konu hikâyede başa kakılmadaki cevaba denk, “keşke kurtarmasaydı” deyişli sözün karşılanma ağırlığına denk edilgen bir hak edişi keşke diyen kişimiz kendi tercihiyle ifade ediyor olmalıydı. Söz gelimi, kendi istek tutum feragati ile Kurtuluşlu eğitim öğretimden yararlanmamalıydı!
Kurtuluştu Düşüncenin kişilere ima ettiği vebal, yüklediği bir bezginlik yaratan durum da yoktur. Olmamalı da. Ama bu yâd etme durumları abartıya getirilirse, zorbalıklar bu yâd ediş sopasıyla sosyo topluma dayatılırsa kendilik bir göze sokma olayına dönüşeceği de açıktır.
Bunu Atatürk’e sistem ederek, olmuş bitmiş duruma kahrederek değil de; bunu sopa yapıp bize sallayanlara karşı bilinçle dik durmakla göstermeliyiz. Haksız oluşumuz buradadır. Sosyo toplumsa olan bu durum, kimsenin tekelinde de değildir. Anlatımca, başa kakma oluşla kurtuluştu Felsefedeki anlatımlarımıza hiç benzemeyen bir hikâye vardır. Ama hikâyede, kabul edilen bir yararlanımın; tekrar tekrar söylenmesindeki bir bezdirme, bir bezginlik duyma, bir başa kakma olayı da vardır.
Bu hikâyedeki sonuç paralellikle, anlatımımızdaki paralellik, neden sel paralellik değildir. Sadece sonuçta reddiye yapılan şeyin, reddiye olan şeyden yoksun kalınacaklara sahipliğin gösterilmesiyle cevabın gerçekleşir olacağındaki benzerlik ve paralellikler vardır. “Keşke kurtarmasaydı” denmesinde bu sözü diyenin kendi üstüne dönen, kendisini sözün karşılığı sorumlulukla bağlayıp, edilgen yapan bir cevap yok. Yani bir reddi miras yapılıyor Ama sanki hiçbir şey reddedilmemiş gibi reddin kullanımı devam ediyor. Lakin sanki reddi yapılmış gibicesine de reddi miras yapmanın cakası satılmaktadır!
“Keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı” söyleminde, “keşke kurtarmasaydı” demenin kin kusması vardır. Anlatılacak hikâyedeki gibi benzer tutumun karşılık eylem ağırlığı olması gerekirdi. Hikâyedeki cevaba denklik olur şekilde onlarca karşılığın "keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı" sözüne cevaben emsal olacak tutumu varken; sözü söyleyen bu emsal olacaklardan bir tekini bile yerine getirmemektedir.
Ve sosyo toplumsa kurtulmanın kazanılan nimeti oluşla, reddiye yapan kişimizin halen sürmekte olan yararlanışlarına karşı reddiyesi gereği yararlanma yapmaması gereken şeylere, sözü söyleyen kişimiz sırtını dönmüş gözükmektedir. Bunu kişiden isteyen yok. Ama kişi bu sözüyle kendisini bu yükümün altına sokmaktadır.
“Keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı” anlatımımızda dile getiren de, dile getirilenden etkilenmesi gereken de, sonuç eylemi yapması gereken de, aynı kişidir. Çünkü bu kişiye kimse bu durumu dayatmıyor. Kimsenin böyle bir hakkı da yok. Kişi hem Atatürk’le özdeşleşen simgesel kurtulmanın durumu içinde, hem de kendisine; “keşke kurtarmasaydı” türü böylesi söylemsek bir vazife çıkarıyor. Aşağıda anlatılan hikâyedeki başa kakıştaki başa kakışlı duyuşa hiçbir beğeni ya da tutumun iması yapılmamaktadır. Hikâyedeki başa kakışa karşı; “keşke” diye söze başlayan kişinin bir durumda kendi kendine reddi miras çıkarmasındaki tutuma karşı benzer sonuçların gerçekleşeceğini zımnetmektir.
Yani başına kakışlı hikâyedeki öz güvenli kişinin, başa kakılma karşısında, sonuç gururu gibi bir tutumu göstermesiyle; kendi kendisine reddi miras yapıp ta durumdan vazife çıkaran kişimizin meydan okumasındaki göstereceği tutumun paralel tutum olması gerekirdi. Neden sel benzerlik değil de sonuç sal cevabın zımni benzerliğine göre hikâye şöyledir.
İki tanış karşılaşırlar. Sohbet ve yürüme yapma esnasında, aniden bardaktan boşanırcasına rahmet (yağmur) başlar. Biri tedbirden yanında taşıdığı şemsiyeyi açarak diğerini de ıslanmaktan korur. Yani şemsiyesiz olan kişi, şemsiyesi olan kişiyle çift taraflı bir beyan ile kişisel ve inisiyatifi olan koruma ve bu korunmayı kabul etmiştirler. Şemsiyesiz olan, bu hizmetin minneti inisiyatif ligini de kabul etmiştir.
Her karşılaşmada şemsiyesi olan, minnettar olana dermiş ki; "o gün yağmur esnasında, benim de şemsiyem olmasaydı halin ne olurdu" diye, yardımı alana hep yardımın diyetini hatırlatırmış. Lütfu kabul eden sukut eder, her durumda bu başa kakmayı bir şekilde geçiştirirmiş.
Bu minnet karşısında, karşının ezen bir haklılığı nedenle, şemsiyesiz olan bir şey diyemezmiş. Bir şey diyebilmesi için, bu ezinçten kurtulması gerekişle ya ona da karşılık bir lütuf yapacak, ya da şemsiyesiz oluşa uğrayacağı gark oluşu, onun önünde yaşayışla bu vebalden kurtulacaktı. Böylesi cevap vermesi gerekirmiş. Şimdilik arkadaşına ne böyle bir lütuf yapabilmiş ne de şemsiyesizlikteki sonuçtu garka uğrama sürecini göze alıp yaşayabilmişti!
Yine bir sair gün, iki kafadar bir parkta karşılaşmışlar. Epey sohbet edip, güya bir samimiyet pekişmesi oluşla iki kafadardan şemsiyesi olan, şemsiyesi olmayana bir hatırlatma yapmış. "o gün yağmur esnasında, benim de şemsiyem olmasaydı, halin ne olurdu?" demiş. Dayanma sınırının sonuna gelen şemsiyesiz kişi, hemen önlerinde duran su dolu havuza kendisini atmış; "işte bu olacaktı " demiş.
Hiç değilse karşı durduğu sözün etkilenmesi neler olacaksa, kişi buna duçar oluşla erdemini göstermiş. “Keşke şemsiyeyi tutmasaydın” dememiş. Şemsiyesiz oluştaki gereği yapmış. Kendi kendisine gelin güvey olan kişimizden de; "Keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı!" demesi yerine kurtulmamakla içinde olacağı zilleti yaşayıp, kurtulmakla kazandıklarını feda etmesini beklemek; hem hakkımız olurdu, hem daha doğru olurdu! Öyle diyen yok ama bu durum, kendi söyleminin zorunlu vargısı olarak böyledir.
Burada anlatılan hikâyedeki kişisel öznel anlama ve anlatımların kişi-kişi çatışması oluşla başa kakmalı çelişmeleri söz konusudur. Oysa "Keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı!" diyende esasen başa kakış yoktur. Sosyo toplumsa olanla kişinin kendi kaprisi bir cebelleşmeye tutuşmuş gibidir. Ya da süreç egemeni sömürücü siyasetler sosyo toplumsa olanı bir kişi olanı gibiymiş gibi kişilere algılatılmaktadır. Kişi de bunu sahi sahi kabullenmiş olmakla sosyo toplumla (yel değirmenleriyle) savaşa girmiş gibidir.
Kurtuluşun felsefesine dek belirlenimin sonunda, aitti devamlılık esas oluşla; ne başa kakma, ne kolektif olanda kişisel inisiyatifli oluşlar vardır. Gafleti oluşla olsa dahi, başa kakmanın pratikliği Boğaz köprüsü örneğinde olduğu gibi sosyo toplumsa olanın kişiler nezdine ircası olanaksızdır. Oysa hikâyemizdeki anlatımda, kişisel oluş vardır. Bir TV üretiminde Kirşof ta vardır, Henri de vardır, Ohm da vardır, Amper de vardır, Galvano vs. gibi onlarca süreç adımlarının entegresi TV içinde kolektifçe vardır.
Ama kolektif gücün birleşip belirlenmesi olan TV, tek tek ne Kirşof’tur, ne Ohm’dur ne Henri’dir ne Baird’tir. TV’de zaten bunlar değildir. Kurtuluşun Felsefesi de böyle bir çabaların toplam ürünüdür. Kurtuluşun felsefesi ne kişiye indirgenir, ne de o kişiler olmadan bu kurtuluş felsefesi, oluşabilirdi. Ne de o sürece siz keşke diyebilirsiniz! Çünkü siz de devraldığınız süreç içine, karınca kararınca gelecekte bir parçasınız. Gelecekte kimsenin siz için; "keşke..." demeli reddetme lüksü yoktur.
Kolektifi olan, aitti olanla; zorunlu bir hak elde etmenin nöbet devri olma devamlılığıdır. Biz kişiler de sosyo toplumsa genetikle bunları içselleştiririz. Kolektifi olan nimetler; tek tek kişiye dek parçalanışla sorgulanamazlar. Baştaki süreç, sonradan olan kişilere danışılıp yapılan bir şey olmadığı için, sizin geçmişteki bir sürece; "keşke yapılmasaydı" diye şimdiki kolektif yararlanışa ve şimdiki kolektifin eğilimleri adına; geçmişe karşı çıkma hakkınız, yetkiniz, bilinciniz yoktur. Kurtuluşun felsefesi bir miladı belirtişle, simgesel aidiyetliktir.
Hiç kimse kalkıp ta; “keşke İskender olmasaydı da doğu batı sentezini ortaya çıkaracak imparatorluğu kurmasaydı” diyemez! Tarihi diyalektikle bu süreç kader olmuş bitmiştir. Siz kültür ve uygarlıktan bahis ederken İskender’i sevseniz de sevmeseniz de bu uygarlıkla söylemek zorundasınız. İskender de kolektif bir gücün, hem etkince bir katkını, hem de simgesidir. Ama kültürün kendisi değildir.
Keşke olmasaydı türü bu kabil ifade edişler başka bir psikolojik vakaya dönüşür. Hem Edison’un icadı olan ampulü kullanıp, hem de Müslüman olmadığı için Edison’u cehennemlik ilan eden kafadan, ancak; "Keşke Atatürk bizi kurtarmasaydı" demeyi beklemek, çok zor olmasa gerek.
09.02.2014
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.